ŞİKAKİ’nin Şehadetinin 17. Yıldönümü

Şehadetinin 17. yıldönümünde Şehid Fethi Şikaki’yi Rahmetle anıyoruz!

1995'te İslami direniş bir şehidini daha ölümsüzlük ufkuna yolcu etti. Ve bir şehit daha düştü toprağa. Eli kanlı Siyonist ajanlar dünya istikbarının yardımıyla Filistin intifadasının ateşleyicilerinden ve öncülerinden İslami Cihad'ın basiretli, üretici, dirayetli ve yiğit lideri Dr. Fethi Şikaki'yi şehit ettiler. Libya’da Muammer Kaddafi ile görüştükten sonra Malta'da Siyonist katillerce şehit edilen Şikaki, Filistin İslami uyanışının yüzakı ve İslami mücadelenin şahidiydi.

Fethi Şikaki’nin mücadele çizgisi İslami mücadelenin uluslararası emperyalist güçlerle fiili olarak karşı karşıya geldiğimiz en riskli ve en zorlu alanda odaklaşmaktadır. Onun ve arkadaşlarının Filistin'deki İslami kurtuluş mücadelesi bölgesel bir cihad değil, Müslümanların evrensel fitneyle karşı karşıya geldiği en belirgin bir hattı oluşturmaktadır.

İşgal altındaki topraklarda İslami mücadele ateşini tutuşturan Fethi Şikaki gibi şehitler her zaman Müslümanların gurur ve iftiharı olacaklardır. Emperyalizmin İslam coğrafyasının merkezine jandarma üssü olarak kurduğu İsrail'e karşı teslimiyetçiliğin zillet ve utancını, aşıladığı mücadele azmi ve cihad ruhuyla kıran İslami Cihad'ın bu yiğit önderine ve mücadelesini sürdürenlere binlerce selam olsun!...

Şikaki, mücadelesiyle olduğu kadar entelektüel ufkuyla da yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. Şöyle diyordu, "İslami Hareket ve Kudüs" isimli kitabında:

"Filistin etrafında birliktelik sağlamak; tarihin Kur'an'la buluşmasını ve Mescid-i Aksa'ya doğru siyasi bir coğrafyanın yeniden oluşturulmasını gerçekleştirecektir."

 

Dr. Fethi Şikaki, düşünsel gelişimini, mücadelesini ve hareketini kendi diliyle anlatıyor. İlgiyle okuyacağınızı umuyoruz:

Ben Hep Devrimciydim

16 yaşlarında olduğum 1967 yılı benim için ve İslami Cihad’ı kuran diğer arkadaşlar açısından bir dönüm noktası idi.

O dönemde siyasi hayatta okul çerçevesinde bazı deneyimlerim olmuştu. Ortaokul ve lisede yazdığım kompozisyonlar, gerek önerdiğim savlar açısından gerekse de belagat açısından öğretmenlerimin dikkatini çekiyordu. Ayrıca okulda sabah hitabetlerine katılıyordum ki o dönemlerde milliyetçi eğilimler içerisindeydim.

O zamanlar yaygın olan Nasırizm akımı bizi de etkilemişti. Kişilik ve Arap lideri olarak Abdunnasır’a ilgi duyuyordum. Komünist olmamamda payı vardı. Zira ‘eşitlik’ düşüncesini araştırırken elime geçen “Komünizm Gerçeği” adlı kitabın önsözü Abdunnasır tarafından yazılmış ve komünizmi şiddetli bir şekilde eleştirilmişti. Bu önsöz beni komünizmden alıkoydu ve siyasi faaliyetlerim Nasırizm’le sınırlı kaldı.

1966 yılında benden büyük iki kardeşimle beraber Nasırizm çatısı altında bir örgüt kurduk. Bilahare kurucuları İslami akıma yöneldiler. 1967 Haziran yenilgisi, özgürlük ve vatana dönüş özlemi çeken gençler için bir dönüm noktası oldu. Lider Abdunnasır’ın yenilgisi bir sürprizdi. Dengesiz olmuştuk. Ama gazeteci Hasaneyn Heykel’in Arap Yarımadası üzerinde yaptığı yorumları sayesinde dengeleri biraz yakalamıştık. Ama endişelerimizin kaybolmayacağına inanıyorduk. Böylece farklı bir yola doğru, İslam’a doğru dönüşümüz başlamıştı.

