Nazife Şişman ’Neden eskisi gibi doğmuyor ve neden eskisi gibi ölmüyoruz?’’başlıklı bir seminer sundu.
‘Kader ve Tasarım arasında Yeni İnsan’ isimli son kitabı çerçevesinde konuyu ele alan Nazife Şişman şöyle konuştu:
’’Son yüzyıldaki icatlar baş döndürücü bir hızla hayatımıza dâhil oldu. Organ nakli, doku nakli, yapay organlar, piller, gen tedavisi, çoklu genetik yapıya sahip embriyolar, gelecekte oluşacak muhtemel hastalıklara alternatif dondurulan ölüler, spermler, yumurtalar… Vs
Tıbbi teknolojideki gelişmelerin sağladığı imkânlar hayata ve ölüme dair anlayışımızı değiştiriyor.
Teknolojik gelişmeleri değerlendirebilmek için bir bakış, perspektif gerekir. Bir bakışın oluşabilmesi için de insan bir zeminden bakıyor olmalıdır. Müslümanlar hem insana hem kâinata Yaratıcılarının vahyi çerçevesinde bakarlar. Fakat günümüz teknolojisi ile hesaplaşma ve ona belli bir perspektiften bakma konusunda Müslümanlar, ciddi bir sorun yaşıyor. Klonlama, ötenazi, genetik tasarım, melez varlıklar vb. meselelere emanet sahibi insan vurgusundan uzak bir tavır sergiliyorlar. Oysa sadece fetvalar üzerinden İslami biyoetik teorisi oluşturulamaz.
Bilimi ve teknolojiyi mutlaklaştıran bir inancın hâkim olduğu vasatta, bilimin kötülüğe meydan veren eylemlere de imkân sağladığı, insan doğasını yok ettiği gerçeğini dillendirmek, sorunu ahlaki açıdan ele almak gerekir.
Çünkü gerek nükleer gerek biyogenetik araştırmalar, yatırımcının kar güdüsüyle ve ulusal hükümetlerin başarı hırsları ile kol kola gidiyor. Ama biz her şeye rağmen normatif tartışma süreçlerini canlı tutmakla yükümlüyüz. Böyle yapmaz isek, var olana teslim olmuş ve ‘içinizden hayra çağıran bir ümmet bulunsun ‘ ilahi çağrısına kulak tıkamış oluruz.
Biyoteknolojideki gelişmeler, ölümün ve hayatın sınırlarını değiştirdi.
Biyotekniğin üreme alanında yol açtığı en köklü değişikliğin sembolü1978 de dünyaya gelen ilk tüp bebek Louise Brown idi. Bu yöntem, cinsellikle üreme arasındaki ilişkiyi ortadan kaldırdı. Bu durumu,kızının yumurtası ile döllenen bebeği doğuran büyükanneler,kişinin ölümünden sonra dondurulan sperm ya da yumurtasından imal edilen bebekler,çocukların karakterini ve cinsiyetini seçmek,birkaç farklı ebeveynden embriyo üretmek ..vb. örnekler izledi.
Atık üremeden değil, üretimden söz ediyoruz. Bu üretim kendi pazarını da oluşturdu. Organ vericiler ve organ alıcılar, rahim kiralayanlar ve kendisi için doğuran köleler ve yeni bir mülkiyet ilişkisi getiriyor.
OECD uzmanlarına göre; 2030 larda endüstrileşmiş ülkelerde gayri safi hâsılanın yüzde üçe yakınını, gelişmekte olan ülkelerin ise daha fazlasını biyoteknoloji yatırımları teşkil edecek. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için hükümetler, ticarileşmenin önündeki engelleri kaldırmalı, pazarın yapısı biyoteknolojinin önünü açacak şekilde düzenlenmeli, etik tartışmaların ve toplumsal karşı çıkışların önü kesilmelidir.
Teknolojik gelişmelerle oluşturulmaya çalışılan bu ‘yeni insan’ tartışmalarına, insanın Rahman tarafından ruh üflenen, eşref-i mahlûk, yeryüzünün halifesi perspektifinden hareketle, salt pratik düzeyde değil, aksine en çok da teorik düzeyde, metafizik, felsefi, dini, ahlaki düzeylerde katılmalıyız.’’