Selim Teke / Mecra
Mehdîlik Hareketi
Hadis kaynaklarında geçen Mehdîlik ile ilgili rivayetler tarihten bu yana birçok kişi tarafından, bir araç olarak kullanılagelmiştir. Mehdilik politik bir gücü de beraberinde getirdiğinden ve dinî bir statü kazandırdığından çok kullanılışlı bir ünvan olagelmiş, kitleleri peşinden sürükleyen ve tarihsel dönüşümlere imza atan insanları ortaya çıkarmıştır.
19. yüzyılın ikinci yarısında Muhammed Ahmed el-Mehdî, Sudan’da mehdîlik iddiasında bulunan ve kalabalıkları arkasında toplayan bir şahsiyet olarak ortaya çıktığında, onun bu iddiası sadece yaşadığı dönemi değil, günümüz Sudan’ını dahi etkileyen bir hareketin doğmasına sebep olmuştur.
Muhammed Ahmed el-Mehdî 1844 yılının Ağustos ayında Sudan’ın Dongola eyaletinde bir ada olan Labab’da dünyaya gelmiştir. Babası tekne ustası olan Mehdi, zengin bir ailenin üyesi olarak dünyaya gözlerini açmış olmasına rağmen babasının mesleğini devam ettirmek yerine ilim yoluna girmeyi tercih etmiştir. Mahalli alimlerden ilk öğrenimini aldıktan sonra, Sudan’daki talebelerin genelde yaptığı gibi Mısır’daki Ezher Üniversitesi’nde eğitim almayı tercih etmemiş, medreseye giderek tasavvuf yoluna girmiştir.
1861 yılında, yedi yıl boyunca yanında kalacağı ve eğitim alacağı Semmâniyye şeyhi olan Muhammed eş- Şerif’e intisap etmiştir. Ailesi ile birlikte Aba adasına yerleştiğinde, yerli halk arasında ününün artmasının hemen ardından şeyhi ile araları açılmıştır.
Muhammed eş-Şerif çocuğu için dans ve müzik gösterileri eşliğinde bir sünnet düğünü gerçekleştirdiğinde, tutucu biri olan Muhammed el-Mehdî onu şiddetli bir şekilde eleştirmiş ve bir yol ayrımına girmişlerdir. Başka bir rivayete göre ise bu ayrılığa sebep olan şey, Muhammed el-Mehdî’nin hocasına daha sonraları sürdüreceği mehdîlik davasında yardımcısı olması için bir teklif götürmüş olmasıdır.
Şeyhi tarafından tarikattan kovulan Muhammed el-Mehdî, Beyaz Nil bölgesindeki Müsellemiye’de bulunan yaşlı bir şeyhe bağlanmıştır. Şeyhin ilerleyen yaşından dolayı vefat etmesinin ardından Beyaz Nil’in batısında bir yerleşim yeri olan Kürdafan’a (Cordofan) geçen el-Mehdî burada cemâat ve kabile liderleriyle bağlantılarda bulunmuştur.
Dünya hayatından elini çekmiş, bilgin ve dindar bir görüntü çizen el-Mehdî kısa sürede halk tarafından kabul görmüş ve ölen şeyhin ardından tarikatın başına geçmiştir. Kürdafan’da bulunduğu süreçte en büyük yandaşı olacak, ölümünden sonra ise Halifesi olarak kurduğu devletin başına geçecek Abdullahî bin Muhammed ile tanışmıştır. Darfur’un deve çobanlığıyla uğraşan Bakkâre kabilesi mensubu, kıyamet alametleri ve mehdinin zuhuru konularına her daim bir ilgisi olan Abdullahî, Muhammed el-Mehdî’nin en büyük destekçisi olmuştur.
Hitabet gücü dolayısıyla büyük bir kalabalığı etrafına toplayan el-Mehdî, önceki şeyhin eserlerinde mehdînin zuhur edeceğine dair emareler geçtiğini iddia eden destekçilerinin de etkisiyle 1881 yılında Hz. Peygamber’in (s.a.v.) rüyasına girdiğini ve onu mehdilikle müjdelediğini iddia etmiştir.
