Silahlı Kuvvetlerin Reformu Üzerine Düşünceler

Narcis Serra’nın Demokratikleşme Sürecinde Ordu kitabını Asım Öz, Haksöz-Haber okuyucuları için değerlendirdi.

İspanya’da, 1982’den itibaren Savunma Bakanlığı görevini yürüten ve ülkeyle birlikte ordunun da demokratikleşmesine önemli katkıları olan Katalan Sosyalist lider Narcís Serra, sekiz bölümden oluşan Demokratikleşme Sürecinde Ordu’da silahlı kuvvetlerde reform süreci hakkındaki tecrübelerini paylaşıyor.

Asım Öz/Haksözhaber

Toplum ve onun temsilcilerinin, tehdit oluşturanlardan kendisini korumak üzere güç kullanımı hakkını teslim ettiği ordu üzerindeki denetimi, sivil-asker ilişkilerinin temel konusu olmuştur, olmaktadır ve her zaman da olacaktır. Bu sadece belirli ülkelere has yahut bugünün sorunu da değildir. Belki bu yüzden Juvenal, “Quis custodiet ipsos custodes?”, yani “muhafızların muhafızlığını kim yapacak?” diye sorarak sivil hükümetler ve silahlı kuvvetler arasındaki temel meseleye neredeyse yüzyıllar öncesinden işaret ediyordu.

 Sivil denetimden bağımsız kaldığında, 'askeriye sorunu'  her zaman için kalıcı bir istikrarsızlık kaynağı olmuştur. Süreklilik kazanan silahlı kuvvetlerin denetimi sorusunun bir çıkmaz sokak olarak düşünülmesinden dolayı Edmund Burke gibi muhafazakâr kuramcılar karamsarlık taşımaktaydı. Ordu ve siviller arasında devam eden gerilim o zamandan günümüze kadar sürüyor: Toplumun, kendisini korumak üzere güç kullanımı hakkını teslim ettiği grup üzerindeki denetimi nasıl sağlanmalı? Sivil-asker ilişkilerinin bu temel sorunu güncelliğini her zaman koruyor. Hele siyasi partiler arasında, kendi duruşları için silahlı kuvvetlerin desteğini aramayacaklarına dair bir anlaşmanın olmadığı Türkiye’de reformların başlaması oldukça gerilimli bir süreçtir. Zira yaranmaya çalışılan bir orduda reform yapmak çok zordur.

Askeri Reform Süreçleri

“Bir ulusun ordularının kutsal görevi düzeni-muhafaza etmektir ve biz de onu yapıyoruz” diyen General Franco’nun ölümünün ardından faşizmden kurtulan İspanya’da, 1982’den itibaren Savunma Bakanlığı görevini yürüten ve ülkeyle birlikte ordunun da demokratikleşmesine önemli katkıları olan Katalan Sosyalist lider Narcís Serra, sekiz bölümden oluşan Demokratikleşme Sürecinde Ordu’da silahlı kuvvetlerde reform süreci hakkındaki tecrübelerini paylaşıyor. İspanya’da ordu ve siyaset ilişkisi sorunu, sadece bir darbe dönemi sorunu olmaktan öte, kurulu bir otoriter düzenin ve hâkim bir otoriter ideolojinin tasfiyesi sorununa dönüşmüştür. Bunun bir kanıtı olarak şu durum zikredilebilir: Franco öldüğünde, İspanya’da yönetimde fiilen askerler yoktu ama ordu kendini rejimin garantörü sayıyor ve geniş bir kesim tarafından da öyle kabul ediliyordu. İspanya bu açıdan Türkiye’ye oldukça benziyor. Türkiye’nin düzenli olarak askerî darbelerle bölünen çok partili hayatının, 1961 ve 1982 anayasalarıyla büsbütün kurumsallaştırılan askerî vesayete teslim olmasına benzer bir süreç yaşanmıştı İspanya’da da.

