İsveç, 1990'lar boyunca Türkiye'deki insan hakları ihlallerini eleştiren ülkelerin başta gelenlerinden biriydi. 1999'daki Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'nin aday ilan edilmesine en son onay veren üye devletlerden biri de İsveç'ti.
Bugün ise İsveç, AB'de Türkiye'nin üyeliğinin en güçlü destekçisi. İsveç'in AB Bakanı Cecilia Malmström, yakınlarda yaptığı bir konuşmada aynen şöyle diyordu:
"Koşulları yerine getirdiğinde Türkiye'nin üye olmasını savunuyoruz, çünkü açık ve demokratik bir Türkiye'nin AB'ye verebileceği çok şey olduğuna, Avrupa ile İslam dünyası arasında bir köprü kuracağına inanıyoruz. Elbette ki üyelik için gidilecek uzun bir yol var, ama Türkiye'ye ve Başbakan Erdoğan ve hükümetinin Türkiye'yi Avrupa'ya yakınlaştırmasını ve AB'ye üye yapmasını destekleyen bütün insanlara olumlu sinyaller göndermeliyiz. Türkiye'ye desteğimizi özellikle şimdi, ulusalcı güçlerin Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdukları şu sırada göstermeliyiz. Bu dava bir komedi gibi görünebilir, ama bu ülkede verilen iktidar kavgasının keskinliğine örnektir. Bu dava, bir yargı darbesi girişiminden farksızdır..." (Europaforum, 14 Nisan 2008)
İsveç, hem solcu, hem sağcı hükümetlerin, parlamentodaki bütün partilerin Türkiye'nin AB üyeliğine destek verdiği yegane ülke. İsveç Parlamentosu'nda Türkiye'nin üyeliğine karşı olan tek bir milletvekili bulunmuyor. İsveç Parlamentosu bugüne kadar "Ermeni soykırımı"nı tanımayı reddetti. Son olarak 14 Haziran 2008'de yapılan oylamada, oylamaya katılan 254 milletvekilinden yalnızca 32'si tasarı lehinde oy kullandı.
İsveç, Türkiye'nin AB'ye uyumuna yardımcı olmak amacıyla İstanbul'da bir Türk-İsveç İşbirliği Merkezi açan yegane AB üyesi. AB Komisyonu'nun yaptırdığı yoklamalara göre, yüzde 46 ile Türkiye'nin AB üyeliğine en yüksek düzeyde destek veren millet İsveçliler. Bugün İsveç, Türkiye'nin AB'deki en yakın dostu. Neden?..
Hem sosyal demokrat hem de sağcı İsveç hükümetleri, AB'nin genişlemesinin yararlarının bilincinde ve AB'nin bir federal süper devlete dönüşmesini istemiyor. AB'nin 'yumuşak gücü'nün, yani örnek olma yeteneğinin 2001-2005 arasında Türkiye'de nasıl bir "sessiz devrim"e yol açtığının, buna karşılık 2005'ten bu yana AB'den gelen olumsuz sinyallerin Türkiye'de ulusalcı bir tepkiye yol açtığını yakından izlediler.
İsveç'in eski sosyal demokrat dışişleri bakanlarından, 2006'da elim bir cinayete kurban giden Anna Lindh ve şimdiki muhafazakar dışişleri bakanı Carl Bildt'in Türkiye'ye özel bir ilgi duymaları da, Stockholm'ün öteki AB başkentlerine kıyasla Ankara'yı daha iyi anlamasının bir nedeni olabilir. İsveç'in Ankara'daki son büyükelçileri, sırasıyla Henrik Liljegren, Ann Dismorr ve Krister Asp ile İstanbul'daki Başkonsolosu Ingmar Karlsson, Türkiye'nin İsveç'e ve AB'ye yakınlaşması çabalarına önemli katkılarda bulundular. Karlsson'a göre İsveç ile Türkiye arasındaki yakınlıkta tarihin de bir rolü var. Avusturya bugün AB'de Türkiye'nin en büyük muhalifi, çünkü Türkler iki kez Viyana'nın kapılarına dayandılar. İsveç ile Türkiye ise hiçbir zaman savaşmadılar.
Ann Dismorr, 2001-2005 yılları arasında, yani tam da Türkiye'nin AB ile katılım müzakerelerine başlamasını sağlayan reformların yapıldığı dönemde İsveç'in Ankara büyükelçiliğini yaptı. Dismorr, yakınlarda "Turkey Decoded / Şifreleri Çözülmüş Türkiye" başlıklı bir kitap yayımladı (Saqi Yayınevi, 2008). Bu kitap, kuşku yok ki, Türkiye'nin 2001-2005 arasında yaşadığı "Sessiz Devrim"in bugüne kadarki en iyi tanığı. Son cümleleri kitabın temel argümanını özetler gibi: "Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve AK Parti hükümeti İslam ile demokrasinin bağdaşır olduğunu göstermek için tarihsel bir görevle karşı karşıya. Gerçekte Türkiye, bunu kanıtlamada hayli yol aldı... Öte yandan AB, İslam dünyasındaki en liberal ve en gelişkin demokrasi olan Türkiye ile ilişkisini nasıl düzenleyeceği konusunda tarihi bir seçimle karşı karşıya. Ve bütün dünya bunu izliyor."
ZAMAN