Patronu Aydın Doğan’dan, alnının teri ile kazandığı tazminatını daha alamayan bir muhabir, yargılandığı ‘odatv davası’nda suç vasfının değişme ve tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak tahliye edilmesinin akabinde, cezaevi önünde bağıracak: “Bu komployu kuran polisler, savcılar ve hakimler bu cezaevine girecek. Bunun mücadelesini vereceğiz.”
Kim bu muhabir?
Kim bu, Aydın Doğan’dan tazminatını alamayan, ama ağır ceza hakimlerine, savcılara, polislere “Cezaevine gireceksiniz” diyerek posta koyan muhabir?
Ahmet Şık..
Aslında Ahmet Şık, bu söyleminde yalnız da değildi..
Daha öncesinde de, Veli Küçük paşasından tutun, Çetin Doğan paşasına kadar.. Muzaffer Tekin yüzbaşısından tutun, Serdar Öztürk binbaşısına kadar.. Hepsi mahkeme heyetini, savcıları ve polisleri benzer şekilde tehdit etmişlerdi:
“Biz o kürsüye, siz bu sanık sandalyesine oturacaksınız” demişlerdi.
Bu söylem geliştirilirken, İstanbul Barosu Yönetim Kurulu’ndan, solcu sözde aydınlardan, CHP yönetiminden tek itiraz gelmiş miydi?
Gelmemişti..
“Ne saçmalıyorsunuz siz? Böyle intikamcı söylem size fayda değil, zarar getirir” hatırlatmasını yapan, tek kişi yoktu..
Tam aksine, el altından yaptırdıkları haberlerle/maaşlı elemanları yazarlarla, “Yaşa varol Ahmet. Arkandayız. Söyle, daha fazlasını söyle” diyorlardı. “Yaşa Çetin Paşa yaşa.. Sizinle gurur duyuyoruz.. Biraz daha gayret, savcıyı, hakimi, sanık sandalyesine oturtacağız. Yakındır” diyorlardı..
Gel zaman.. Git zaman..
Biraz da kendilerinin kışkırtması ile, “2003 darbesine dava açılıyor da, AK Partililerin hocasına karşı yapılan 28 Şubat’a niye sessiz kalıyorlar” tahriklerinin sonucunda...
28 Şubat’ın bazı isimleri derdest edilince...
Birden bire “intikamcı söylem”in yanlışlığını hatırlayıverdiler.
Aslında 28 Şubatçıların soruşturulmasında “intikamcı söylem” de yok ama.. Onu bile, “intikamcı süreç” olarak niteleyip, “tu kaka” ilan ettiler.. 28 Şubatçıların gözaltına alınmaları ile birlikte, hemen isyanı başlattılar: “İntikamcı mantıkla yargılama olmaz.”
İşte böyle..
Çarkçılar, işbaşında..
Bir öyle.. Bir böyle..
Kendilerine gelince intikamın kralını dillendiriyorlar.. “Kana kan, intikam” demedikleri kalıyor..
Başkalarına gelince, normal soruşturmaların bile gölgelenmesi için, “İntikamla adalet olmaz” diyorlar..
¥
12 Eylül darbesi ile ilgili davada, Kenan Evren’in ve Tahsin Şahinkaya’nın tutuksuz yargılanmasına itiraz ediyorlar: “Tutuklu yargılanmayacaklarsa, 12 Eylül’e dava açılmasının ne anlamı var ki? Mahkeme, 12 Eylül darbesinin sanıklarını ilk duruşmada sanık sandalyesine bile oturtamayacaksa, hastane raporu ile duruşmadan kaçılacaksa, buna yargılama mı denir?”
Aynı kafanın, Silivri’deki Engin Alan için, Mehmet Haberal için, Mustafa Balbay için söylediklerini hatırlıyor musunuz?
Bakın ne diyorlardı: “Yargılamada esas olan tutuksuz yargılamadır. Niye tutukluyorsunuz? Ne istiyorsunuz kahraman generallerimizden? Kaçacaklar mı sanki? Tutuksuz yargılasanız ne olur yani?”
Evren’in tutuklanmasını isterken, Balbay-Haberal için söylediklerini unutuyorlar.
Balbay-Haberal için konuşurken, Evren ve Şahinkaya için söylediklerini unutuyorlar.
¥
Bekir Bozdağ sormuş: “O zaman tankları kim yürüttü?”
Soru, Çevik Bir’in 28 Şubat darbesinde yaşananların tamamını, Bakanlar Kurulu ve MGK kararları ile yapıldığını söylemesi üzerine gündeme geliyor.
Çevik Bir, “Hocam emretti. Biz yaptık” deyince..
Bekir Bozdağ da, “Tankların yürütülmesini de ‘Hoca’n mı emretti?” anlamına gelmek üzere, “Tankları kim yürüttü?” şeklinde imalı bir soru yöneltiyor.
Bence Çevik Bir’in cevabı hazırdır. Hürriyet’te sürmanşetten verilmişti.. İzzettin İyigün isimli bir general, “Kimsenin haberi yoktu. Tankları Sincan’da ben yürüttüm” demişti, seneler öncesinde.. “O kahraman benim” dercesine..
O zamanlar “tankı yürütmek” kahramanlıktı..
Şimdi “cezaevi yolculuğu”nun gerekçesi..
Acaba İzzettin İyigün Paşa yine aynı kanaatte midir? Tankları yürütenin kendisi olduğunu, bugün de söyleyebilir mi?
Yoksa o “üstlenme” de 28 Şubatçıların bir operasyonu muydu?
Bugünler için; “kafa karıştırma” amaçlı hazırlık mıydı?
YENİ AKİT