 Daha önce Barcelona Belediye Başkanlığı yapmış olan yazar karmaşık durumlarla baş etmenin en iyi yolunun yalın fikirler olduğu inancından hareketle, ele aldığı konuda nasıl başarı sağlanacağının da ipuçlarını sunuyor: Barcelona Belediye Başkanlığı sırasında, bir alanda hassas kararlar alabilecek siyasi ve ahlaki otoriteye sahip olmak için o alanda geniş teknik yeterliliğe sahip olmanın gerekli olmadığını öğrenen Serra, görevdeki süre uzadıkça yetkinliğin daha teknik alanlarda bile artacağına inanır.  Bu tecrübeleri ile, “İspanya birdir ve bölünmesine izin vermeyeceğiz” diyen, “ulusun değerlerini korumak için” siyasete müdahale hakkını kendinde gören, kendisini “imtiyazlı” bir kesim olarak kabul eden ordunun sivil denetimine ve hükümet politikalarına tâbi bir zihniyet yapısına nasıl taşındığını, ayrıcalıklı pozisyonundan nasıl sıyrıldığını konunun en yetkin isimlerden birisi olarak aktarıyor.

Toplumun ciddi çatışmalarla yıprandığı, iç düşman kavramı üzerinden topluma askerî erdemleri aşılama görevinin yüceltildiği ülkelerde, hukuksal reform ekseninde, ordunun siyasete karışmasının azaltılmasında ve profesyonel değişim ekseninde ilerlemenin neredeyse imkânsız oluşunu işlerken Türkiye’ye de değinen Serra, ne yazık ki, kitabının diğer yerlerindeki güçlü argümanları geliştirememekte ve neredeyse iç düşman retoriğine teslim olmaktadır. Şu cümleler bu noktada dikkat çekmektedir: “Her ne kadar Avrupa Birliği ile müzakerelerin perspektifi değişimlere yol açtıysa da (…)Kürt sorununa ve laik cumhuriyete yönelik İslami tehdide siyasi bir çözüm bulmadan, Türkiye'nin kurumsal reform ekseninde kesin ilerleme kaydetmesinin çok zor olacağı yeterince açıktır. Aslında AB'ye entegrasyon süreci, eğer ilerlerse, silahlı kuvvetlerin vesayetinin azaltılması ve bahsettiğim iç çatışmaların üstesinden gelinebilmesi için bir istikrar öğesi-oluşturabilir.”

Askerî özerkliğe karşı mücadele sürecine sadece açıklama ve tahminde bulunmakla kalmayıp insani müdahale ve faaliyetler için hangi ihtimallerin bulunduğunu da gösteren kuramsal açıdan yaklaşmanın sınırlarının farkında olan Serra’nın kitabında esas üzerinde durduğu konu, İspanya Silahlı Kuvvetleri’nin “has” alanlarından feragat ederek sivil alana ayak uydurmasının nasıl sağlandığı olsa da dünyada bu alanda yaşan tartışmaların teorik birikimi özellikle de ABD’de yaşan ve 11 Eylül 2001’deki olaylardan sonra bıçak gibi kesilen asker sivil ilişkileri de genişçe ele alınmakta. Mesela Michael C. Desch kaynaklı şu istatistiki verileri aktarır: “ABD Başkanları ve Genelkurmay arasında 1938'den 1997'ye kadar gerçekleşen 65 anlaşmazlık olduğunu ifade eder. Analizine göre, 1950 den önce yaşanan 33 çatışmada Başkanın görüşleri üstün gelmiştir. 1950'den 1989'a kadar yaşanan 30 anlaşmazlık ya da kriter farklılığı içinde ise ordu birinde, uzatılmış nükleer savaş doktrininde üstün geldi ve Amerikan Kuvvetlerinin Kore'den çekilmesi konusunda da uzlaşıya varılması için bastırdı. Desch, 1989'dan 1997'ye kadar görüş farklılığı içeren 12 konudan bahseder. Askerin görüşü bu konuların 7'sinde üstün gelirken, Başkan'ın sadece 4 konudaki görüşü kabul edilir ve Silahlı Kuvvetlerdeki kadınlar üzerindeki kısıtlamalar konusunda da uzlaşmalı bir çözüme varılır.”