Sudan alimlerinin çok eskiden beri mehdilik ile ilgili yazılar kaleme alıyor olması halkta mehdinin zuhuruyla ilgili bir beklenti oluşturduğundan, Muhammed Ahmed’in iddası kolaylıkla karşılık bulmuştur. Özellikle Kürdafan’daki insanlardan teşekkül eden büyük bir takipçi grubu oluşmuştur.
Muhammed el-Mehdî, mehdiliğin sadece toplum tarafından değil alimlerce de kabul görmesini istediğinden, bölgede yaşayan tarikat şeyhleri ve alimlere mektuplar göndermiştir.
- Mektup gönderdiği şeyhler arasında bulunan Senûsîyye tarikatının lideri Muhammed bin Ali es-Senûsî’ye mehdiliğini kabul etmesi şartıyla halifesi olma teklifini götürmüştür.
Muhammed Senûsî gibi Sudan dışında yaşayan alimlerden karşılık bulamasa da yerli alimler, küçük bir muhalif grup olmasına rağmen, zaman geçtikçe bir bir Muhammed el- Mehdî’ye katılmıştır.
Muhammed el-Mehdî’nin gönderdiği mektuplardan birisi, Mısır umumi valisi Mehmed Rauf Paşa’nın eline ulaşmış; fakat Paşa, basit bir şeyhin devlete zarar veremeyeceğini düşünerek mehdilik iddiasını göz ardı etmiştir. Bu ihmal el-Mehdi’nin hem Sudan’da yaptığı ziyaretlerle, hem de mektup yoluyla takipçilerinin sayısını arttırmak için gerekli olan süreyi elde etmesine olanak sağlamıştır.
Birçok kabileyi sadece dinî söylemlerle değil, milliyetçi söylemlerle de destekçileri arasına katmıştır. Bu gelişmeler Mehmed Rauf Paşa’nın kulağına çalındığında, yardımcısı Muhammed Ebü’s-Suûd’u el-Mehdi ile görüşmesi için Ebâ bölgesine göndermiştir. Ebü’s-Suûd, Muhammad Ahmed’i ikna etmeye çalışmış ve “eğer bu iddiadan geri dönmezse ordu ile üzerine yürüneceğini” söylemiş olsa da el-Mehdî geri adım atmamıştır.
Bunun üzerine Mehmed Rauf Paşa, Ebâ bölgesine el-Mehdî’yi tutuklamakla görevli iki bölük asker yönlendirmiştir. Fakat Paşa’nın el-Mehdî’yi hafife almasından ve yanlış gözlemlerinden dolayı, gönderilen Osmanlı birliği ağır bir yenilgi almıştır.
Sayı avantajlarını kullanarak ve ani bir baskınla kazandıkları zaferin ardından el-Mehdî’nin ve “Ensar” olarak adlandırdığı takipçilerinin üzerine 500 kişiden oluşan yeni bir birlik gönderilmiştir. El-Mehdî taarruz haberini alınca ve askerleriyle birlikte yakındaki Kadir Dağı’na çekilince, Osmanlı birlikleri onunla karşılaşamamıştır.
Fakat dağı geçen El Mehdî, Faşuda Valisi ile karşılaşmış ve bin 400 kişilik orduyla üzerine yürüyen valiyi mağlup etmiştir. Muhammed el-Mehdî’nin üst üste kazandığı bu zaferler mehdîliğine dair inancı halk nezdinde daha da yaygınlaştırmıştır. Mehdîlik ile ilgilenmeyen kabileler bile ganimet kazanma arzusuyla kendisine katılınca, Mehdî’nin ordusu daha da kalabalıklaşmıştır.
Mehmed Rauf Paşa, Mısır hükûmetine Mehdi’nin zaferlerini rapor edince Abdülkadir Hilmi Paşa yeni genel vali olarak bölgeye atanmıştır. 1882’de Hartum’a varan Abdülkadir Hilmi Paşa öncelikle Muhammed Ahmed’in mehdîlik iddialarını çürütmenin üzerinde durmuştur.
