Sınıf ve değer arasında partiler

Ali Bulaç

Siyasî partilerin, sınıflı olmayan bir toplumda, sınıf mücadelesi ve sınıf çıkarına dayalı siyaset yapmaları, onları merkeze/devlete ait partiler kılar.

Siyasî partileri sürekli devlete doğru çeken veya sevk eden diğer bir amil, partilerin bizatihi modernizasyon politikalarında birer taşıyıcı ve dönüştürücü araç olarak kullanılmalarıdır. Türkiye örneğinde açıkça gözlediğimiz gibi halk adına siyaset yapıyor görünseler bile gerçekte devlet adına siyaset yapmaktan kurtulamazlar. Sahneye toplumsal merkezi temsil etmek üzere çıkarlar, siyasî kimlikleri onları idari merkeze doğru sürükler.

Asker, sivil bürokrasi, yargı, büyük sermaye, üniversite ve bunların medya ve aydınlar zümresindeki uzantılarından oluşan merkezdeki çekirdek, adeta atom çekirdeği gibidir, serttir, kolayca parçalanmaz. Merkezkaç güçler ise hareket ve değişim halindedir, dinin motive ettiği değerleri öne çıkarır.

Pek telaffuz edilmese de İslam dünyasında, sadece İslamcı hareketler ve İslamcı partiler "değere dayalı siyaset" yapmaktadırlar. Diğerleri ırka/etnisiteye, belli bir bölgeye, bir sosyal katmana, zümreye, kabileye, aileye dayalı siyaset yaparlar. Burada bir paradoksal söz konusudur. Değere dayalı siyaset, bütün sınıfları içine alır ve zengin dâhil her hak sahibine hakkını vermeyi öngörür, adaleti, hakkaniyeti ve ahlakı esas alır. Mesela Marksist teoriye göre, burjuvazi asla iflah olmaz, intihar eder. Marksizm'de sınıf intiharı vardır, Yılmaz Güney'in Arkadaş filmi, bunu anlatmaktadır. İslam nokta-i nazarından herkes değere erişebilir. Hz. Ebu Bekir, Mekke'nin büyük zenginlerinden olmasına rağmen gerektiğinde malının tümünü infak etmiştir. Siyasette en yüksek değer ahlaki amaçlar, hakkaniyet ve adalettir.

Değerler geniş bir şemsiye açar. Sadece bu şemsiyenin altında toplanıldığı zaman, mağdur olan, dışlanan, pastadan gerektiği kadar hakkını alamayan insanlar, haklarını savunabilirler.

Bir nokta daha var: Ne Osmanlı ne de İslam dünyası, 1750 yılında Batı'da gerçekleşen Sanayi Devrimi'ni yaşamadı. Dolayısıyla bizde bir "burjuva sınıfı" da teşekkül etmedi. Burjuvazi olmayınca, liberal bir düşünce veya liberal bir siyasetin de toplumsal ve maddi karşılığı olmuyor. Yine tarihimizde bir feodalite de yaşanmamıştır. Bizdeki "sipahi-reaya" ilişkisi, "serf-senyör" ilişkisi değildir. Sonuçta, Sanayi Devrimi yaşanmamış olduğu için, "işçi sınıfı" da olmamıştır. Elbette ki, çalışan sınıflar vardır, fakat çalışanlar, proletarya bilinci taşımazlar. Tarihlerinde sınıf kavgası yaşamamışladır. Dünyaya tarihî materyalizm açısından bakmazlar. Çalışan insanın kimlik beyanı farklıdır: 1968'de yapılan bir araştırmada işçilere, "kendini aşağıdakilerden hangisiyle tanımlarsın" diye sorulmuştu, işçiler, en başta "Müslüman" olduklarını, sonra "memleketlerini/doğdukları şehirleri", sonra "Türk" olduklarını ve son kategoride "işçi" olduklarını belirtmişlerdir.

Demek ki, bizde Batı'dan farklı bir durum söz konusudur. İşçilerinde proletarya bilincinin olmadığı bir yerde, ne sosyalist ne de komünist partilerin sosyal-maddi karşılığı olur, olabilir. Keza sanayici, liberal ve burjuva sınıfı da olmadığı için, muhafazakâr, liberal veya milliyetçi partilerin de benzer karşılığı yoktur. Batı'dan alınmış isimler ve kimlikler nominaldir.

Ortadoğu'da adil ve serbest seçimler olsa -ki bölgede yüksek düzeyde demokratik talep vardır-, ilk seçimlerde iktidara gelecek olan değere dayalı siyaseti yapan, yani herkes için ahlaki dürüstlük; İsrail ve dış baskılar karşısında onurlu duruş; hakkaniyet, fikrî ve siyasî özgürlük ile adaleti öne çıkaran İslamcı partiler olacaktır. İslamcı partilere ket vuran temel faktör, bölgedeki baskıcı/ otoriter ve otokrat rejimlerin Batı dünyasından aldıkları destektir. Bu partiler üst üste kaç seçimi kazanır; ta ki rehavete kapılıp beceriksizlikleri ortaya çıkıncaya veya adil bölüşümü bir kenara bırakıp eşitsiz ve adaletsiz bir kalkınma programını benimseyip geniş halk kitlelerinden kopuncaya kadar bu böyle sürer.

ZAMAN