Sığ Yaklaşımlar ve Konjonktürel Tutumlar Zaaf Üretir!

Müslümanlar açısından doğru bilgilenme, bazılarının zannettiği gibi bir entelektüel birikim ve tutarlılık sorunu değildir. Şüphesiz bunu da kapsar ama bundan ibaret değildir; öncelikle adil şahitlik vazifesinin bihakkın ifasıyla alakalı bir sorumluluktur.

Rıdvan Kaya / Haksöz Dergisi - Mayıs/Haziran 2014

Gündelik hayatımızda bir yandan rutin faaliyetler sürdürürken, bir yandan da yeni karşılaşılan durumlara ilişkin olarak sahip olduğumuz kavramlar ve bilgi birikimi çerçevesinde sürekli yeni değerlendirmelerde bulunur ve bu zeminde tutumlar geliştiririz. Bilhassa yeni ortaya çıkan hadiselere, sıra dışı gelişmelere ilişkin yaptığımız değerlendirmeler ve takındığımız tutumlar nispeten daha riskli bir alan oluşturur ve bu alana yansıyan görüntümüz bizi doğal olarak ya tutarlı ya da tutarsız pozisyonlara sevk eder.

Şüphesiz çevremizde gelişen olaylara bakış açımız ve yaklaşım tarzımızın kimliğimizi yansıtması ve kimliğimizle uyum içinde olması tutarlı olabilmemizin ön şartıdır. Ve bilhassa bir dava bilincine sahip insanların sıradan hayatlar peşinde olmadıkları ve sıradanlaşmayı getiren yüzeysel çıkarımlarla yetinmemeleri gerektiği açıktır. Öyleyse sosyal-siyasal gelişmelere ilişkin yaklaşımları, tespitleri ve konumlanışları da bu bilinci yansıtmak durumundadır.

 Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurat, 49/12)

Sığ Yaklaşımlar ve Konjonktürel Tutumlar Zaaf Üretir!

Müslümanlar olarak en büyük zaaflarımızdan biri yaşananları dar, sığ bakış açısıyla ele alma ve yorumlama kolaycılığıdır. Oysa dünyayı değiştirme iradesine sahip bir bakış açısı öncelikle gelişmeleri doğru, sağlam, tutarlı bir yaklaşımla ele almayı ve derinlemesine tahlil etmeyi gerektirir. Ne yazık ki, toplumda yaygın görülen düşünce tembelliği ve bakış açısı sığlığı türünden hastalıkların birtakım emareleri İslami bir hassasiyet ve bilinçle hayata bakma iddiasındaki şahsiyetler arasında da şu veya bu ölçüde gözlenmektedir.

Hakkında çok sınırlı ya da yüzeysel birtakım bilgi kırıntılarına sahip olduğu halde hemen her konuyu büyük bir bilmişlik tavrıyla ve kesinlikle kavramış görünmek içinde bulunduğumuz toplumda sık rastladığımız bir davranış bozukluğu, yaygın bir hastalıktır. Bu yüzdendir ki, çoğu zaman ortalık allame-i cihanlardan geçilmez! Örneğin bir kahvede söylenenlere veya bir otobüste yolculuk esnasında sarf edilen lakırdılara kulak kabarttığınızda ya da medyaya yansıyan konuşmaları izlediğinizde pek çok insanın hemen her konuyu etraflıca bildiği ve her soruna dört dörtlük çözümler getirebileceğine dair çok net ve kesin kanaat sahibi bulunduğuna şahit olursunuz! Hiç şüphe etmeden adeta herkes her sorunu çok ayrıntılı bir biçimde bildiği ve kesin çözümü de gösterebileceği iddiasındadır. Gerçi MGK Genel Sekreterliği yapmış kişilerin “Alırsın yeşil kâğıtları, basarsın dolarları, cari açık falan kalmaz!” diye konuşabildiği bir ülkede bu tür amatör allamelere de kim ne diyebilir ki!

