Sınırlı algılarla inşa etmeye çalıştığımız bir dünya...

Gökhan Özcan, insanların algılarını inşa ederken yaşantılarını kullandığına dikkat çekiyor ve her ne olursa insanın sınırlı bir varlık olduğunun farkında olarak hareket etmesi gerektiğini ifade ediyor.

Gökhan Özcan / Yeni Şafak

Herkes kendi algısının esiri

“Yalnızca algılayabildiğimiz kadarını biliriz. Deneyimlediğimiz her şey, en nihayetinde, algılayabildiklerimizden ibarettir. Neye baktın değil, ne gördüğün önemlidir” diyor “Gece Yarısı Kütüphanesi’ kitabının bir yerinde Matt Haig. Bu gerçekten çok önemli bir mesele... İnsanın bir dünyası var ve o dünya algısının biriktirdikleri ile inşa oluyor. Yine algısının kapasite ve sınırlarıyla sınırlı... Gerçek dediğimiz şey dahi buna dahil... Aslında her birimiz ‘gerçek’ derken kendi gerçekliğimizden çıkardığımız bir ‘şey’i kastediyoruz. İnsan sayısı kadar çok, birbirinden farklı ve bazen birbirine hiç benzemeyen ‘gerçek’ var yani dünyada. Dolayısıyla başka insanların bizim ‘gerçek’ dediğimiz şeyi bizim gibi algılaması, öylece kabul edip yaşaması da mümkün değil.

Bugün hemen her sosyal alanda, buna sanal olanlar da dahil, kendi gerçekliğine çekemediği herkese sinirlenen, atarlanan, bu farklılığı kabullenemeyen insanlar görüyoruz. Aslında hepimiz az ya da çok böyleyiz. Bu gerilimli tablo, yine birçoğumuzun Matt Haig’in altını çizdiği meselenin çok farkında olmadığımızı ya da üstünde durmadığımızı gösteriyor. Çoğumuz ısrarla, inatla, ihtirasla bir diğerine, diğerlerine kendi gerçekliğimizi giydirmek istiyoruz. Onun farklı beden ölçüleri olduğunu dikkate almadan; yani ‘gerçek’ dediğimiz şeye kendi tabiatı, kapasitesi, hissiyatı ve kabiliyeti ile bakmakta olduğunu, bizim gördüğümüzü bizim görmediğini, göremeyeceğini, dolayısıyla onun böyle bir ‘gerçek’i olmadığını hiç hesaba katmadan... Dolayısıyla kendimize yakıştırdığımız elbise başka birine uymadığında, dar ya da bol geldiğinde, üstünde iğreti durduğunda, kendimize yakışır bulduğumuz şeyler başkalarına bizim gibi yakışmadığında isyan ediyor, hatta çoğu zaman kontrolü ve insafı kaybediyoruz.

Oysa bizim algımızın büyük ölçüde yalnızca bizim gerçeğimiz olduğu bilgisini hatırımızda tutabilsek, başkalarının bu gerçeği bizim kadar kolaylıkla sahiplenemeyeceğini rahatlıkla anlayabileceğiz.

Burası meselenin kritik noktası aslında...

Bu bilgiyi hatırda tuttuğumuzda, başkalarının kendi dünyalarından bulup çıkardıkları ‘gerçek’leri olduğunu kabullenmiş olacağız. Ve bu kabullenme, kendimizi başkalarının yerine koyabilme kabiliyetine sahip olduğumuz anlamına gelecek. Bugün dillerden düşmeyen tabirle ‘empati’ denen durum yani... Daha derinlikli bir ifadeyle söylersek; algımızı kendi sınırlarımızın ve gerçekliğimizin ötesine taşıyarak, yeryüzünde bizimle birlikte yaşayan başka insanların ‘gerçek’lerinden de nasiplenmemiz, yani zihinsel ve duygusal anlamda genişlememiz, derinleşmemiz, hayatımızı başka hayatların birikimleriyle de besler hale gelmemiz demek olacaktır bu. Katılıklarımızı, inat ve ihtiraslarımızı törpüleyecek, bizi daha anlayışlı ve insaflı kılacak, bize kendi çapımızda bilgelik katacak çok değerli bir kazanım olsa gerek bu. Bunu bir çoğumuz yapabilsek; ortada her fırsatta kavgaya tutuşmak için pek bir sebep de kalmayacak. Ve dünya, muhtemel ki çok daha yaşanabilir bir yer olacak.

“Zihnin içinden insanlığın en yüce başarıları ve düşüncelerini çıkarabilirsiniz. Ancak aynı zamanda bilinçaltındaki canavarları da orada bulabilirsiniz” diyor Michio Kaku, ‘Zihnin Geleceği’ kitabında.

“İnsanlar sabahları köpeklerini dolaştırmaya çıkaranlar gibi” dedi beyaz saçlı adam, “içindeki canavarları gezdirmeye çıkarıyor sanki bazı mecralarda!”

Yorum Analiz Haberleri

Görsel kültürün fıtrata etkisi
Ümmetin ihyasında öğretmenlerin rolü
Kâbe acilen bu müptezellerin elinden kurtarılmalıdır!
“İsrail neden bir haydut devlettir?”
CHP ile laiklik anlayışınız farklı, peki Anıtkabir anlayışınız aynı mı?