Şii gruplar neden çatışıyor?

Serdar Demirel

Irak’ın Basra şehrinde patlak veren Şiiler arasındaki çatışmalar, Şiilerin yoğun olduğu diğer şehirlere de sıçradı, yüzün üzerinde ölü ve bunun çok üstünde yaralı var.

Çatışmalar, Irak’ta hâkim Şii gruplar arasında; eski başbakan İbrahim Caferi'nin “Hizbu Da’va”sı, ki hâlihazırdaki Başbakan Nuri El Mâliki bu grubun ikinci adamı sayılır ve Abdülaziz El Hekim yönetimindeki “Irak İslâm Devrimi Yüksek Konseyi” ile bunlara muhâlif Mukteda Es Sadr liderliğindeki Mehdi Ordusu’na bağlı Şiiler arasında cereyan ediyor.

İslâm dünyası hayretler içinde. Şiilerle El Kaide merkezli Sünniler arasındaki çatışmaları bir yere kadar anlamak mümkündü, ama, “Şiilik içi çatışmalar da neyin nesi?!”

Aslında bu durum yeni değil. Irak’ın işgal edilmesinden sonra hep gündemde olan bir meseleydi, ancak, Irak’ta bütün ülkeyi ateşe atma istidadına sahip Şii-Sünni çatışmalarında, maslahat gereği, belli bir süreliğine ertelenmişti.

Bu ertelemede de en etkili olay, Şii dünyasının en kutsal merkezlerinden Samarra şehrinde bulunan Hz. Peygamber (s.a.v)’in torunlarından İmam Ali b. Muhammed El Hâdî (212-254 h. / 827-868 m.) ve İmam Muhammed El Hasan El Askerî’nin (232-260 h. / 846-873 m.) kabirlerinin bulunduğu türbenin bombalı saldırıyla tahrip edilmesiydi.

Olayın akabinde Şii-Sünni gerginliği had safhaya ulaşmış, olaydan sorumlu tutulan Sünni gruplar nedeniyle Şii grupların öfkesi yüzlerce Sünni câmiye yönelerek mabedler yakılmış, onlarca câmi imamı katledilmişti, Basra’daki sahabi mezarları bile saldırıya maruz kalmıştı.

Olayın şoku Şiileri bir ânda ihtilaflarını unutmaya, kutsallarını korumada ortak bir tavır almaya yöneltmişti. Büyük Âyetullah Ali El Sistânî’nin etkisiyle de geçici siyasi ittifaklar sağlanmıştı.

Şiilik açısından bu türbenin önemi sadece 10. ve 11. imamların kabirlerinin burada bulunması değildir elbet. Bundan daha önemlisi, Şiilerce varlığına inanılan 12. İmam Muhammed b. El Hasan El Mehdî'nin (260 h. / 873 m.) bu mekânda gaybete çekilmesi ve yine bu mekânda tekrar zuhûr edecek olması itikadıdır.

Belki de bu yüzden olsa gerekti, olaya en büyük tepkiyi Mehdi Ordusu koymuş, Sünnilere yönelik saldırılarda bu yapıya bağlı militanlar aktif rol oynamışlardı. Çünkü adından da anlaşılacağı gibi Mehdi Ordusu beklenilen imamın ordusudur da ondan.

Ertelenen ihtilaflar zaman zaman nüksetmedi değil. Zira, tâ başından beri varolan siyasi ve dinî yorumdaki ihtilaflar, grupsal maslahat çatışmaları kolay kolay bitirilemezdi. Ancak, Ehli Sünnet câmiası, özellikle de Irak dışındakiler, Şiilik içi ihtilaflara vâkıf olmadıklarından yaşananlara fazla anlam veremediler, farklı okumalarda bulundular:

Kimisi, meseleyi, işgalci Amerikan güçlerle işbirliği yapan hain Şiilerle işgale karşı cihâdî direniş veren Şiiler arası mücadele olarak gördü. Bu yorumu kabul edenler, Mukteda Es Sadr’dan, dinî boyutuyla İman Humeyni, direnişçi boyutuyla da Latin Amerika’nın efsanevî gerilla lideri Che Guevara’nın birleşimi bir lider portresi çıkarma yoluna gittiler. “Bekleyin, bu genç lider Ortadoğu’da dengeleri alt-üst edecek, göreceksiniz!” dediler.

Kimisi, bu kavgayı danışıklı dövüş olarak kabul etti, buna en büyük delil olarak da birbirleriyle savaşan Şii grupların tümünün İran’la yakın ilişkisini gösterdiler....

Kimisi de, Mukteda Es Sadr ekolünün Şii olmakla beraber güçlü Arapçılık hislerine sahip olduğunu, diğerlerinin ise Şii lâkin Fars kökenli olduklarını ve temelde kadîm Fars-Arap çatışmasının yaşandığını iddia etti. Yani, dinî soslu iki ulus çatışması idi yaşanan.

Kimisi de yaşanan çatışmanın salt bir siyasi liderlik kavgası olduğunu iddia ediyordu. Buna göre, “Hizbu Da’va” ve “Irak İslâm Devrimi Yüksek Konseyi”nin İran’da üstlendikleri günlerde, Sadr âilesi Irak’ı terketmemiş, Saddam’ın zulmüne rağmen halkla beraber bütün sıkıntılara katlanarak Şii halkın gerçek temsilcileri olduklarını kanıtlamışlardı. Bu uğurda birçok kurban bile vermişlerdi.

Bu mücadelenin tabiî sonucu olarak da Sadrcılar, kendilerinin, Şiilerin kahir ekseriyetini temsil ettiklerine inanıyor ve bu yüzden liderliği yıllarca ülke dışında yaşamış kadrolara kaptırmak istemiyorlardı.

Görüldüğü gibi, elimizde, yaşanan çatışmayı anlamada çok net bir tablo yok ve herkes kendi meşrebine göre bir tavır almış durumda.

Daha önce de yazmıştım, şimdi bir kez daha yazıyorum: Şiilerin en yoğun olduğu mekân Ortadoğu’dur, bu coğrafyanın "jeopolitik"i onlarsız düşünülemez, bölgeye yönelik bütün siyasi projelerde de mutlaka aktif olacaktırlar. Menfî ya da müsbet, ama aktif olacaklardır. İşgalci güçler bu tâife üzerine boşuna harıl harıl çalışmıyor. Bu yüzden de, daha içten ve hakiki okumalara, herkesten önce biz muhtacız.

Vakit Gazetesi