Bu tür sakil görüntüler kapsamlı bir dünya görüşüne ve yaşadığı hayata ilişkin tutarlı bir perspektif ve sahih bir hedefe sahip bulunmayan insanlar açısından çelişki olarak görülmeyebilir. Mamafih tezi, davası olan, şahitlik gibi bir misyon yüklenme iddiasında bulunanlar açısından ise bu görüntü bağışlanmaz bir yanlış, açık bir çelişkidir.

Kendi nefsinden başlayarak yaşadığı çevreyi ve tüm yeryüzünü İslami ilkeler doğrultusunda ıslah ve inşa etmekle sorumlu olanların akidesine, kimliğine dair hususlarda donanımlı olmaları; ümmeti ilzam eden gelişmeleri yakından takip etmeleri ve gündemdeki konulara ilişkin olarak derinlikli bilgi sahibi olmaları zorunluluktur. Ve bu konumda bulunan kişilerin gazete sayfalarından veya televizyon tartışmalarından derlenmiş; internetten göz ucuyla edinilmiş, sağlaması yapılmamış; içeriğindeki tartışmalı, zaaflı boyutları sorgulanmamış verilerle, haberlerle, duyumlarla bilgi ve iddia serdetmeye kalkışmaları ise tek kelimeyle ayıptır.

Müslümanlar arasında bu tür yüzeysel yaklaşımlar, tutarsız ve basit yönelimler hiçbir biçimde neşvünema bulmamalıdır. Gündemimize taşınan ya da gündemleştirmemiz gereken başlıklara, konulara, tartışmalara ilişkin olarak sınırlı, yetersiz verilerden hareketle kanaat oluşturma, dayanakları doğru tespit edilmemiş veya güçlü biçimde temellendirilmemiş verilerden hareketle birtakım tezler ileri sürme tutumu hangi gerekçeyle olursa olsun kabul görmemelidir.

Gündemleştirmekle yükümlü olduğumuz hususları gündeme taşıma gayreti içinde olmalı ve bunu mutlaka tutarlı, kapsamlı, delilli bir tarzda yapmalıyız. Bilgilerimizi sürekli güncellemeli ve aynı zamanda da sorgulamalıyız. Örneğin bu ülkenin yakın tarihine, militarist sistemin seyrine, yargı mekanizmasının işleyişine, Filistin’den Suriye’ye bir dava bilinciyle sahip çıkılması gerektiğine inandığımız mücadelelere ilişkin olarak hangi konuda neyi ne kadar bildiğimiz hususunda kendimize, bilgi birikimimize güven duyabilmeliyiz. Aksi durum haksızlık demektir; zaaf göstermeye ve yılgınlığa düşmeye yatkınlık demektir!

Bilmeyenler doğru tavır geliştiremezler! Bulunduğumuz ülkede yaşanmış acıların kaynağını bilmekle mükellefiz. Bu ülke halkının dayatmalarla sürüklendiği kimlik krizinin, toplumsal ifsadın boyutlarının farkında olmalıyız. Sokaklarda “İhvan’a selam” diye slogan atıyorsak, İhvan’ı tanımalıyız. Fikrî gelişiminin, örgütlenme tarzının, on yıllara dayanan tecrübi birikiminin ve zaaflarının farkında olmalıyız. Suriye cihadı ile dayanışmanın vucubiyetini savunuyorsak, mücahitlerin kimler olduğunu ve nasıl bir yapıya karşı savaştıklarını bilmeliyiz. Kardeşlerimizin mücadelesine destek olan unsurları da bu mücadelenin aksayan boyutlarını ve zayıf yönlerini de doğru tespit etmeliyiz. 

İlgisizlik bilgisizlik, bilgisizlik ise yanlış üretir; doğru pozisyon ve tutum almayı zorlaştırır. Acı tecrübelerle karşılaşmayı kaçınılmaz kılar. Bu ülkede bütün muhalif kimlikli unsurlar gibi, Müslümanlar da yıllarca sorgu, işkence, cezaevi süreçlerinde ağır bedeller ödediler. Bu başlıklar çok konuşuldu. Çok zikredildi. Adeta sakız gibi çiğnendi! Mamafih istisna sayılabilecek sayıda kişi hariç tutulacak olursa Müslümanların pek çoğu bu çerçevede yazılmış ne bir kitap, ne bir makale okuma ihtiyacı hissettiler! Ve ardından bu süreçlerden geçmek durumunda kalınca da vahim yanlışlara düştüler, ödedikleri bedeller çok ağır oldu. Neden? Çünkü yaşanmış tecrübelerden yararlanma perspektifi olmayınca, konumumuza dair sorumluluk bilincine dayanan tutumlar geliştirilmeyince tekrar tekrar aynı hendeğe düşmek mukadder olur!