 Askerî reform sürecinin ayrılmaz bir parçasını oluşturan askerî politika üzerine derinlemesine düşünen Serra’yı sivil asker ilişkilerinin çok az teorize edildiğini ifade eden Asker ve Devlet kitabının yazarı Samuel Hungtinton’ın kitabına yazdığı önsözü bugün olsa yazamayacağını düşündüren sivil- asker ilişkileri noktasında dünya ölçeğinde çok fazla çalışmanın yapılmış olması. Askerî reform süreci ilerledikçe ve yeni önlemler artık ordunun siyasete karışmasını değil, özerklik alanını azaltmaya odaklandığında Türkiye’de henüz askeri reform sürecinin başında olunduğu söylenebilir. Böyle bir ortamda general sayılarının tartışılmaya başlaması bile önemli addedilmelidir. Askeriyenin prensip ve inançlarında bir değişim yaratmadıkça ve onları seçilmişlere sadık kılmadıkça normalleşme sürecinin tamamlanmış sayılamayacağı ortadadır. İşte, tam bu noktada sivil hayatla askeri hayatın birbirine benzeyip benzemeyeceği, ordunun savunma sürecinde etkili olabilmek için toplumdan farklı olup olmayacağı meselesine karar verilmesi ordu sivil ilişkileri açısından hayati önem taşıyan konuların başında geliyor. Askeriyenin içinde bulunduğu toplumdan ne kadar farklılaşmasının istendiği, tartışması konusunda sunulan iki karşıt yaklaşım önem kazanır: İlki İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra askerlik mesleğini tanımlamaya yönelik ilk ciddi girişimi başlatan Samuel Huntington'a göre, ordunun etkili olabilmek için farklı olması gerekir. Huntington, "şiddet yönetimi" olarak tanımladığı askerlik mesleğinin, sivil değerlerle uyumsuz olduğuna inanır. Dolayısıyla ordunun etkin olabilmesi için kendisini sivil toplumdan soyutlamak, kendi değerlerini ve etik kurallarını geliştirmek zorunda olduğunu kabul eder.

Orduları uluslararası çatışmaları çözmeye adanmış polis güçleri olarak tanımlamak için "kolluk gücü" kavramını ortaya atan ve ABD’deki profesyonel askerlik tartışmalarının baş aktörü Morris Janowitz'e göre ise ordu mensupları, yeni koşullar altında etkinliklerini arttırabilmek için sivil değerlere ve prosedürlere yaklaşmalıdırlar. Yani ordu mensuplarının ayrıcalıkları ya da imtiyazları azaltmak yeterli değildir; silahlı kuvvetlerin doğasının ve görevlerinin yeniden tanımlanması gereklidir. Yazar kitabında ikinci yaklaşımın doğru olduğunu işlemektedir: “Huntington'ın savunduğu durumu yanlış ve tehlikeli olarak  eleştirdiğimi söylememe gerek yok. Geçen zamanın, Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ve güç kullanımının meşru nedenlere dayanması gerektiği konusunda uluslararası camiada artan farkındalığın Janowitz'in kriterlerini 21. yüzyıl için geçerli kıldığına inanıyorum. ABD'nin devasa askerî gücü gözleri kamaştırarak bu gerekli gelişmenin görülmesini engellemiştir. Zira Amerikan yönetimi, Irak örneğinde askerî zaferin savaşı kazanmak için yeterli olduğuna inanmıştır.”

Statü ve Ayrıcalıkları Kaldırmak

Narcis Serra, İspanya’da ordunun demokratikleştirilmesinde, bütün bunlara ek olarak, askerî finansman yasasının çıkarılmasına, askerî yargının görev alanının kısıtlanmasına ve askerî eğitim müfredatının sivillerin denetimine açılmasına özel bir önem atfediyor. Askerî yargı sisteminde gerekli reformların uzun bir süreç olduğunu bundan dolayı çabucak gerçekleşen, her şeyi silip süpüren bir reform olmadığını belirten Serra, askerî yargı sisteminin aynı zamanda askerî özerkliği korumak ve toplumunkilere aykırı olabilen farklı değerleri, kriterleri sürdürmek için tasarlanmış bir araç olduğunu bundan dolayı da bu alandaki reformların askerî reformları sağlamlaştırma aşamasına bırakılması gerektiğini düşünür: “Pek çok ülkedeki deneyim, silahlı kuvvetlerin daha önceki davranışları için dokunulmazlık kazanabilmek amacıyla kendi bağımsız yargı sistemlerini korumaya çalışacaklarını göstermektedir. Bu, insan hakları ihlali içeren hareketleri kamufle etmenin ya da basitçe, kendilerine sivil toplum karşısında farklı bir statü ve ayrıcalık kazandırmanın bir yöntemidir. Her durumda, geçiş süreciyle ve askerî reformun diğer özellikleriyle uyumlu bir yasal değişiklikler programı hazırlanmalıdır.”