1960’lardan önce İslam’ı sadece ibadetlerden müteşekkil bir din olduğunu sanıyordum. Gazzali’nin “İslam’ı Nasıl Anlamalıyız” adlı kitabını ele geçirdikten sonra, İslam’ın hayatın bütün alanlarını kapsayan geniş bir dünya olduğunu gördüm.

O dönemlerde İhvan-ı Müslimin hareketine karşı olumsuz yaklaşım içindeydim. Bunun da sebebi Nasırizm’i benimsemiş olmamdı. Bundan dolayıdır ki, 1967’de Seyyid Kutub’un “Yoldaki İşaretler” kitabının, babası İhvan-ı Müslimin’den olan bir arkadaşımın evinde bulunması hoşuma gitmemişti. Kitaptan dolayı çok kızmıştım ve kitabı kendi evime götürmüştüm. Okumaya başladığımda adeta yeni bir dünya ile buluşmuştum. Zannettiğim gibi tahribattan, yıkımdan bahseden bir dünya değildi. Bu kitap ve Seyyid Kutub’un diğer kitapları beni ve diğer arkadaşlarımı çok etkilemişti. Aslında aile olarak da dindar bir aileye mensuptum. 1967’deki İslam düşüncesiyle bu buluşmamdan sonra laik-milliyetçi düşünceden koparak yeni İslami düşünceye yolculuk başlamıştı.

1968, evimde milliyetçi düşüncelerden kurtularak İslam’a yöneliş için yoğun tartışmaların olduğu bir yıldı. Uzun uzun tartışmalar yaşadık. Her şey bir gün bir gecede halledilecek değildi. İslam’ı okudukça usul olarak eleştirilerimiz de artıyordu. Nihayetinde yolu değiştirme kararına vardık, arkadaşlarımın önünde bütünüyle İslam düşüncesiyle ikna olduğumu ilan ettim. “Beni izleyecek olan varsa bugünden itibaren yeni bir eğitim programı başlatacağız.” dedim. Böylece eski halkamız yeni bir yapıya girmiş bulunuyordu. Gazze’deki evimde değişik kitaplar mütalaa ediyorduk. Bir kişi hariç bütün arkadaşlar bize katılmıştı. Fetih Hareketi’nin öncülerinden olan Saad Ebu Haşi adlı arkadaşla aramızdaki ihtilaf tamamen fikri idi. Ama ilişkimiz devam etti. O sıralarda Şeyh Ahmed Yasin ile tanıştım. O sıralar öğretmendi ve fiziki olarak da güçlü bir bünyesi vardı. İhvan-ı Müslimin’in Gazze’de yeniden yapılanmasını sağlamıştı. Aramızda karşılıklı ziyaretler başladı. O sırada İhvan’ın güçlü bir yapısı yoktu. İlk zamanlar İhvan’a katılmamak için direndik ama sonunda gördük ki İhvan’a direnecek dinamiklere sahip değiliz. Zamanla kendiliğimizden İhvan’a katıldık. İhvan’a taze kan olmuştuk. Ama İhvan’ı tam olarak benimsemiş değildim. Şeyh Ahmed Yasin’le çok tartışmalarımız oldu. Özellikle siyasi ve vatani tavırlarında bir olumsuzluk vardı. Fedai Hareketi’ni onaylamıyorlardı. Bu olumsuzluktan dolayı İslam’ı tam olarak kabul etmekle birlikte vatanperverlerle ilişkileri açık tuttum.

İhvan’da gördüğüm ikinci eksiklik, İslami anlayışlarında ve dünyaya bakış açılarında netlik olmayışıydı. Harekete egemen olmuş bir düşünce ve metodolojileri yoktu. Bilakis her biri toplantılarda rastgele şeyler söylüyor, yazıyorlardı. Yani fikri bazda bir kaos ve kargaşa vardı. Vatanı ilgilendiren konularda da örgütsel bir tavırları yoktu.

Ben Hizbu’t-Tahrir’deki katı metoda ve İhvan-ı Müslimin’de meseleleri kaypaklaştıran metotsuzluk kargaşasına tepki gösteriyordum. Bu kaos beraberinde önemli bir soruyu gündeme getirmişti: Öyleyse değişim nasıl olacaktı? Arkasından bunu yeni sorunlar izledi.