Sadece işimize yarar mantığı ile değil, bir mecburiyet duygusuyla ve tercih hakkımızın bulunmadığı kabulüyle doğru ve kapsamlı bilgi arayışı içinde olmalıyız. Bilgide derinleşmeyi, gündemimizdeki gelişmeleri etraflıca kavramayı hedeflemeliyiz. Sahih ve güvenilir bilgi sahibi olmak şiarımız olmalıdır. Ve aynı hassasiyetle bilgilenme zaaflarından kaçınmalıyız!

“Hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyin ardına düşme. Şüphesiz kulak, göz ve kalp; bunların tümü ondan sorumludur.” (İsra, 17/36)

Bilgilenme Zaafları

Bilgilenme zaafları ile ne kast ediyoruz? Öncelikle her bilgi ve her bilgilenme biçiminin sağlıklı sonuçlar doğurmayacağı bilinmelidir. Ortada yönteme ilişkin bir hata, bir yanlış varsa bu sonuçlara doğrudan yansır. Yani tek başına bilgiye yönelim yetmez, doğru bir bilgilenme usulüne sahip olmak da gerekir. Bu bağlamda bilgilenme usulü ve süreçlerimizin zaaflarla malûl bulunmaması önem arz eder. Bunlar ne tür zaaflar olabilir? Somut bazı örnekler üzerinden değinelim.

Mesela genellemecilik bir zaaftır. Sınırlı ve kıt bilgiyle yetinmek; herhangi bir konuyu değerlendirirken sonuçlara odaklanmak, bir vakanın son halini esas almak ve gelişim süreçlerini dikkate almamak ya da tam tersi bir tutumla bir vakayı değerlendirirken gelişim süreçlerine odaklanıp sonuçları görmezden gelmek vb. Bunların tümü zaaf kaynağıdır. Aynı şekilde komploculuk ve kuruntuları kanaatlere dayanak kılmak da köklü yanlışlara kapı açan yaklaşımlardır.

a) Genellemecilik Kolayca Sapılabilen Bir Çıkmazdır!

Genelleme yapmak özü itibariyle bir anlama ve bağ kurma eylemidir. Pek çok durumda tekil olaylardan elde edilen verilerden kalkarak genele ilişkin değerlendirmeler yapar ve bu şekilde kavramlar ve olaylar arasında bağ kurar, bir sonuca ulaşırız. Bu yönüyle genelleme doğru yöntemle ve yeterli verilere dayandırılarak yapıldığında doğru kavramayı beraberinde getirecek olan yararlı ve gerekli bir araçtır.

Buna karşın genellemecilik ise sınırlı gözlem ve örneklere taşıyamayacakları kadar ağır tez ve temsil sorumluluğu yükleme tutumudur ki, çoğu zaman sahibini haksız duruma düşürür.

Bir örnekle söylediklerimizi somutlaştıralım: Bazı Müslümanlar Mısır’da Nur Partisinin politikasını öne çıkartarak tüm Selefi akımları Suud çizgisinde hareket etmekle ya da darbecilere destek vermekle suçlayabilmektedirler. Oysa bu değerlendirmeyi yapanlar Mısır’da Selefi akımın tek bir örgütten ibaret olmadığını görmezden gelmektedirler. Tamam, kendisini Selefi sıfatıyla tanımlayan Nur Partisi sergilediği tutumuyla, Selefi hareket içinde Suud çizgisinde güçlü bir eğilim olduğunu ve bu eğilim sahiplerinin İslami harekete ihanet olarak tanımlanabilecek çapta bir zulme bulaştıklarını ispatlamıştır ama bunun yanında Selefi kimlikli olup da cuntaya karşı direnen başka eğilimlerin varlığı da görülmek zorundadır. İhvan’ın örgütlediği darbe karşıtı koalisyon içinde aktif biçimde yer alan Tarık ve Abbud Zümer gibi isimlerin önderliğini yaptığı İnşa ve Kalkınma Partisi; darbecilerin ilk tutukladıkları isimlerden biri olan ve 2012’de Selefi kanadın cumhurbaşkanı adayı olarak seçimlere katılması engellenen Hazım Salah Ebu İsmail ve yine Mısır ordusuna karşı silahlı bir savaş yürüten Ensaru’l Beytü’l Makdis örgütü gibi oluşumların hepsi Selefi akım içinde yer alan unsurlardır. Dolayısıyla tek başına Nur Partisini ele alıp Mısır’da Selefilik üzerine kanaat beyan etmek yanıltıcı olacaktır.

