Şimdi ne olacak?

Abdurrahman Dilipak

Askeri savcılık bir karar verdi, şimdi sıra adli savcılıkta. Muhtemelen sanık albay susma hakkını kullanacak.

Herkes konuşuyor, ama asıl konuşması gereken kişi susuyor. Her geçen gün olay, daha da içinden çıkılamaz, vahim bir hal alıyor.

Biz biliyoruz ki geçmişte Genelkurmay’da böyle belgeler hazırlandı. Yani bu ilk değil. Daha yakın zamanda Vakit gazetesi ile ilgili bir belge ortaya çıkmıştı.

Bu belge ve soruşturma süreci ile ilgili yaşananlar da son derece ilginç.

Şuyuu vukuundan beter bir hadise ile karşı karşıyayız.

Eğer bu olayın üstü örtülmeye kalkışılırsa, birtakım tanıklar ve konu ile ilgili bilgi sahibi olanların kendi aralarındaki telefon görüşmeleri de ortaya çıkabilir.

Sanık albayın pasaport ve telefon sözleşmesindeki imzası ile olay sonrası kullandığı imza arasındaki fark aslında bazı şeyleri açıklamak açısından önemli.

Hani, bazen insan, “Acaba içeride birileri böyle bir belge düzenleyip, sonra da bunun sahte olduğunu ispatlayıp, diğer iddiaları da buna benzetmek için bir komplo mu hazırladı” diye düşünmeden de edemiyor.

Ama kesin olan bir şey varsa, eğer birileri bu işin üstünü örtmek ya da birtakım başka planlar peşinde ise, bu iddiaların iddiacılarının eli armut topluyor olmasa gerek. Bu işi bilenler ve bu işin peşinde olanlar dilerlerse bu olaya benzer en az bir düzine belge bulurlar.

Aslında, tartışma konusu olan bu belgenin öncesi ve sonrası, ekleri olduğu da iddia ediliyor.

Eğer gerekirse bu konuda, asker içindeki darbeci unsurlarla ilgili daha sansasyonel olaylar deşifre edilir.

Bu olaylar çerçevesinde Çevik Bir’in ifadesinin alınması da önemli. Çevik Bir’in dış ilişkileri, Dalan’la bağlantısı, Özkasnak’la ilişkileri deşifre edilecek olarsa, 28 Şubat’ın perde arkasını da görmüş oluruz. Brifingler, fişlemeler, darbe planları... O zaman AK Parti ve Fethullah Gülen ile ilgili planlar çocuk oyuncağı gibi kalır.

Bana kalırsa askeri savcılığın kararı bu tartışmayı daha da derinleştirmekten, kuşkuları artırmaktan başka bir işe yaramayacak.

Eğer Başbuğ ve askeri kişiler bu olayın üzerine gitmek yerine, bu olayı ortaya atan basın organının üzerine gidip, bu konuda görüş açıklayıp politikacı, yazar, STK temsilcilerine aba altından sopa gösterecek olurlarsa, kendilerini ve kurumlarını polemiğe çekmiş olacaklardır.

Gerçeği araştırması gerekenlerin, iddiaları dile getirenlerin üzerine yürümesi bir suçluluk psikolojisinin sonucu olarak anlaşılacaktır.

Bu iddiaların dile getirilmesi TSK’ya karşı yıpratıcı bir kampanya, tahkir ve tezyif vesilesi olarak gösterilemez.

Ergenekon iddianamesinde buna benzer birçok iddia mevcuttur. TSK’yı zaafa uğratacak olan şey, bu iddiaların üstünün örtülmeye çalışılmasıdır.

Şimdi burada Başbuğ’un takınacağı tavır önemli. YAŞ öncesi, TSK’nın bu olay karşısındaki tavrı, bundan sonraki gelişmeler için yön gösterici olacaktır.

Selam ve dua ile.

VAKİT