Bu sıralar hayatımda önemli olaylar oldu. 1968’de Batı Almanya’dan aldığım burs ile eğitim için Bi’r Zeyt’e gittim. Orada yeni bir dünya ile tanıştım. Solcuların öylesine sesleri yüksekti ki; Müslümanlar Müslüman olduklarını izhar etmekten korkuyorlardı. Bu arada tartışmalara girdim, ortaya atılan sorular zorlaştıkça araştırma da derinleşiyordu. Anti-İslami atmosferde bulunduğum bu iki yıl içerisinde, araştırmaları sürdürdükçe düşüncelerim de kökleşmeye başladı. Sonra öğretmen olarak görev yapmak üzere Kudüs’e gittim. Kudüs’te bazı milliyetçi çevrelerle ilişkilerim oldu. O sıralar bazı solcu ve milliyetçi grupların bazı etkinliklerine katıldım ve 1967’de Mısır’a gittim. Şunu da söylemeliyim, o sıralar Filistin İhvan-ı içerisinde iki eğilim vardı. Geleneksel ve muhafazakar eğilim ve devrimci eğilim. Her iki taraf arasında da gerginlik vardı. Ben ise devrimci düşünceler taşıyordum ama iki taraf arasında uzlaşmaya çalışıyordum. Amerika’da tutuklanan Dr. Musa Merzuk o zamanlar bizim gruptandı. Mısır’a gittiğinde orada yeniden buluşmuştuk. Ama farklı düşünceleri vardı. İhvan düşüncesini tamamen benimsemişti. Diğer tarafta ise Şeyh Abdulaziz Udeh vardı. İki taraf arasında kültürel farklılıklar da vardı. Örneğin devrimci kanat modern şiire ilgi duyarken diğer taraf buna karşı çıkıyordu. Filistin meselesinde de farklılıklar vardı. İhvan-ı Müslimin, Filistin’in ancak İslam devleti kurulursa kurtulacağını söylüyor, diğer örgütlerin fasit örgütler olduğunu, gayri İslami oldukları için kendileriyle savaşılması gerektiğini söylüyordu. Bunun doğal sonucu olarak pratiği gözardı ediyor ve cihad projesini erteliyordu. Diğer taraf ise Filistin meselesinin İslami hareketin ana meselesi olduğunu söylüyordu. O zaman şu soruyu soruyorduk: “Peki öyleyse İhvan-ı Müslimin’in ana sorunu nedir?” Bunun üzerine bize sert tepki gösterdiler, sanki kendilerine savaş açmıştık. Şeyh Abdulaziz Udeh ve diğer bir arkadaş ayrıldılar. Ben ise ikinci tarafı etkilemek istiyordum. Uzun süre aralarında varlığımı sürdürdüm ama varlığımdan rahatsızdılar ve ayrılmamı temenni ediyorlardı.

Soru işaretleri genelde metot, dünyaya bakış açısı, pratiğe yaklaşım, sanat ve edebiyata yaklaşım sahalarındaydı. Böylece aramızdaki ilişkiler gergin bir şekilde devam etti. Çünkü benim İhvan içerisinde ayrı bir örgütlenmeye gittiğimi zannediyorlardı. Aynı zamanda gençlerle ve yaşlılarla olan sağlam ilişkiden dolayı beni çıkaramıyorlardı da. Yani benden kurtulmak kolay değil gibiydi. Bu arada tartışmalar aracılığı ile düşüncelerimizi de orta yere koyuyorduk. Nihayet 1978 yılında Mısır’daki öğrenciler arasında bizimle İhvan arasındaki görüş farklılığı bariz bir biçimde ortaya çıktı. 1978’in sonlarında ise İran İslam Devrimi gerçekleşti. Ve hakkında bir kitap yazdım: “Humeyni; İslami Çözüm ve Alternatif”

Aslında kitabı 1978’in sonunda yazmış ve 25 Ocak 1979’da matbaaya teslim etmiştim. 16 Şubat’ta yani İran’da Müslümanların yönetimi ele geçirmelerinden sonra kitap piyasaya çıktı. İlk baskısı 10 bin idi. Ama ben devrimden önce yazmıştım ve Müslümanların yönetimi ele geçireceklerini belirtmiştim. Kitabın yayınlandığı gün Mısır makamları tarafından tutuklandım ama dört gün sonra serbest bıraktılar. Tutuklanma sebebim ise üniversitedeki İslami faaliyetlerimdi. Zira okulda “Fursan” adlı bir duvar gazetesi çıkarıyorduk. Ama birkaç ay sonra 20 Temmuz 1979’da yeniden tutukladılar.