b) Eksik Bilgiyle Tam Hüküm Verilmez!

Bir başka zaaflı tutum kıt ve eksik bilgiyle yetinmektir. Gündelik hayatımızda sıradan işler için belki çok ayrıntılı araştırma ve değerlendirmeler yapmamız gerekmeyebilir ama insanların kanaatlerini belirleyecek, ilişkilerimizi etkileyecek konularda sınırlı bilgiyle amel etmek, hadiselerin künhüne vakıf olmaya çalışmak yerine yüzeysel bir değerlendirmeye tabi tutmakla yetinmek gibi tutumlar yanlış hükümler ve pratiklere yol açabilir. Örneğin bazı Müslümanlar bazı iddialardan yola çıkarak Irak Şam İslam Devleti adlı örgütün İran tarafından kurgulanan ve Suriye rejimine çalışan bir yapı olduğunu rahatlıkla ileri sürebiliyorlar. Bunu da Suriye’de yakalanan bazı IŞİD mensuplarının üzerlerinde İran pasaportu ya da vizesi olduğu iddiasına dayandırıyorlar.

Şüphesiz IŞİD gerek dinî anlama hususundaki ölçüsüzlüğü, gerek Müslümanlara karşı merhametten, adaletten uzak şedit tutumu ve gerekse de siyasi basiretten son derece nasipsiz oluşuyla İslami hareketler açısından ancak ‘nasıl yapılmamalı’ya örnek oluşturabilecek çapta bir hareket, ümmet için tam bir musibettir. Tarzıyla ve tavrıyla cephe açtığı zalimlerden çok mazlumlara zarar vermiş, İslam ve Müslümanlar hakkında bırakın gayrimüslimleri, Müslümanlar arasında dahi neredeyse korkunç bir imajın gelişimine sebebiyet vermiştir. Mamafih tüm bu gerçeklik ne IŞİD hakkında gerçeklikten ve adaletten uzak yargılar serdetmeyi gerektirir ne de bunları haklı kılar!

IŞİD mensuplarından bazısının üzerlerinde İran pasaportu ya da vizesi çıkması gayet doğaldır. Çünkü İran bazıları için mecburi güzergâhtır. Bu grupta yer alanların kimisi Afganistan-Pakistan’dan bölgeye ancak İran üzerinden geçebilmektedirler. Sadece bu olguya dayanarak ortaya atılan işbirliği iddiası ise abartılı ve mesnetsizdir. Eğer bu tür basit veriler bu tür kapsamlı iddialar için delil teşkil edebiliyorsa hiç kimse, hiçbir hareket, hiçbir çaba bu tür ağır ithamlarla karşılaşmaktan kurtulamaz!

Anlaşılması gereken şudur: IŞİD’i fikriyle, ameliyle mahkûm etmek için İran ile işbirliği yaptığına dair bir kurguya ihtiyaç yoktur. Bu hareketin kendi fikriyatı, tezleri, eylemleri zaten bunu fazlasıyla hak etmektedir. Abartılı, mesnetsiz iddia ve yorumlar ise hedeflenenin tam tersi sonuçlar doğurup; bu oluşumu benimseyenler arasında kendilerine yöneltilen tüm eleştirilerin, suçlamaların temelsiz olduğu gibi bir yanılsamayı besleyip, yanlışı savunmaya yönelik gerekçe üretimine yol açabilir.

c) Hiçbir Vakıa Arka Planından Soyutlanarak Ele Alınamaz!

