“İtibarı zedelenmiş Türkiye hikâyesi” TÜSİAD’ın, “artık güvenilir bir ülke olarak görülmeyen Türkiye” hikâyesi ise Financial Times’in tasviri. Küresel sermayenin her iki temsilcisi de ‘negatife dönen’ mezkûr vurguları eş zamanlı olarak dolaşıma soktular. 7 Haziran seçimlerine doğru giderek hızlanan takvim, esasen, siyaset ve ekonomiyi istikrardan ve dolayısıyla güvenilirlikten yoksun bir profilde lanse etme telaşesinin adreslerini de işaretliyor.
PKK’nın Ağrı Diyadin’de ağaç dikme festivalini asli kimliği olan silahlı propagandayı HDP adına kaçırılmaması gereken bir fırsat olarak değerlendirmesi bazılarını şaşırtmışa benziyor. Öteden beri sağ-muhafazakar siyasetin açmaza düşmesinin emaresi sayılan provokasyon edebiyatı ve komplo teorileri şimdilerde aydınlanmacı-ilerlemeci sosyalist ve liberallerin ortak paydası olmuş adeta. Çok mu garip bu provokasyon edebiyatı? Hiç mi ihtimal yok bu komplo edebiyatı kardeşliğine?
Biz Yapmadık, O Yaptı
13 yıllık iktidar sürecinin ardından AK Parti Hükümetini yaklaşan seçimlere olabildiğince itibarsızlaştırılmış, alabildiğine zayıflatılmış bir vaziyette sokmak için muhalefetin her rengi tarafından bütün imkânların seferber edildiği bir vasattayız. Özgecan Aslan’ın katledilmesinden Çağlayan Adliyesi’nde savcı Mehmet Selim Kiraz’ın önce kafasına silah dayanıp rehin alınmış resimlerinin medyaya servis edilmesine, elektrik kesintisinden Diyadin’de PKK’lılarla girilen çatışmaya kadar hemen her gelişme “AKP’nin kirli iktidar oyunları” olarak lanse ediliyor. İstanbul Film Festivali’nde sansür iddialarını dahi bu iktidar oyununun bir parçası olarak görecek ve gösterecek bir kara ve kirli bir propaganda ağı işliyor.
Esed rejimi ve suç ortaklarının beyanlarını dahi esas alıp Hükümeti yıpratmayı göze almış bir siyaset tarzının sarılamayacağı hiçbir yılan yoktur herhalde. Çözüm Süreci’ni kapsamlı bir siyasal proje olarak başlatan ve bu süreci başından sonuna kadar bin bir türlü riski üstlenerek yürüten sanki AK Parti Hükümeti değilmiş gibi askerleri ölüme sürükleyerek HDP’yi zayıflatma ve milliyetçi oylara talip olma hikâyeleri yazılıyor.
Siyasal analiz, sosyolojik tespit, diplomatik istikamet vs. adı altında yapılan kimi liberal ve demokratik değerlendirmeler ciddi ciddi örgüt propagandasına dönüşmüş durumda. HDP’nin göstere göstere PKK’ya, gerek TÜSİAD’ı gerekse AB değerlerini temsilen liberal-demokrat aydın ve siyasetçilerinse iyiden iyiye HDP’ye angaje olduğu bir siyasal iklimden makul ve dirayetli bir açılım sadır olur mu? Sürekli bir biçimde kaybedecekleri seçimleri şaibeli göstermekte inat eden siyasetçi ve aydın tarzının hastalıklı bir ideolojik formasyonu temsil ettiğinden kimsenin şüphesi olmasın.
Türkiye’deki geleneksel iktidar sınıfları ister PKK eliyle ister DHKP/C eliyle isterse Kemalist veya Alevi eylemlilikleri marifetiyle olsun bütün ümitlerini yine gerilim ve çatışma sürecine bağlamış durumda. Mesela PKK lider kadrosundan Bese Hozat’ın şu söylem tarzına bir göz atalım: “Seçim öncesi, çatışmalı bir süreç geliştirilerek, ağır bir kaos ortamı yaratılacak. HDP bunun sorumlusu gösterilerek hedef alınacaktır. Bu taktikle HDP savaşın nedeni olarak lanse ettirilecek. Özellikle Türkiye’nin batısında milliyetçilik tahrik edilerek etkili bir algı operasyonu ile batı bölgelerinde AKP’ye oy kazandırma, HDP’ye ise oy kaybettirme hedeflenecektir.”
Kendini Bitir, Ülkeyi Bitir
Bese Hozat’ı da söylediklerini de konumu ve hedefleri bağlamında en azından anlamak, anlamlandırmak mümkündür. Hadi Bese Hozat’ın şu ironik çağrısını da tebessüm ederek haber sayfalarına taşımakta bir beis görmeyelim: “Gerileme ve dağılma sürecini yaşayan AKP, bu süreçte savaşı ve çatışmayı kendi çıkarına görmekte ve buna ihtiyaç duymaktadır. AKP kendisiyle birlikte Türkiye’yi bitirmek istiyor, Türkiye halkları buna müsaade etmemelidir.”
Peki, ama bu gerilla mantığı ve çözümleme biçimi üzerinden ülkeye ve toplumu hizaya çekmenin mümkün, doğru ve faydalı olup olmadığını sormayı akledemeyenlere ne demeli? İşte bir örnek olarak Cengiz Çandar, Radikal’de bu kurguyu Diyadin olayı üzerinden şöyle işliyor: “Olayı işittiğim ilk anda teşhisi hiç tereddütsüz koymuştum. Olayın, HDP’nin “barajı aşma ihtimalinin yükselmesi”ne karşılık, iktidar kaynaklı bir “provokasyonu” olduğu ayan beyan ortadaydı.”
İlk anda ve tereddütsüz koyduğu teşhisle Çandar’ın nasıl bir ruh haliyle hareket edebileceği aşikâr değil mi? Beyefendilerin silah ve şiddetten uzak ama barışa yakın durma mantığına bakar mısınız.
Tıpkıbasım bir örnek de Soli Özel’in Haber Türk’teki analizinden olsun. Özel, 7 Haziran seçimlerinin “zaten adil olmayacağını” baştan beyan ederken kriz ve felaket merkezi olarak işaretlediği yer son derece dikkat çekici: “İktidar partisinin ne pahasına olursa olsun seçimi kazanma ihtirası ya da iktidarı kaybetme korkusu bariz. Bu ve başkanlık seçimine gitmenin yolunun bir şekilde bulunması gerektiği takıntısının ne tür felaketlere yol açabileceğinin provasıydı Ağrı.”
Bütün süreci HDP’nin parti olarak Meclis’e girebilmesine endekslemiş Soli Özel’in ‘barışçı ve sivil’ vurgulu demokratikleşme eşiği enteresan değil mi? Anlatım bozukluğunu örneklercesine makalesine “Sisi delmek için” başlığını atan Özel, adeta dumanlı hava oluşturma seferberliğinde gönüllü olarak rol üstlenmiş gibi.
Ağrı Diyadin’de HDP’li Belediye tarafından tertiplenen ‘Bahar Şenliği’nin, ağır makinalı silahlar teçhiz edilmiş PKK militanları eşliğinde fidan dikme etkinliğine dönüştürülmesi sıkıntı edilmeyecek basit bir ayrıntıydı. Çözüm Süreci’nin değil ama PKK-HDP’nin silahlı propaganda dâhil her türlü söylem ve eyleminin bileşeni olmaya dünden hazırlar.