Arap Devletleri Birliği, Libya’nın çağrısıyla bu ülkenin Sirte şehrinde geçtiğimiz hafta sonu yani 27-28 Mart 2010 tarihlerinde bir zirve toplantısı gerçekleştirdi.
Biz toplantıdan iki gün önce yayınlanan yazımızda zirve öncesine dair bir durum değerlendirmesi yapmıştık. Tahmin ediyorum Türkiye medyasında bu zirve öncesindeki durum hakkında ilk durum değerlendirmesi yapan da biz olmuştuk. Bunu dile getirmemin sebebi kendi yorumumuza işaret değil zirvenin İslâm dünyasında bile yeterince yankı bulmadığına, kamuoyunun fazla gündemine gelmediğine dikkat çekmektir. Hatta zirveden bir gün öncesine kadar Türkiye’de kamuoyunun önemli bir kesiminin böyle bir toplantının yapılacağından haberi bile olmamıştı. Öncesinde dikkat çekmeyen ve gündeme gelmeyen bu toplantı özellikle Başbakan Erdoğan’ın konuk olarak katılması sebebiyle sonrasında biraz tartışma konusu oldu.
Öncesindeki değerlendirmemizde bu zirveden pratiğe dönük fazla bir şey çıkmayacağı kanaatimizi ortaya koymuştuk. Ne yazık ki gelişmeler tahminimizi doğru çıkardı ve Arap liderler son Sirte zirvelerinde de büyük ölçüde havanda su dövmekle meşgul oldu, kendi aralarındaki ihtilafları aşamamaktan dolayı ortak bir proje ortaya koyamadan sadece çağrı ve temennilerden ibaret kalan bildiriler yayınlayıp dağıldılar.
Burada öncelikle zirveyi organize eden çatı kuruluşun ismini tartışmak gerekiyor. Kuruluşun adı Arap Devletleri Birliği. Kısaca Arap Birliği olarak biliniyor. Arapça adıyla Cami’atu’d-Duveli’l-Arabiyye; kısaca el-Camiatu’l-Arabiyye. Fakat teşkilatın adıyla fonksiyonu arasında tam bir çelişki var. Kurulduğundan beri Arap dünyasında bir ittifak, birlik sağlayamadı. Özellikle pratiğe yönelik siyasetler ve stratejiler geliştirme konusunda bu fonksiyonunu hiç icra edemedi. Sirte toplantısında daha yolun başında ayrışmalar, ihtilaflar kendini gösterdi.
Sirte toplantısının gündemini oluşturan konuların başında Filistin meselesi geliyordu. Gerçi gündeminde daha başka önemli konular bulunmakla birlikte bu toplantının büyük ölçüde Filistin meselesi hakkında düzenlendiğini söylesek belki yanlış olmaz. Bu meselede de en çok öne çıkan konular Gazze’ye uygulanan insanlık dışı ambargo, Mescidi Aksa’yı hedefe yerleştiren ve Kudüs’ün kimliğini değiştirme amaçlı yahudileştirme programı ve Filistin içi ihtilaf.
Bütün bu konulardaki duruşlarının, söyleyecekleri lafların samimiyetten uzak göz boyama amaçlı çıkışlar olacağını önceden tahmin etmek zor değildi. En başta Gazze’ye uygulanan ambargonun devam edebilmesinin birinci sorumlusu Mısır’daki işbirlikçi rejimdir. Bugün Rafah sınır kapısı açılamıyorsa sebebi Mısır’dır. Arap Birliği’nin Genel Sekreteri Amr Musa da Mısır’ın eski Dışişleri Bakanıdır. Onun teşkilatın genel sekreterliğine getirilmesi de Mısır’ın Arap Birliği’nde ipleri eline almasının bir sonucudur. Dolayısıyla Mısır’ın itiraz ettiği bir şeyin Arap Birliği’nde kabul edilmesi, onay görmesi kolay değildir. Resmiyette olmasa bile perde arkasında Mısır bu teşkilatta veto hakkına sahip bir Güvenlik Konseyi üyesi gibidir. Öyle olduğu için de Gazze’ye uygulanan ambargo hakkında ortaya konan tavır sadece bu ambargoya itiraz edilmesinden ve kaldırılması için temennide bulunulmasından ibaret kalmıştır. Oysa Arap Birliği’nin bu ambargoyu kaldırma gücü varken sadece temennide bulunmakla yetinmesi ve Rahfah sınır kapısını kapalı tutmaya devam etmesi tam bir sahtekârlıktır. Arap toplumları da bu sahtekârlığı gördüğü ve temennilerin samimiyetten uzak olduğunu bildiği için Arap Birliği teşkilatına da güvenmiyor.
İşgalci siyonist devletin Kudüs’teki yahudileştirme faaliyetlerine karşı tavrı da sadece sözlü tepki ve temennilerden ibaret kalmış işgal devletini geri adım atmaya zorlayacak bir ortak tavır sergilenmemiştir. Oysa Filistin İslâmî Direniş Hareketi’nin zirve sonrasında yaptığı açıklamada da dile getirdiği üzere Arap Birliği’nin işgal devletini geri adım atmaya, yahudileştirme faaliyetlerini ve yerleşim merkezleri inşaatlarını durdurmaya zorlama gücü vardır. Ortak tavır alması ve birlikte hareket etmesi durumunda bu gücünü kullanması karşısında ABD’nin de yapabileceği bir şey yoktur. O zaman o da işgalci siyonist devleti inatçı tutumundan vazgeçmesi için ikna etmeye çalışacaktır. Bugün için ABD’nin bu konuda yaptıkları tamamen göstermeliktir.
Ev sahibi Libya’nın başkanı Kazzafi’nin de vurguladığı üzere Filistin halkını temsil yetkisine sahip olmayan Abbas’ı getirtip İslâmî direnişe çirkef bir şekilde saldırmasına fırsat verirken İslâmî direnişten sadece bir mektup kabul eden Arap Birliği’nin ihtilafların çözümünde olumlu adım atması da beklenemez.
VAKİT