Tahran Üniversitesi, Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Ahmed Nadiri'nin Analizi:
İran’ın bölgede etki alanını genişletmesi birinci derecede Şii devlet rasyonelliği siyasi teorisinden ve ikinci derecede uluslararası siyasetteki İslam Cumhuriyeti’nin siyasi tavrından etkilenmiştir. Bu yüzden Şii devlet rasyonelliği sadece Uluslararası İlişkiler alanında kendini ispatlamakla kalmamış başarılı bir olgu olarak başka ülkeler tarafından da kullanılabilmiştir.
a) Eksen Devlet Realizmi ve Şiilik İdealizmi: Post-Ulus Devlet Döneme Geçiş
Uluslararası ilişkilerde realizm teorisi, devletleri tek bir sistem içerisinde (uluslararası sistemde) rasyonel davranan, çeşitli eylem seçeneklerine sahip, hangi eylemlerin hangi sonuçları doğuracağını bilen birer aktör olarak kabul eder. Kenneth Waltz’un (Uluslararası İlişkiler alanında yapısal realizmin kurucusu) görüşüne göre sistem, birimlerden oluşan bir bütündür ve birimler arası etkileşim ve sistem değişikliklerinin sürekliliğine odaklanmaktır. Sistem ve sistem içi değişiklikler, her ikisi de uluslararası alanda gözlemlenebilir unsurlardır. Bununla birlikte Uluslararası İlişkilerde rasyonalizm, devletlerin öne çıkan asli niteliklerinden sayılmaktadır ve bu rasyonalite bir siyasal sistemin çeşitli alanlarında ( bir aktör sıfatıyla) mülahaza ve müşahede edilebilir. Weber’in yorumlayıcı tanımına göre rasyonalizmi, idealler, bilinçli eylemler, yöntemli, etkin, kar-zarar hesabının yapılması ve amaca yönelik gibi kavramlar çerçevesinde düşünürsek, devletlerin davranışlarını da Uluslararası İlişkilerde rasyonel davranış biçimi (Zweckrational) olarak tanımlayabiliriz.
İslam Cumhuriyeti, her ne kadar İslam’ın zaman ve mekân üstünlüğü görüşüne dayanarak ve bir çeşit tarih eksenli idealizme inanarak teorize olmuş olsa da ulus- devletlerin küresel alanda birer aktör olarak ortaya çıkmasıyla aynı rolü yerine getirmeye mecbur kalmıştır. Fakat bu yolda, uluslararası sitemden yararlanmaya çalışmış ve ‘etki alanı’nı genişletmeye gayret göstermiştir ve bu, yani devlet realizminden ve rasyonelliğinden istifade ederek Şii-İslami ideal toplumu oluşturma yönündeki hedeflerine ulaşmaya yönelik olmuştur. Her ne kadar İslam düşünürleri nasyonalizmi tasvip etmemiş ve bu olguya her zaman kötü bakmış ve şüpheyle yaklaşmışlarsa da, Şii devlet rasyonelliğinde, post-ulus devlet aşamasına ulaşmak için bu modeli kullanmaktan başka bir çare yoktur. Buna göre, ulus devletin Şii teorisinde bulunan bir alan olarak kabul edip bundan, ulus-devlet tarihselliğinin ötesine geçmek için faydalanılabilir.
b) Şii Devlet Rasyonelliğinin Kurucusu İmam Humeyni
İmam Humeyni’nin devlete sahip olma ve bu devletin nasıl olması gerektiği hususundaki görüşleri Şii düşüncesinde yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilir. Çünkü yönetimin oluşması demek onun gereksinimleriyle karşı karşıya kalınması demekti. Bu yüzden, Şii fıkhının bu konuyla ilgili fetvaların çıkmasına imkân vermesi nedeniyle onun tarafından benim‘’ Şii Devlet Rasyonelliği’’ dediğim şeye yönelik fetvalar çıkmıştır.