Bu hususta risaleler kaleme aldıran Hilmi Paşa, merkezden gelen emirlerle bu eserleri Mısır, Şam ve Sudan’da dağıtmıştır. İlmî girişimler kısmen etkili olsa da, ilerlemeye devam eden el- Mehdî, önce Kürdafan kuzeyindeki Ashaf şehrini, daha sonra eylül ayında ise Bârâ şehrini ele geçirerek daha fazla takipçi kazanmıştır.
Mehdî’nin Ubeyd’e doğru hareket ettiği duyulunca yerel hükûmet tarafından şehrin etrafına hendekler kazdırılmış, savunma için hazırlıklara başlanmıştır. El-Mehdî’nin 30 bin kişiden oluşan ordusu, ateşli silahlar karşısında ağır kayıplar vermiş fakat birkaç ay süren kuşatmanın sonunda şehri ele geçirmeyi başarmıştır.
Mısır Genel Valisi Abdulkadir Hilmi Paşa’nın, Mehdî’nin Ubeyd zaferinden sonra ortaya çıkan isyanları bastırma faaliyetleri içindeyken ve Hartum’da büyük bir çarpışma için ordu hazırlarken, 1882’de Mısır’ın İngilizler tarafından ele geçirilmesinden sonra merkeze çağrılması Mehdî’nin ilerlemesinin önündeki engelleri ortadan kaldırmıştır.
İngilizler, Sudan’ı ele geçirmek gibi bir niyetleri olmamasına rağmen tehlikenin Mısır’a sıçrama olasılığını ve Mehdî’nin İngilizler aleyhine yürüttüğü propagandaları göz önünde bulundurarak 1882 yılının ekim ayında William Hicks’i Mısır’a atamışlardır. Fakat William Hicks komutasındaki İngilizler de Mehdi’nin ordusuna karşı büyük bir yenilgi almışlardır.
Kumandan Hicks, küçük çaplı başarılarından sonra 1883’te düzenlediği Ubeyd kuşatmasında hayatını kaybetmiştir. Bu zaferden sonra çevre ülkelerden gelen birçok delege Mehdî ile görüşmeler yapmış, Darfur ve Bahrülgazâl’deki Mısır hükümetleri tamamen çökmüştür.
- Elde ettiği başarılarla Mehdî, tüm İslâm coğrafyasına hakim olma hevesine kapılmış ve takipçilerine Resulullah’ın (s.a.v.) ona Ubeyd Camii’nde namaz kıldığı gibi Mekke, Medine, Kûfe ve Kahire’de de namaz kılacağını müjdelediğini söylemiştir.
Mehdî’nin ilerleyişini durdurmak isteyen İngiliz hükûmetinin 1884’de General Gordon’u Hartum’a ataması da bir işe yaramamış;
8 bin kişilik orduya karşı çarpışan “Ensar” birliği, Hartum’u ele geçirerek Sudan’daki İngiliz hakimiyetine son vermiştir.
Hartum’da Muhammed el-Mehdi imamlığında kılınan Cuma namazının ardından Mehdî Devleti kurulmuştur. Yönetim merkezini Omdurman’a taşıyan Muhammed el-Mehdî, iki aylık yönetiminden sonra 22 Haziran 1885’te tifüsten dolayı hayatını kaybetmiştir.
Muhammed el-Mehdî’nin ani ölümünden sonra mehdinin halifesi olarak Abdullahî bin Muhammed yönetimi devralmıştır. Sudan’dan geri çekilmek zorunda kalan İngiliz güçleri 1896’da yeni bir hareket başlatmış, 1898’de ise Mehdî Devleti’ni tamamen ortada kaldırarak Sudan’da “ortak yönetim” dönemini başlatmışlardır. Fakat Mehdî Devleti’nin yıkılması, Mehdîliğin unutulmasına sebep olmamış, hareket Muhammed el-Mehdî’nin oğlu Abdurrahman üzerinden devam etmiştir.
Mehdî Devleti’nin yıkılmasının ardından devlete bağlı alimler, İngiliz yönetimi safında çalışmalara başlamışken, halk ise Muhammed el-Mehdî’nin yasakladığı sufi geleneklerine geri dönmüştür. Fakat bir grup insan İngilizler tarafından yasaklanmasına rağmen, Mehdi’nin ratiblerini okumaya devam etmiş, onun öğretilerini sürdürmüştür.
