İran'ı tarihi zeminden tahlil eden Ali Şeriati, Safevileri ve geride bıraktıkları mirası 'Şii-Şuubi' terkibiyle ifade eder.
El Hak yerinde bir tespittir.
Şimdi o terkip yerine 'Taifi-Şuubi (sekter-ulusalcı)' tanımı kullanılıyor. Irak'ta işgalden sonra taifi-şuubi koalisyonu ortaya çıkmıştır ve ülkeyi yıllardan beri onlar yönetiyor. Buna mukabil arkadaşlarımızdan birisi kalkmış İran'ı ulusal bir devlet olarak tanımlıyor ama Şii politikalar izlediğini reddediyor. Yani onun ifadesine göre İran şuubi-ulusalcı bir devlet ama Şii bir devlet değil.
Bu tahlil komik olmaktan bile öte. Elbette tarihi zeminden de aktüel zeminden de bakıldığında İran şii-şuubi terkibine haiz bir ülke. Tek başına ulusalcı yani şuubi bir devlet değil. Tek başına Şii de değil. Aksi takdirde, Arap Şiilerinden veya ötekilerden bir farkı olmaması gerekirdi.
Elbette İran, Ali Şeriati'nin deyimiyle şuubi bir ülke. Söz konusu arkadaşımızın ifadesiyle de ulusalcı bir rejim. Bundan dolayı son sıralarda Türkiye'deki ulusalcılarla daha sıkı fıkı olma durumundalar. Lakin onları tek başına ulusalcı ayakla tanımlamak da eksik kalacaktır. Öyle olsa İran hiçbir yerde nüfuz sahası kazanamaz. Şii politikalarıyla Arap alemine açıldığı gibi şuubi politikaları nedeniyle de Azerbaycan yerine Ermenistan'ı destekliyor. Birileri her zaman ki gibi İran'dan fazla İrancı olma yolunda.
Tacikistan ve Afganistan'da Dari dili konuşanlardan ziyade Afgan cihadından beri Hazaraları öne çıkarması ve onları desteklemesi elbette Şii politikalar güttüğünü gösterir.
Keza Yemen'de Husiler ve Filistin"de özel olarak İslami Cihad'la ilgilenmesi hem bir taraftan Şiilik politikaları gütmesi anlamına geliyor hem de diğer taraftan ona bölgesel kartlara ulaşmasına imkan veriyor. Bu politikalar İslam alemini birleştirmek bir yana delik deşik ediyor.
Kaldı ki son sıralarda Irak ve Suriye'de izlediği politikalar Farslık politikası değil Şiilik politikasıdır. Veya her ikisi de birden. Zira her iki politika da birbirini besliyor. Ahmedinejad'ın son olarak, Şah döneminde işgal ettikleri BAE'ne ait Ebu Musa Adasını ziyaret etmesi şuubi damarın refleksidir. Basra Körfezi yerine Fars Körfezi veya Hazar Denizi yerine Kazvin Denizi gibi ifadeleri de kavramları Farslaştırmaya ne kadar yatkın ve meraklı olduklarını gösterir.
¥
Birçok defa Numan Kurtulmuş'u eleştirmenin kıyısına geldim ve döndüm. İç politika konularına fazla girmek istemiyorum. Alanım değil. İkinci olarak, 'hissi yaklaşımlar olabilir' diye de uzak duruyorum. Numan Kurtulmuş, Suriye konusunda bir teklifte bulundu. Bu işte bardağı taşıran damla oldu. Öylesine; zımni olarak da Suriye rejimini meşrulaştırıcı bir teklif.
Bir yıl geçiş süreci öneriyor. Hem de Annan planının vakit kazandırmasından bahsediyor. Kendisi Beşşar'a Annan'dan bile cömert.. Birilerinin istediği olsun diye, kendimizi kırbaçlamaya çalışıyor. Türkiye Suriye'de taraf olmuş! Sanki İran armut topluyor? Türkiye, Suriye'ye karışırsa mezhep kavgası da çıkarmış.
Birincisi, bu şablon yanlış bir şablon. Kuveytli düşünür Abdullah Fehd Nefisi'nin ifadesiyle İran veya temsil ettiği anlayış bir fırkadır. Sünniler ise yüzde 85 ile ümmeti temsil ediyorlar. Kavga olursa mezhep kavgası değil bir grubun ümmete karşı kalkışması olur. Zaten Suriye'de de fiiliyatta Beşşar bu dediğini yapmaktadır.
Numan Kurtulmuş, Türkiye'nin taraf olduğunu söylüyor. Taraf olmaması için öteki tarafa mı meyletmeli, ağırlık vermeli ve İran gibi mi yapmalıydı? Sanki; Suriye'de zalim olan halk, mazlum olan rejim. Bu zihni bir kırılmayı da gösteriyor. Bölgesel bir komite teklif ederken bütün zıtları bir araya getiriyor. Normalde bir araya gelemeyenler Suriye için aynı masa etrafında toplanacaklarmış? Duy da inanma! Peki bu zıtların bir araya gelmesi ne sağlayacak? Suriye'de sıfır noktasına dönüş yani başa dönme politikası mı izleyecekler? Akan kan üzerine bir bardak soğuk su mu içecekler? Yoksa Beşşar ve katillerinin elini mi öpecekler? Türkiye'nin mezhepsel bir tutum takınmaması gerektiğini söylüyorlar. Cengiz Çandar ve Soli Özel gibiler Irak'ta da böyle söylemişlerdi ve böylece oradaki mezhepsel politikaya destek vermiş oldular. Türkiye'ye safça olan biteni seyretmek kaldı. Nal topladı. Burada da Türkiye'ye ikinci baskıyı yaptıracaklar!
¥
Daha da ilginci aynı günlerde Sezai Karakoç'un bir manifesto ile karşımıza çıkmasıdır. İnsanın aklına 'fesuphanallah' dedirten bir manifesto. Batı aleminin Suriye, İran ve Türkiye'yi çatıştırmak istediğini söylüyor. Halbuki, Suriye halkının Sezai Karakoç da dahil Allah'tan başka kimsesi yok. Eskiden edebiyatçılarımız bu mezalim karşısında 'Mutasım yetiş' ve 'asrın Mutasım'ı yok mu?' diye feryat ederlerdi. Şimdi nerede?
YENİ AKİT