Her geçen sene Hac ve Umre'ye ilgi giderek artıyor. Türkiye ölçeğinde Hac ibadetini eda etmek üzere sıraya giren yaklaşık 750 bin kişiden söz ediliyor. Bu sene Umre'ye gideceklerin sayısı da 150 bin tahmin ediliyor. Bu sadece Türkiye'ye özgü de değildir. Hacca gitmek üzere kayıt yaptıran Müslümanların sayısı 25 milyon.
Söz konusu ilginin anlaşılır sebepleri var. İlkin 1400 küsur senedir devam eden bir ibadetten söz ediyoruz, dinin beş ana şartından biridir. Tarihte iklim, coğrafi mesafe, yol güvenliği, meşakkat, iktisadi gelir düzeyi ve dinî bilinç gibi faktörler bu ibadetin yerine getirilmesinde önemli rol oynamıştır. Çağımızda ilgiyi artıran en önemli amil dinî bilincin çok daha berrak hale gelmesidir. Bunun belirleyen sebep olduğunu söyleyebiliriz. Etkileyen sebepler ise, gelir düzeyinin yükselmesi, ulaşım imkânlarının kolaylaşması, medyada Hac ibadetinin daha çok ve özendirici yer alması şeklinde sıralanabilir.
Bir başka sebep var ki, bu tamamen ibadetin mahiyetiyle ilgilidir. Bir defa giden bir daha gitmek ister. Çünkü mekân "insanların dönüp dolaşmak istedikleri yer"dir, varlık âleminin merkezi, evrenin sıfır noktasıdır.
Bilinen şehir veya yerleşim standartları açısından bakıldığında Mekke'nin herhangi bir özelliği yok. Volkanik yapıya sahip. Dağların çevrelediği bir çanak içinde, iri kayalarla dolu. Mekânın sertliği beşeri tutum ve reflekslere yansır. Eskiler bu özelliğiyle Mekke'de Allah'ın "celal" isminin tecelli ettiğini söyler. Ama kuşkusuz Mekke'yi önemli kılan Ka'be-i Muazzama'dır. "İnsanlar için ibadet ve toplanma yeri olarak yapılmış İlk Ev"dir. Herhangi bir kapıdan tavaf yerine girip de ilk defa Ka'be'ye baktığınız zaman sanki sizi varlığın merkezinden kendisine çeken bir gücün etkisini hissedersiniz. Yerden semaya, semadan yere devri daim halinde akan bir nur içinizi aydınlatıyor.
İnsan kendini Mekke'de öz yurdunda hisseder. Her nerede doğup büyümüş olursanız olun, hiçbir toprak parçası size Mekke'den daha sıcak, enis ve aşina değildir. Kendi ana yurdunuzdan bir başka memlekete gittiğinizde o yere alışıp tavattun etmeniz için belli bir sürenin geçmesi lazım. Fakat Mekke öyle değildir, oraya adım attığınız andan itibaren mekânın sizin asli yurdunuz, hakiki anavatanınız olduğunuzu hissedersiniz. Bunun sebebi biraz da beşer türü olarak bizim fizyolojik/biyolojik kökenimizle ilgilidir. Biz babamızın sperminden ve annemizin yumurtasından oluşmuş bir zigotun ürünüyüz. Zigotu teşekkül ettiren maddi cevher annemizin ve babamızın yaşadığı toprakta yetişen ürünler, bitkisel ve hayvansal gıdalardır. Dolayısıyla daima doğup büyüdüğümüz yere güçlü bir eğilim duyarız, 40-50 sene dahi olsa başka ülkelerde yaşasak, yine de doğup büyüdüğümüz şehrimizi, köyümüzü ararız.
Adem babamız ve Havva anamız yeryüzüne inip de yıllarca birbirlerini aradıktan sonra Arafat'ta buluştular, bir araya geldiler ve biz onların oradaki birleşmelerinden sonra üreyip dünyaya yayıldık. Bu açıdan Mekke beşeriyetin ana yurdu, asıl hakiki vatanıdır. Başka hiçbir vatan ondan daha sahici değildir.
Ka'be Allah'ın Evi'dir. Hepimiz o Ev'in çocuklarıyız. Orada her ırktan ve bölgeden insanlar tek bir aile olduklarını ruhen hissederler, bunu yaşarlar. Kimse yabancı değildir. Ev'in Sahibi, âlemlerin, yani göklerin, yerin ve bunların arasındaki her şeyin İlahı ve Rabbi'dir. O'nun ismini yüceltmek, diğer varlıklar, gezegenler, galaksiler nasıl kendi merkezlerinin etrafında dönüp Bir'i tesbih ediyorlarsa, biz de Ka'be samanyolunun akışına katılarak, Ev'in etrafında dönerek âlemlerin Rabbini, Ev'in Sahibini yüceltip tesbih ediyoruz.
Bu duyguyu yaşamak varoluşa iç ahenkle katılmaktır. Bu mutluluğu birkaç gün yaşadık. Bana bu imkânı sağladığı için Nüans Turizm'e teşekkür ederim. Son derece başarılı bir organizasyonla Mersin ve Adana'dan 155 değerli insanla bu mutluluğu tattık. Medine ve Mekke'de bize başarılı rehberlik eden diğer yetkililer ve görevlilere, özellikle Yavuz Selim Korkmaz, Osman Korkmaz ve Mehmet Yıldız hocaya şükran borçluyuz.
ZAMAN