Şii fıkhı zamanın ve mekânın getirdiği şartları dikkate alarak yenilik kavramına inanmış ve yüzünü geleceğe çevirmiştir. Dolayısıyla, devlet yönetimi, siyasal ve toplumsal işlerle uğraşmak bu düşünce sisteminde potansiyel olarak var olan bir şeydir. Bu durum, Şii fıkhını Ehl-i Sünnet’ten ayıran temel farklılıklardan biridir. İmam’ın siyaset teorisi, yeni bir devleti kurmaya muvaffak olmasından sonra küresel gelişmelerle iç siyasetin aynı doğrultuda olması ve selefiliğe düşmeden devlet yönetimi alanında yenilikler yapmayı gerektirdi. Bu yenilikler, hükümetin ve fetvanın hükümleri şeklinde ortaya çıkmakta ve iç ve dış meselelerle ilgili problemleri gidermede bir çözüm sayılmaktaydı. Burada, onun fetva ve yazdıklarına bakarak, Şii devlet rasyonelliği konusundaki teorimin ana esaslarını tanımlamaktayım. Gerçekte, yeni fetvaların verilmesinin mümkün olması, zamanın ve mekânın getirdiği şartlara uyum sağlaması Şiiliği sadece bir din ve mezhep olarak değil siyasi rasyonelliğe ve bölgesel ve uluslararası alanda bir aktöre dönüştürdüğüne inanmaktayım. Aşağıda İmam’ın görüşlerinden olan üç madde, Şii devlet rasyonelliğinin temel esaslarını oluşturmaktadır:
1-İslami yönetimde, her zaman içtihat kapısı açık olmalıdır. İlmiye havzalarındaki günümüz içtihadı yeterli değildir.
2- Nizamın korunması Evceb’ul Vacibat’tır ( farzların en farzıdır).
3-Maslahata göre, hükümet, İslam’ın ilk hükümlerindendir. Bütün İslam hükümlerinin üstündedir. Hatta namaz, oruç ve hacdan da önce gelir. İslam’da nizamın maslahatı her şeyden öncedir ve herkes ona tabi olmalıdır.
Yukarıda zikredilen üç ilke, Şii siyasetlerinin bölgedeki ve uluslararası alandaki dayanıklılığının ve sürekliliğinin nedenleridir. Nitekim doğru ve dinamik ilişkilerin oluşturulmasına yönelmek, İmam’ın devlet yönetimi ile ilgili fetvalarının temel hedefiydi. Bu, sadece Şii fıkhındaki yeniliklerle mümkün değildi. Bu yüzden, ilmiye havzasında bulunan birçok gelenekçi ulema ona muhalefet ettiler ve gelenekselcilerden bazıları, onun kurduğu sisteme olan muhalefetlerini hala sürdürmektedirler.
İmam’ın teorisinin temellerini göz önünde bulundurarak İslam Cumhuriyeti’nin bölgesel ve uluslararası alandaki rolüne bakacak olursak, İran İslam Cumhuriyeti siyasetinin son 30 yılda bu teorilerin uluslararası alandaki realizm yaklaşımıyla mecz olduğunu görürüz. Bu teoriler Yüce Rehberlik Makamı’nın (Ayetullah Hamenei) görüşlerinde de mevcuttur. Yüce Rehberlik Makamı, İran İslam Cumhuriyeti dış politikasını üç temel esas üzerinde değerlendirilmesi gerektiğine inanmaktadır: izzet, hikmet ve maslahat. İzzet, başarı ve gururu ifade eder; hikmet, tedbir ve işlerin doğru idaresi ya da benim ifademle uluslararası siyasetteki realizmin aynısıdır; maslahat ise mevcut şartları dikkate alarak en iyi yaklaşımın benimsenmesi ve uygulanmasıdır.
İran İslam Cumhuriyeti bu görüşe dayanarak şimdiye kadar bölgesel ve uluslararası alanda önemli bir rolü uluslararası siyasette oynayabilmiştir. Bundan dolayı İran’ın oyunculuğu etki alanını genişletmek üzere, bölgede, İslam dünyası ve Şii dünyası alanında ve Ortadoğu ve uluslararası sahalarda direniş ekseni (cephesi) oluşturarak uluslararası ilişkiler alanındaki realizm teorisiyle siyasi fıkıh birleşeninden ortaya çıkmış Şii devlet rasyonelliğine tabidir.