Bir vakayı değerlendirirken arka planını, geçmişini, gelişim sürecini dikkate almadan sadece sonucuyla hüküm vermek de zaaflı bir yaklaşımdır. Bu tutum bahsedilen konuyu kendi bütünlüğü içinde anlamayı imkânsız kılıp, eksik gözleme dayalı hüküm verme sonucunu doğurur ve sahibini haksızlığa sürükler.

Örneğin bazı Müslümanlar Tunus’ta Nahda Partisinin yeni anayasa hazırlanırken şeriatın yasamanın kaynağı olması maddesini anayasa taslağından çıkarttıklarını iddia etmiş ve Gannuşi’nin lideri olduğu hareketi şer’i sistem yerine laikliği tercih etmekle suçlamışlardı. Evet, doğruydu, Nahda Selefi grupların şeriatın anayasada yasamanın kaynağı olarak belirtilmesi teklifini kabul etmemişti ama anayasadan şeriatın çıkartıldığı iddiası doğru değildi çünkü zaten mevcut anayasada böyle bir hüküm yoktu!

Ya ne vardı? Tunus anayasasında devletin dininin İslam olduğuna ilişkin bir madde vardı ve laik, liberal, sol kesimlerin “kaldırılsın” taleplerine karşın Nahda bu hükmün muhafazasında ısrar etmişti. Ayrıca da Selefi grupların talebinin bugünkü Tunus gerçekliği içinde karşılanması ihtimali zaten mevcut değildi. Kısacası Nahda’ya yöneltilen eleştiri karalama ve mahkûm etmeye yönelik haksız ve temelsiz bir suçlamaydı.

Eksik bilgiyle değerlendirme yanlışına Türkiye siyasetinden de bir örnek verelim. Bazı çevreler öteden beri AK Parti’yi 2005’te yürürlüğe giren yeni Ceza Kanunuyla zinayı suç olmaktan çıkartmakla suçlarlar. Defalarca tekrarlandığı için bu iddia artık iddia olmaktan çıkıp neredeyse kaziye-i muhkeme dönüşmüştür! Oysa Hükümetin böyle bir tasarrufu olmamıştır. Aslında zinayı fiilen suç olmaktan çıkartan Anayasa Mahkemesidir. AYM’nin 1996 ve 1998’de verdiği kararlarla zina suçu bir anlamda kadük olmuştu. Evet, AK Parti zinanın suç sayılmasını içeren bir taslak hazırlamış ama gelen tepkiler üzerine bunu yasalaştırmamış ya da yasalaştıramamış, bu yüzden de eski durum sürdürülmüş, zina suç teşkil eden bir fiil haline gelmemiştir. Yani “AKP zinayı suç haline getirmedi ya da getiremedi” denilebilir belki ama “suç olmaktan çıkardı” demenin bir karşılığı yoktur.

d) Sonuca Odaklanmak Ya da ‘Günün Çocuğu’ Olmak!

Siyasal-sosyal bir konuyu ele alırken o konunun son halini esas almak, son durumuna odaklanmak insanları yanıltıcı kanaatlere sevk edebildiği gibi, yanlı ve adaletsiz tutumları da besler. Örneğin Suriye meselesinde takındığı zalimane tavrından ötürü İran’a duyulan öfkenin bazı Müslümanları aşırı tutumlara yönelttiği görülmektedir. Öyle ki, İran’da gerçekleşen devrimin aslında bütünüyle bir tuzak, emperyalist güçlerin İslam dünyasını mezhepçi düzlemde bölmek üzere planladıkları bir komplo olduğu tezi sıklıkla dillendirilebilmektedir.

Oysa İran’ın Suriye’de izlediği siyasetin yanlışlığına, gayrı İslamiliğine, gayrı insaniliğine dikkat çekmek başka bir şey; tepkisellikle geçmişi yeniden kurgulamaya kalkmaksa bambaşka bir şeydir. İran’ın Suriye’deki Baas diktatörlüğüne verdiği desteğin utanç verici olması, 1978-79’da ABD destekli Şahlık rejiminin görkemli bir halk hareketiyle yıkılması olayının İslam ümmeti ve mazlum halklar için bir iftihar vesilesi olduğu gerçeğini değiştirmez.

e) Sonucu Görmezden Gelip, Kafa Konforunu Bozmamak!

