"Şimdi Değilse Ne Zaman?"

Markar Esayan, Yeni Şafak'ta kaleme aldığı yazıda Suruç saldırısının "Şer Cephesi" tarafından büyük bir araç olarak kullanıldığına dikkat çekiyor ve bu cepheye karşı "barışçıl ama ezber bozan" hamleler gerçekleştirmeye dâvet ediyor.

Markar Esayan - Tarihin En Büyük Rehin Operasyonu... / Yeni Şafak

Suruç'ta can kaybı 32'ye yükseldi ve acımız daha derinleşti. Umarım yoğun bakımdaki gençlerimizden hayırlı haberler alır ve bu kederli günlerde bir nebze teselli bulabiliriz. (Bu satırları yazarken Ceylanpınar'da iki polisin şehit edildiği haber geldi. Allah rahmet eylesin. Söyleyecek söz bulamıyorum.)

Saldırı hem DAİŞ'le etkin mücadele eden Türkiye'ye, hem de Kobani'ye Türkiye'den savaşçı gönderen Kürt siyasî hareketine bir mesaj niteliği taşırken, bir taşla bir sürü kuş da vurulmuş oluyor.

Ülkeyi vesayete almak, Türkler ve Kürtler, muhafazakâr Kürtler ile AK Parti ilişkisini kesmek, toplumsal fay hatları yaratmak için...

Bu kanlı saldırılar hem DAİŞ'e, hem PKK'ya, hem de bunların arkasına saklanan yerli/ecnebî akıllara sonsuz imkânlar yaratıyor.

Ne tesadüftür ki, 52 vatandaşın öldürüldüğü Kobani kalkışması için de aynı tesbiti yapmak mümkün, hatta zorunlu.

PKK/YPG ve DAİŞ, birbiri ile tezat, savaşan örgütler olarak konumlansalar da, uyguladıkları şiddet pratiklerinin sonucu aynı amaca hizmet ediyor, ne garip değil mi?

Hiç de değil.

Konu Ortadoğu olunca, örgütlerin amaç ve pratikleri çok karmaşık bir ilişki içindedir. Soğan zarını soyar gibi, maddî gerçekliğe ulaşmak hem zor, hem de çok aldatıcıdır. Bir katmanda karşılaştığınız durum, bir sonraki katmandaki fotoğrafla çelişir, kafalar karışır.

DAİŞ ve PKK/YPG, Sünnilere veya Kürtlere değil, kendilerine ait bir terör devleti kurmak istiyorlar. Onları birleştiren amaç bu. Türkiye'nin AK Parti ile toplumsal barışı, birliği ve demokrasiyi hedefleyen adımları, PKK'nın kendi amacına büyük tehdit saydığı bir durumdur. Hatta tiksindiği...

PKK/YPG ile MLKP gibi radikal sosyalist hareketler Stalinist pratik ortaklığında birbirlerine kolayca eklemleniyorlar. Çünkü bu görüşe göre, devrimin vuku bulması için liberal demokrasilerin her fırsatta zayıflatılması, çökmesi gerekir. Barış projelerine, müzakerelere ve diyaloğa tiksinti ile yaklaşılır ve bunlar nihai amaca “ihanet” olarak damgalanır, suikasta uğratılır.

Tabî devrimden ne anlaşıldığı Gulag'a, Pol-Pot'a, PKK'nın son 35 yılda bölgedeki ve son beş yıldır Rojava'daki pratiklerine bakarak kolayca anlaşılabilir. Mişel Temo suikastı ve Kuzey Suriye'den sürülen, öldürülen PYD haricindeki, KDP başta olmak üzere 16 Kürt siyasî hareketi mensuplarına bakmak da iyi olur.

PKK/Türk sosyalistler, şiddet pratiklerine iman üzerinden ideolojik yakınlık kurar ve ittifak yaparken, Beyaz Türkler de AK Parti nefreti ve içeriği İslamofobiye dönüşmüş laikçilik üzerinden onunla bağ kurdular. AK Parti önünde siyasî varlık gösteremeyen beyaz Türkler, askerî darbe olanağını da kaçırınca, paralel örgütün ve PKK'nın kucağına düştü. Bunun farkında bile değiller, çünkü koskoca bir medya bunun çarpıtılması/pazarlanması için seferberlik halinde.

Ve doğrusu bu üst yapılar medya ve siyasî güçleriyle tabanlarını etkilediler, dönüştürdüler.

Sol ve beyaz Türk burjuvazisini AK Parti'ye karşı PKK/YPG'ye lehimlemek için tabandaki en uygun sosyoloji ise maalesef gençlik. “DAİŞ'çi AK Parti ile laik yaşam biçimleri tehlike altında” algısı ile gençleri rehin alıyorlar. Onlar ölünce de ailelerini… çünkü gençlerin ölüsü dirilerinden daha değerli.

Öcalan'ın Türkiye partisi olarak tasarladığı projeyi alıp, HDP'yi MLKP, DHKP-C gibi örgütlerin, hayatı boyunca devrimci görünümlü doğancılık yapan öfkeli dinozorların arpalığı haline getirdiler. Barışa inanan, üstelik bedel ödemiş BDP'liler Öcalan'la birlikte etkisizleştirildi. Paralel örgüte laf eden Hatip Dicle Meclis'te değil, Leyla Zana da siyah koyun gibi tek başına kalmış. Orhan Miroğlu, Mehmet Metiner ve Muhsin Kızılkaya gibi bu prodüksiyonu bozan Kürt aydınlar da lince uğramaktalar.

PKK'nın, PYD'nin, paralel örgütün, İstanbul baronlarının toplumsal barışı kurmak isteyen AK Parti'ye bu öfkesinin bir demokrasi mücadelesi olarak sunulabilmesi ve tatbik edilen stratejilerin kötücül dehası, bir üst aklın kontrolünde olduklarını göstermekte. Böyle bir organizasyonu kurmak, DAİŞ ve PKK'nın gösterdiği üstün performans bu coğrafyaya ve bu yerel aktörlerin kapasitelerine aykırı bir durum. Kıt zekâlı oldukları için değil. Böyle bir oyun kurmak karmaşık bir küresel istihbarat ve medya ağının desteğini, koordinasyonunu gerektirdiği için.

DAİŞ'in son Kobani saldırısı gibi, son katliamda da HDP'li eşbaşkanların aldıkları tutum, sosyalist yazarların PKK'ya savaş başlatması için “Şimdi değilse ne zaman” içerikli yazıları, Nişantaşı/Cihangir sosyetesinin PKK'lılaşması Türkiye'deki hayatın olağan akışına uygun değil.

Topluma yumuşak kapsayıcı, ama üst yapılara kararlı bir tutum sergilemek, çok hassas bir stratejiyi gerektirdiği gibi, ortak fayda altında toplumu birleştirmek adına medyanın, STK'ların yardıma gelmesi gerekiyor. Hani şimdi değilse ne zaman?

Ama hangi medya? Merkez ve paralel medya tüm güçleriyle bu operasyonun mühendisliğini yapıyorlar.

Bu oyun iyi anlatılmalı, beyaz Türkler uyandırılmalı, Kürt kardeşlerimiz kazanılmalı, hepimizin aynı gemide olduğumuz hatırlatılmalı.

Barışçıl ama ezber bozan bir hamle yapılmalı.

Türkiye'nin yapacağı her hamlenin tahmin edildiği ve buna uygun tuzak kurulduğu bir ortamda, rakiplerin öngöremeyeceği hamleler bulmak zorunlu görünüyor.

Gündemimizi biz oluşturmadıkça operasyona maruz kalıyoruz demektir.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!