Genel olarak, İran devrimi Şiilerin zihninde üç genel tasvir ortaya çıkardı. Bu tasvirler bölgedeki Şiilerin kimliklerini bulmasında oldukça etkili rol oynamıştır: Devlet tasviri (rasyonel bir devlet), dini tasvir (ümmül kura), ideolojik ve devrimci tasvir (anti-emperyalizm)
2- Şii Jeopolitiğinin Şekillenişinde İran’ın Tavrı ve Direniş Cephesi
a) Şii Merkez- Çevre Teorisine Doğru
İran devriminden ve Şii devletinin kurulmasından sonra, bölgedeki Şiilerin kimliklerini bulma süreci başladı. O zamana kadar egemenlerin zulmü altında olan bu Şiiler, bundan sonra sırtlarını güvenle dayayabilecekleri sağlam bir destekçinin ortaya çıkacağını hissettiler. Bunun sonucu olarak İran devrimine olan duygudaşlığın yanı sıra İslam Cumhuriyeti’ne de yakın olma çabasına girdiler. Bu Şiiler, bazı ülkelerde (Irak, Bahreyn, Lübnan ve Azerbaycan) toplumun çoğunluğunu oluştururken bazı ülkelerde de azınlık konumundaydılar. Fakat siyasi ve toplumsal işlerde etkili bir paya sahip olabilecek güçte bir azınlık durumu söz konusuydu. İslam Cumhuriyeti de bu meselenin idrakine varıp rasyonel devlet anlayışını da ortaya koyarak etki alanını genişletmeye yöneldi.
Şii toplulukları İran’a olan coğrafi yakınlığa göre merkezin etrafında ve çevrede yer alan Şiiler olarak iki halka şeklinde tanımlamak mümkündür.
Merkezde bulunan Şiilerin nüfus oranları: Suudi Arabistan yüzde 10-15, Irak yüzde 60’tan fazla, Bahreyn yüzde 70-75, Kuveyt yüzde 40-50, BAE yüzde 16-20, Katar yüzde 20, Umman yüzde 23, Afganistan yüzde 30-33, Azerbaycan yüzde 75, Pakistan yüzde 10-25...
Çevrede yer alan Şiilerin nüfus oranı: Lübnan yüzde 40, Suriye yüzde 17, Türkiye yüzde 25, Yemen yüzde 40, Hindistan yüzde 3...
Zikredilen bu ülkelerde yaşayan Şiilerin genel özellikleri (ister merkezde olsun ister çevrede) şu şekilde sıralanabilir: Temel haklardan yoksunluk, temel haklar ve medeni-toplumsal hukukta açık ve gizli ayrımcılıklara maruz kalmak, devletin idari ve siyasi pozisyonlarında aktif katılımın olmaması, hükümetler tarafından onlara şüphe ve su-i zan ile bakılması, baskı altında olmak, görüşlerini özgürce dile getirememek ve dini ibadetlerini yapamamak, Şiilerin bir alt sınıf olarak görülmesi ve toplumsal kurallardaki eşitsizliğin ve aynı şekilde siyasal ve bölgesel alanda da artış göstermesi.
İran İslam Cumhuriyeti, söz konusu bu Şiilerin, yaşadıkları toplumlarda bulundukları toplumsal ve siyasal durumlarından (ki genellikle alt tabakada, egemenlik altında ve ikinci sınıf vatandaş konumunda idiler) ve yine onların dünyadaki bütün Şiilerin merkezi İran’la olan duygudaşlığından faydalanarak, bölgedeki etki alanı genişletme yolunda ilerleyebilmiştir. Bugün bu Şiilerin kaderi, İran’ın kaderiyle birbirine öyle bağlanmıştır ki merkezde atılan her adım doğrudan onları etkilemektedir.