Muhammed el-Mehdî’nin 1885’de doğan oğlu Abdurrahman el-Mehdî, bu insanlarla birlikte Sudan’ın İngiliz kolonisi olduğu dönemde ortaya çıkacak, bağımsızlık döneminde ise Ümmet Partisi’ne dönüşecek yeni mehdilik hareketini ortaya çıkarmıştır.
Abdurrahman, Mısır’ın İngilizler tarafından ele geçirilmesinden sonra Gezira bölgesinde yaşamaya başlamıştır. General Slatin Pasha, Mehdîlik hareketlerinin doğurabileceği tehlikelerden dolayı Abdurrahman’ın hareketlerini izlemeleri için adamlarını görevlendirdiğinden, Mehdi’nin oğlu ile Ensar bir araya gelememiştir.
Mehdî hareketi üyelerinin hapse atılması, Mehdî’nin kitaplarının okunması ve mezarının ziyaret edilmesinin yasaklanması bu süreçte Mehdî hareketinin yeraltına çekilmesine sebep olmuştur. Abdurrahman el-Mehdî’ye 11 yıl boyunca İngiliz İstihbarat teşkilatının gözetimi altında yaşamasının ardından 1908 yılında Omdurman’a yerleşmesi için izin verilmiştir.
Omdurman’da Muhammed el-Bedevî’den İslâmî ilimler tahsis eden Abdurrahman, ticaretle uğraşmak ve babasının yaptırdığı Mehdî Camii’ni onarmak için İngiliz yönetiminden izin alabilmiştir.
- En nihayetinde onun Mehdîlik hareketini devam ettirmeye niyetli olmadığını düşünen ve tehlikeli olmadığına karar veren İngiliz yöneticiler, üzerindeki gözetimi hafifletmiş ve bu da Abdurrahman’ın harekete geçmesine imkan tanımıştır.
İngiliz yönetiminin dikkatini üzerine çekmek istemeyen Abdurrahman, alttan alta Ensar grubu üyeleriyle iletişime geçmeye başlamış; Omdurman’daki camide takipçileriyle toplantılar düzenlemiştir. 1914’e dek gözetim altında hareketlerini gerçekleştiren Abdurrahman, bu süreçten sonra kısmen de olsa İngiliz hükümetinin güvenini kazanabilmiştir.
I. Dünya savaşı patlak verdiğinde İngilizler İslâm coğrafyasında cihad ilan eden Osmanlı Devleti’nin bölgedeki etkisini kırabilmek adına propagandalara başlamıştır. Osmanlı’nın gerçek bir İslâm devleti olmadığını, gerçek İslâm’ın savunucularının İngilizler olduğunu ifade eden söylevler, ancak halkın bir kanaat önderi olarak gördüğü Abdurrahman’ın da bu propagandalara katılmasıyla karşılık bulmuştur.
- İngilizlerin güvenini kazanmak adına Osmanlı Devleti yerine İngilizlerin yanında yer alan Abdurrahman, halkı İngilizleri desteklemek konusunda teşvik etmek adına Sudan’ın değişik bölgelerine geziler düzenlemiş, cemaat liderlerini ziyaret etmiştir.
Çalışmalarının sonucunda hedeflerine kavuşan Abdurrahman, İngilizlerin, onun önderliğindeki “Ensar” hareketinin eskiden olduğu gibi radikal bir grup olarak değil de zararsız bir toplumsal hareket olarak görmesini sağlamıştır. Savaşın bitişinin ardından da ilişkileri sağlamlaştırmak için çalışmaya devam eden Abdurrahman, 1919’da Sudan’ın ileri gelenlerinden oluşan bir heyetle birlikte İngiltere Kralı V. Charles’ı ziyarete gitmiş ve ona hediye olarak Muhammed el-Mehdî’nin kılıcını sunmuştur.
Bu hareket İngilizlerin Abdurrahman’a yeni kurduğu ve üzerinden çok para kazanacağı pamuk şirketi için destek vermesini sağlamıştır. 1920’ye gelindiğinde Abdurrahman halkın desteğini kazanmış bir lider halini almıştır. Yine de, kazandığı birçok avantaja rağmen, İngilizler Sudan’daki otoritelerini sarsabilecek birini desteklemektense siyasî bir hedefi bulunmayan Hatmiyye tarikatı lideri Ali el-Mirgani’yi desteklemeyi tercih etmiştir.