Bürokratik bir aygıt olan ordunun denetimi konusunda, bir ülkede kalıcı tek istikrarlı çözümün, ordunun sivil güce tâbi olduğunu mutlak bir önkoşul olarak kabul etmesi gerekliliği üzerinde duran ve bunun süreçlerini İspanya üzerinden değerlendiren Demokratikleşme Sürecinde Ordu kitabı hem Türkiye’de olanları hem de kısa ve orta vadede olacakları kavramak bakımından önemli veriler içeriyor. Mesela Türkiye’de yaşanan son olaylardan sonra sistemin bazı kurumlarının ve/veya siyasi aktörler arasındaki ilişkilerin yeniden tanımlaması gerekliliği noktasında Genel Kurmay Başkanlığı’nın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanıp bağlanmayacağı meselesi bunlardan biri. Askerî politikayı yönetebilecek gerçek güce sahip bir savunma bakanı askeri reformlar bakımından çok önemlidir. Pek çok ülkede var olmasına karşın askeri politikayı yönetebilecek yeterlilikte ve güçte bir savunma bakanının bulunmayışı, askerin özerkliğini koruma politikalarının başarılı olduğunun göstergesidir.

 Gerçek anlamda bir savunma bakanlığının oluşturulmasının ne kadar önemli olduğunu şöyle açıklar Serra: “Savunma Bakanlığı'nın yaratılması, orduların tam anlamıyla kendilerine ait gördükleri karar alma süreçlerinin ortadan kaldırıldığı çetin bir süreçtir. Bu nedenle de en az iki aşama gerektirir. İlki, savunma politikası önceliklerini belirlemeye, medyayla ilişki kurmaya ve istihbarat servislerini denetlemeye çalışacak bakan etrafında, doğrudan kendi ofisine bağlı bir çekirdek oluşturmaktır. Bu çekirdek aynı zamanda bütçe üzerinde kademeli olarak denetim kurmak için bir mekanizma da içermelidir. İkinci aşama ise az sonra sayacağımız dört şeyi yapma yeterliliğine sahip bir bakanlık yaratmaktır; bu bakanlığın ayırt edici özelliği olacaktır. Muhtemel uygulamaya konulma sırasıyla dört madde şunlardır: Bütçe görevlerini üstlenmek, silahlar ve mühimmat konusunda yetkili olmak, askerî görevlerin belirlenmesi ve personel politikasının yürütülmesi. Askerî birimlerin merkezî organın uygun bölümlerine işlevsel bağlılıklarını sağlayacak düzenlemeler daha sonra gerçekleştirilebilir.” Gerçek anlamda savunma bakanlıklarının olmayışı askerin hem siyasetten çekilmesi hem de sivil alanı tamamıyla seçilmişlere bırakma durumu söz konusu olduğunda askerler kadar sivillerin de hatalı olduğunu ortaya koyuyor. Serra, savunma ile ilgili kararlar alınırken elbette ordudan bilgi ve tavsiye alınmalı; ancak kararlara asla onlarla beraber varılmamalıdır diyor. Bu yüzden askeri reformun yerleşme sürecinde çatışma seviyeleri denetim altında tutulacaksa, bakana bağlılık ve özellikle ona sadakat, hayati gerekliliktedir.

Türkiye’de 27 Mayıs darbesi akabinde bir yandan ordunun toplumun geri kalanından soyutlanması süreci artarak devam etti, bir yandan da subay sınıfının ekonomik gücü kademeli olarak arttı. Akademilerde alınan eğitimin bir sonucu olan sınırlı entelektüel yaşamda buna eklendiğinde toplumsalın mahiyeti hakkındaki bilgisizlik genel bir hal alır. Bunların tümü de ordunun toplumun geri kalanından farklı ve genellikle çok daha “tutucu” kriterlere ve değer sistemine sahip olmasına yardımcı olur. Bundan dolayı orduyu kışlalarda toplumdan soyutlamaktan ziyade, şehir merkezlerinde oturmalarını teşvik etmek üzerinde de duran Serra, askerlerin ailevi, kişisel ya da yurtiçi nitelikli bir hizmeti yerine getirmeleri için görevlendirilmeleri dâhil, tüm maaş dışı avantajları ortadan kaldırılmasının da önemli olduğunu belirtiyor.