b) Şii Devlet Rasyonelliği ve İslami Ortadoğu’nun Doğuşu
İslam dünyasının kalbi, Ortadoğu bölgesidir. Bu bölge kültürel, ekonomik, siyasi ve stratejik gibi çeşitli nedenlerle büyük güçlerin mücadele alanı olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. İran devrimi ve Şii jeopolitiğinin ortaya çıkması ve sonraları direniş (cephesi) jeopolitiği ile sonuçlanıp Şii devlet rasyonel olgusunun ortaya çıkması üzerine İran kendisine bölgesel güçlerden ve bu bölgedeki baş aktörlerden biri rolünü biçti. İran İslam Cumhuriyeti bu doğrultuda, kimlik politikalarından ve yine velayet-i fakih teorisinde bizzat yer alan Şii devlet rasyonelliğinden yararlanarak kendini daha da güçlendirip ‘’ merkez’’ adıyla bölgede ve Şii ve Müslüman halk üzerinde nüfuz kurmaya çalışmaktadır. İran, etrafındaki iki halkanın genişlemesiyle, kendi konumunu ‘’ümmül kura’’ ve ‘’merkez’’ olarak tayin edip bölgede görünmez sınırlar oluşturdu. Bu kimliksel sınır, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki Müslüman halkın İslami uyanışı ve muazzam yükselişi ile iyice sağlamlaşmıştır.
21. yüzyıldaki son gelişmeler, Saddam’ın düşüşü ve 2006 Lübnan Savaşı da dâhil olmak üzere, Arap devrimlerinin gerçekleşmesi ve 51 günlük Gazze savaşı, İran’ın, Şiilerin ve İslam dünyasının kaderine kayıtsız kalmadığını ve onlar üzerinde etkili bir role sahip olduğunu göstermektedir.
Her ne kadar İslami uyanış dominosu sona ermemiş ve oyun aynı şekilde devam etmekte olsa da, İran devriminin başlangıcından ve özellikle de 2011’den günümüze kadar, bölgedeki gelişmelere hızlıca bir göz atarsak bütün hikâyenin, bölgedeki ve İslam âleminin jeopolitik alanındaki güç dengesinin etkili bir şekilde İran ve batı karşıtı Direniş Ekseni lehine gelişmesinden ibaret olduğu görülür.
Toparlayacak olursak, jeopolitik ve jeokültür açısından bakıldığında İran ve Şiilik meseleleri iç içe geçmiş haldedir.
Bugün, İran’ın bölgedeki rolü öyle etkili ve kader tayin edicidir ki Şia’nın merkezi durumunda bulunan İran’ın attığı her adım, ilk olarak diğer ülkelerdeki Şiileri, ikinci olarak Sünni bölgelerdeki birçok hareketi etkilemektedir.
Batı Asya ve hatta Avrupa’daki birçok kıyım, yeni bir düzen olarak uluslararası düzene geçmenin hikâyesidir. Birleşik Devletlerin artık üzerinde egemen olamayacağı ve ortaya çıkan yeni güçlerin aktör olduğu, çok kutuplu ve Asyatik bir dünya düzeni gelecekte sağlanmış olacaktır. İşte bu güçlerden biri de İran İslam Cumhuriyeti’dir. Arap dünyasındaki son 4 yıllık gelişmeler, hatta direniş halkasını koparmak için tasarlanmış olan Suriye krizi, İran nüfuzunun sağlamlaşmasına ve daha da güçlenmesine neden olmuş ve bu bölge İran ve direnç eksenli yeni bir Ortadoğu’nun doğmasına doğru gitmektedir.
İran etki alanını bölgede genişletmesi birinci derecede Şii devlet rasyonelliği siyasi teorisinden ve ikinci derecede uluslararası siyasette İslam Cumhuriyeti’nin siyasi tavrından etkilenmiştir. Bu yüzden Şii devlet rasyonelliği sadece Uluslararası İlişkiler alanında kendini ispatlamakla kalmamış başarılı bir olgu olarak başka ülkeler tarafından da kullanılabilmiştir.
Dr. Ahmed Nadiri, Tahran Üniversitesi, Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi
Dünya Bülteni için Farsçadan çeviren: Zeynep Karabulut