Tam tersi bir tutumla bir vakanın gelişim sürecini, geçmişini önceleyip nihai tahlilde vardığı noktayı, sonucunu görmezden gelmek de yanlıştır. İnsanı doğru değerlendirme yapmaktan alıkoyduğu gibi, gerçeklikten kopmaya ve adeta hayal âleminde yaşamaya sürükler.

Örneğin bazıları geçmişte Müslüman halkların gözünde saygın bir yeri olan ve itibar edilen bir hareket olan Lübnan Hizbullah örgütünü Suriye’de üstlendiği kirli ve kanlı misyona rağmen bir türlü doğru konumlandıramamaktadır. Bu örgütün ne İslam’la, ne insanlıkla asla bağdaştırılamayacak, hiçbir biçimde izah edilemeyecek tutumunu açık, net bir dille lanetlemek gerekirken, geçmişte sergilediği haktan ve adaletten yana pratiğini ve güzel örnekliğini öne çıkartarak bugün işlediği suçları görmezden gelme ya da hafifletme çabası içerisine girebilmektedirler. Adeta “Dün iftihar ettiklerimize bugün nasıl lanet ederiz!” duygusallığıyla gözlerini somut, açık gerçeğe kapatmakta, bir yandan kendilerini kandırırken, aynı zamanda zalimlere arka çıkmaktadırlar.

Acı gerçeğimizle yüzleşmeye cesaret edememek, hesaplaşmanın maliyetini göze alamamak bu çelişkili tutumu doğurur ve büyütür. Oysa gerçekler bizim gözümüzü kapamamızla ortadan kalkmaz ya da değişmez; orada öyle durmaya ve canımızı yakmaya devam eder. Hiç kuşkusuz somut olgular bizim hayalcilikle karışık iyimserliklerimize ya da mantıksal kurgularımıza göre değil, kendi şartlarında gelişir ve bize de mutlaka bazı sorumluluklar yükler. Sorumlulukların ifası ise romantik yaklaşımlarla değil, gerçekçi değerlendirmeler ve adil tavır alışlarla mümkündür.

Özetlemek gerekirse, doğru konumlanma için dengeli bir tavır alış zorunludur. Gelişen hadiseler karşısında ne günün çocuğu olup her şeyi bugün yaşananlardan, şu andan ibaret görmeli ne de geçmişin hatırına somut gerçekleri görmezden gelmeliyiz. Siyasal-sosyal hadiseleri değerlendirirken sadece son duruma, sonuca odaklanmak da son durumu, sonucu dikkate almamak da yanlıştır. Doğru tutum kapsamlı ve gerçekçi bir perspektiften gelişmeleri değerlendirip, adalet temelinde tavır belirlemektir.

“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer, 39/9)

Sonuç: Salih Amel Sahih Bilgi Temelinde Yükselir!

Müslümanlar açısından doğru bilgilenme, bazılarının zannettiği gibi bir entelektüel birikim ve tutarlılık sorunu değildir. Şüphesiz bunu da kapsar ama bundan ibaret değildir; öncelikle adil şahitlik vazifesinin bihakkın ifasıyla alakalı bir sorumluluktur. Kendimizden başlayarak yeryüzünü ıslaha yönelmek salih bir eylemlilik içinde olmayı getirir. Salih eylemler ise ancak sahih bilgi birikimi zemininde gelişir. Doğru bir perspektife sahip olmayı, dengeyi gözetmeyi ve bilgilenme zaaflarından kaçınmayı gerektirir. Öyle ki, bu çaba kişiyi hem kendi içinde hem de muhatapları nezdinde güvenilir, ciddiye alınır, saygın bir konuma taşıyacak ve kapsamlı ve tutarlı bir bakış açısına yöneltecektir. Ve hiç kuşkusuz sahih bilgi temelinde gelişen salih amellerin birikimi salim kişiliklerin de habercisi ve hazırlayıcısıdır! 

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!