1926’da “İngiliz Hükûmeti Şövalyesi” ünvanı taltif edilen Abdurrahman, 1925’de Sudan’a vali olarak atanan Geoffrey Archer ile de sıkı ilişkiler kurmuştur. Fakat ikili arasında tesis edilen olumlu ilişkiler İngiliz hükûmetinin tepkisini çekmiş ve Vali Archer görevden alınarak Abdurrahman’ın da Omdurman bölgesinin dışına çıkmasına yasak getirilmiştir. Faaliyetlerini Omdurman bölgesinde sınırlandırmak zorunda kalan Abdurrahman, Sudan entelektüellerini Mehdilik hareketini çalışmak üzere buraya davet etmiştir.
Abdurrahman, teklifini kabul eden fikir adamlarının çalışmaları ve Sudan’ın ilk Arapça gazetesi olan “Nil” gazetesini açmasıyla bölgedeki eğitimli kişiler üzerinde etki sahibi olmaya başlamıştır. Mehdîlik hareketinin yavaş yavaş büyüyor olması İngilizlerin dikkatini çekmiş ve İngiliz yönetimi, Abdurrahman’ı takipçi kazanmaya çalışan ve Sudan’da kendisinin başa geçeceği bir krallık kurmak isteyen potansiyel bir tehlike olarak görmeye başlamıştır.
1936’da ilk önce kendisinin, mayıs ayında ise oğlunun gerçekleştirdiği Mısır ziyareti de İngilizlerin şüphelerinin artmasına sebep olmuştur. 1936’da yapılan, İngiliz askerlerinin Mısır’dan çekilmesini ve Süveyş kanalının İngiliz güçlerine teslim edilmesine dair İngiliz-Mısır antlaşmasına karşı eleştirilerini aktarmak için yaptığı bu ziyaret, Mehdî hareketi Sudan milliyetçisi bir politika izlemesine rağmen, İngilizler tarafından Mısır kralı ve Abdurrahman arasında bir ittifakın ön adımı olarak görülmüştür.
İngiliz yönetimi bu şüphelerine rağmen Abdurrahman’ın kendileri için yaptığı eylemleri göz önünde bulundurarak Mehdîlik hareketini bastırmak için açıktan bir harekete girişmemiştir. Öyle ki 1938’de kurulan Kıdemliler Genel Kongresi’ne Abdurrahman’ın katılması engellenmemiştir.
Sudan’ın ileri gelenlerin görüşlerini tartışmaları için kurulan bu kongrede Abdurrahman sadece Ensar’ın değil giriştiği yayıncılık faaliyetleri ile etkilediği entelijansiyanın da desteğini alarak başat bir güç olmuştur. Fakat 1940 yılında İngilizlerin bu kongrenin siyasi bir hükmü olmadığını açıklamasından sonra, milliyetçi ve bağımsızlık yanlısı duruşu dolayısıyla onun tarafında olan entelektüeller desteklerini geri çekmiştir.
1945’de kendisine mehdilik hareketi üzerinden, bir dinî lider olarak intisabı olmayanların da desteğini alabilmek adına, görünürde sadece fonlamasını yaptığı Ümmet Partisi’ni kurdurmuştur. Parti, Hatmiyye tarikatı üyesi İsmail el-Ezheri’nin Mısır ile birleşmeyi hedefleyen ve Nil Birliğini kurma yolundaki politikalarına “Bağımsızlık Cephesi” adı altında karşı durmuştur. Milliyetçi duruşu partiye destekçi kazandırmış olsa da Abdurrahman’ın yeni bir Mehdî devleti kurmasından şüphe duyan kişiler sayesinde, 1944’te kurulan Yasama Meclisi’nde el-Ezheri ağırlığını korumuştur.
1952 yılında Cemal Abdunnasır liderliğindeki cuntanın Mısır Kralı Faruk’u tahttan indirerek ülkede cumhuriyet ilan etmesi, Sudan’daki tarafları da bağımsızlık arayışı içine sokmuştur. Sudan’ın bağımsızlığını önceleyen Abdurrahman, bu olay üzerine 1952’de Londra’yı ziyaret ederek İngiliz yetkilerle bağımsızlık görüşmeleri yapmıştır.