Henüz askeri olmayan okullarda bile askeri kalıntıları temizleyemeyen Türkiye’deki mevcut eğitim sistemi düşünüldüğünde şimdilik oldukça “lüks” kaçan önerileri var Serra’nın. Askerî eğitim yapısını, eğitim sisteminin genel organizasyonuna uyumlu hale getirmek ve mümkün olduğu ölçüde ona entegre etmek şeklinde özetlenebilecek bu yaklaşımın kamuoyunda bir biçimde gündeme gelmesi bile önemli. Narcis Serra’ya göre, “Askerî eğitimin düzenlenmesi konusunda sivillerin kararlı davranmasının şart olması, sadece askerî okulların ordunun özerkliğinin en önemli cephelerinden biri sayılmasından kaynaklanmıyor.” İşte bu yüzden sivil siyasete uyumlu bir orduya sahip olma sürecinde öncelikle askerlerin kafasını değiştirmek, bunu gerçekleştirmek içinse donanımlı olmak gerekiyor. Sözgelimi, silahlı kuvvetlerin faaliyetlerine yol gösterebilen bir bakanlığın desteği olmadan askerî eğitimde reform yapmak mümkün değildir. Bakanlık askerî okullara girişleri denetleyemiyorsa bu noktada bir beklenti içine girmek ancak hayal kırıklığı meydana getirir.

Öte yandan askerlere karşı davranışların iyileştirilmesi ve askerlerin haklarını korumak için pratik mekanizmalar oluşturulması önerisi Türkiye gibi zorunlu askerliğin muhafaza edildiği ülkeler açısından büyük önem arz eder. Ne var ki, şimdilik askerî yönetimin bu önlemleri uygulaması neredeyse imkansızdır. Reform sürecinin başlaması ve akabinde; ordu, kendi iç denetimini korumaya çaba harcayacağı ve dış denetimden muaf bir “has alan” sürdürmeyi tercih edeceğinden uygulanması zor, bir dizi oldukça heterojen önlemi gündeme getirir. Bu bakımdan askerî darbe tehditlerini ve süreçlerini besleyen askeri otonomi kaynaklı döngünün geri gelmesini önlemek için devletin seçilmiş liderliği, orduya karşı iyi tasarlanmış, siyaset önderliğinde bir strateji uygulamalıdır. Fakat şurası açıktır ki, sivil hâkimiyeti zaman ve çaba gerektirir. Tabii askeriyeyle ilişkilerini yeniden tanımlama arayışında olan sivil hükümetler için basit reçeteler ya da geçerliliği kanıtlanmış stratejilerin olmadığının farkında olarak. Çünkü “askerî reformun evrimi, gerçekleştiği yerin koşulları ve demokratikleşme sürecinin başlangıcı ile önceden belirlenemez; ne kadar gelecek vaat ederse etsin, tatmin edici bir sonuca ulaşacağı garanti değildir.”

Seçilmiş hükümetlerin eylemlerini veto etme imtiyazını kaybeden generaller için Cahit Koytak’ın generallerle ilgili eski ve yazacağını tahmin ettiğim yeni şiirlerini okumayı da ihmal etmemek lazım. Sadece darbelere odaklanan bir ordu analizinin ötesini de düşünebilmek için askerî reformların genel reform sürecinden soyutlanabilecek, sımsıkı kapatılmış bir bölüme ait olmadıkları gerçeğini dillendiren Demokratikleşme Sürecinde Ordu kitabı önemli açılımlar sunan bir çalışma. Zira tartışmanın nihai amacı, bir dizi koşulda, ordu üzerinde sivil denetimi var olandan öteye taşımak için önlemler ve eylemler önermek olmalıdır.

Narcis Serra, Demokratikleşme Sürecinde Ordu, Çeviren: Şahika Tokel, İletişim Yayınları, 2011, 302 sayfa. 

HAKSÖZ HABER

Kitap Haberleri

“Sâsanî’lerden Safevîler’e Kadar Şîa’nın Tarihi" kitabı çıktı
Wael Hallaq'ın Şeriat kitabı Ekin Yayınları etiketiyle çıktı
Norman Finkelstein’ın kaleminden Gazze direnişi
Ellinci yılında Filistin Şiiri antolojisi
Ümmetin gündemine katkı: Zeydîlikten Husîliğe Yemen