Mısır’da kaldığım süre içerisinde benim için önemli olan konulardan biri gizli olarak 27 ay süreyle “Muhtaru’l-İslami” dergisinin editörlüğünü yapmış olmamdı. İlk sayısında mahlas isimler altında beş adet makale yayınladım. Ve ilk sayısından sonra ikinci kez tutuklandım. Resmi makamlar arkamda bir örgüt olduğunu zannediyorlardı. Kal’a hapishanesinde dört ay hücre cezası çektim. Hakkımda delil olmadığı için ve bazı kimselerin de arabuluculukları sayesinde hapishaneden çıktım. O arada İhvan’la örgütsel ilişkilerim de kesildi. Hatta hapishaneden çıkmamla dahi ilgilenmediler. Bilakis Mısır’dan sınırdışı edileceğimi düşünüyorlardı. Artık düşünce olarak onları etkileyemeyeceğimi anlamış ve 1980 yılının başlarında örgütsel yapılanmanın nüvesini oluşturmaya başlamıştım.

1981 yılı Kasım ayının ilk günü Gazze’ye döndüm. Bundan önce de Mısır üniversitelerinden 1980 mezunları olan ve Cihad akımının temsilcileri olan önemli sayıda arkadaş Gazze’ye dönmüşlerdi. Ve işgal altındaki topraklarda faaliyetlerine başlamışlardı. Kasım ayında Kudüs’teki Victoria hastanesine girdim. Ve doktor olarak çalışmaya başladım. İki yıl çalıştım. 1983’te ilk olarak tutuklandım.

Benden önceki arkadaşlar örgüt çalışmalarını zaten başlatmışlardı. Aynı dönemde İhvan-ı Müslimin ile bazı problemler de zuhur etmeye başladı. Zira İhvan 1968’de örgütlendiği Gazze’de, Batı yakasından daha güçlüydü. Üstelik hareketin kurucusu olan üstad Ahmed Yasin de faaliyetlerini orada başlatmıştı. Batı yakasında ise işgalden sonra bir tür donukluk yaşandı. Bu donukluk 70’li yıllara kadar devam ederken Gazze’de epeyce bir mesafe kat edilmişti.

Gazze’de yeni cihad akımı ile İhvan akımı arasında bazı problemler zuhur etti. İhvan’ın lider kadrosu bizi yanlış anlamışlardı. Zira yeni akımı kendilerinin alternatifi sayıyorlar ve otoritelerini ellerinden almak istediğimizi sanıyorlardı. Bazı arkadaşlarla birlikte eğitim, sosyal ve dini faaliyetlerin yapıldığı bir kurum olan “İslami Kompleks Camii”nde Şeyh Yasin’i ziyaret ettik. Aradaki gerginliğin giderilmesi için çalışıyorduk. Kendisine öneride bulundum. Düşüncelerimizi özgürce ifade etme karşılığında yapılanmalarımızı feshetmeyi önerdim.

Tek şartımız buydu. Şeyh Yasin düşünmek için zaman istedi ve cevabı menfi idi. Bize “Eğer görüşleriniz varsa bunu tabana değil de bana ve lider kadroya söyleyebilirsiniz.” diye şart koşmuştu. Ama onun bu şartı bizim hedeflerimizi gerçekleştirmemize mani idi. Hedefimiz İslam ve İslami hareket konularında devrimci düşüncenin yaygınlaştırılması idi. Daha da önemlisi İslami hareketin o ana kadar olan çizgisinin aksine Filistin’de cihad etmekti.

Biz düşüncelerimizi hareket içerisinde açıklamaktan kısa bir süre sonra İhvan-ı Müslimin içerisinde devrimci-cihadcı görüşün büyük kabul göreceğine inanıyorduk. Siyonist işgale karşı cihad bayrağı açılacaktı. Gerek İslam’ın anlaşılmasında gerekse de İhvan’ı Müslimin yapılanmasında değişim gerçekleştirilmiş ve ilk adımları atmaya başlamıştık.

Kaynak: "İslami Hareket ve Kudüs" / Fethi Şikaki / Ekin Yayınları 1997

Haksöz Haber 

Biyografiler Haberleri

"Afiye Sıddıki'ye yönelik Amerikan zulmü sürüyor"
İşgal rejimi Gazze kuzeyinde 20 günde 770 kişiyi katletti
Türkiye Yazarlar Birliği Kurucu Başkanı Mehmet Doğan vefat etti
İşgalci İsrail’in kabusu Yahya Sinvar kimdir?
Filistin cihadına adanmış bir ömür: İsmail Heniyye