Üç yıllık bir süreçte yavaş yavaş seçimlerin yapılması ile İngiliz yetkililerin yerini Sudanlıların alabileceği bir anlaşmada mutabık kalınmasının ardından Abdurrahman, Ümmet Partisi’nin çalışmalarını hızlandırmak üzere ülkesine geri dönmüştür. Fakat Abdurrahman istediği sonucu alamamış, 1953’te yapılan ilk seçimde el-Ezheri’nin kurduğu Ulusal Birlik Partisi kazanan taraf olmuştur.
Resmî bağımsızlığın 1956’da kazanılmasıyla 1958’de yapılan seçimlerde 173 koltuğun 68’ini elde eden Ümmet partisi kısmen bir başarı elde etmiştir fakat Abdurrahman hiçbir zaman hedeflediği gibi devletin başına geçememiştir. 1958’de yapılan askeri darbeyi de iktidardan pay alabilmek adına desteklemiş lakin umduğunu bulamamıştır. Abdurrahm el-Mehdî, 22 Mart 1959’da 73 yaşındayken hayatını kaybetmiştir. Kurduğu Ümmet Partisi ise bugüne kadar varlığını korumuş ve seçimlere katılmaya devam etmiştir.
Günümüzde Sadık el-Mehdî’nin başkanlığını yürüttüğü parti, Sudan’ın ana muhalefet partisidir.
Muhammed el-Mehdî’nin mehdîlik iddiası ve bu iddia üzerine inşa ettiği eylemler, onu destekleyen ve muhalefet edenleri, tüm Sudan’ı büyük oranda değiştirmiştir. Sadece kendi hareketinin devamı olan Ümmet Partisi değil, mehdîlik iddiasının doğurduğu sonuçlardan tüm siyasî taraflar etkilenmiştir.
Mehdîliğin, Muhammed el-Mehdî’nin iddiasından önce de Sudan topraklarında her daim işlenen bir konu olması; aynı zamanda İslam coğrafyasının bir hezimet dönemi içerisinde bulunması, “İslâm’ın yok oluşu (İndirasu’l İslâm)” söylemlerinden doğan felâket beklentisi, Muhammed el-Mehdî’nin iddiasını kuvvetlendirmiştir.
Mehdî’nin kazandığı zaferlerin ardından toplumda karşılık bulması, mehdîlik düşüncesini zaman içinde ulusal bir kahraman algısına dönüştürmüştür. Bu ise Sudan’da milliyetçiliğin doğmasını sağlayan en büyük etken olmuştur. El-Mehdî’nin yandaşlarından olan Hüseyin ibn Zehra’nın modern anlamda “Sudanlılar”, “Sudan Ümmeti” gibi kavramlara eserlerinde yer vermesinin yanı sıra oğlu Abdurrahman el-Mehdî’nin milliyetçilik çerçevesinde şekillendirdiği Ümmet Partisi, milliyetçiliğin Sudan topraklarına yerleşmesine katkıda bulunmuştur. Milliyetçi söylem sadece Ümmet Partisi tarafından kullanılmamış, Sudan’da siyasal İslam’ın kurucusu olarak kabul edilen Hasan el-Turabi’nin fikirlerinde dahi kendine yer bulmuştur.
El-Mehdî, dinî bir statüyü kullanarak, neredeyse tüm Afrika’da olduğu gibi, asırlardır Sudan’ın İslâm’ı yaşama biçimi olan sufiliği de farklı bir noktaya yönlendirmiştir. Mehdî’nin mezhepler ve tarikatlar konusundaki olumsuz tutumu, Mehdi Devleti döneminde sesli zikir ve evradı yasaklaması, Sudan’daki tasavvuf algısını etkilemiştir. Her ne kadar Mehdî Devleti yıkıldıktan sonra büyük oranda tarikatlar eski geleneklerine geri dönmüş olsa da, sufi kimliklerini “Mehdî”ye olan inançlarından dolayı askıya almaları, geleneğe belli bir oranda ket vurmuştur.