Yeryüzünde, Akdeniz’e bakan küçük bir coğrafyada işgalci İsrail eliyle Filistinli kardeşlerimize yönelik bir soykırım gerçekleşiyor. İnsanoğlunun yaşananlara tepkisi birbirinden çok farklı. Kimisi yaşanan vahşeti eline çekirdek almış izliyor, kimisi ağlayarak kaskatı kesiliyor. Kimi yüzünü buruşturuyor, kimi sahada, alanlarda soykırımcıları durmaksızın protesto ediyor. Sonuç değişmiyor, kesintisiz kıyım sürüyor. Kimse müdahale etmiyor/edemiyor. Herkes bir şekilde yaşananları sadece izlemiş oluyor.
İşgalci İsrail, Suriye’de İran Büyükelçiliği’ni vuruyor, Dünya, İran’ın vereceği cevabı günlerce konuşuyor. İran, İsrail’e davul zurna ile ateşlediği roketlerin yola çıktığını haber vererek saldırıda bulunuyor. Çoğu havada imha edilen füzeler sonrası kamuoyu günlerce işgalci İsrail’in vereceği cevabı konuşuyor. Sonra yine işgalci saldırıyor… Bu döngü devam ediyor. Küresel medya ağları, objektiflerini İran’a yahut işgal altındaki Tel Aviv’e tutarken Gazze’de, Müslümanlar en çok hastanelerde can vermeye devam ediyor.
Bir Müslümanın başı sıkıştığında ilk sığındığı yer camilerdir. Ülkemizde deprem olunca halkımız, camileri evi bilmişti. Gazze’de tüm camiler açık hedef olduğu için Gazzelilerin sığındığı yerler, uluslararası hukuka göre dokunulmayacağı düşünüldüğü için hastaneler oldu. Gazze’de Rimal mahallesinin kuzeyinde yer alan, Gazze'nin en kapsamlı hastanesinin adı Şifâ idi. 73 yıldır kesintisiz hizmet vermekteydi. Aksâ Tufanı harekâtı sonrası başlayan işgalci saldırılarında Şifâ Hastanesi’ne yaklaşık 30 bin sivil sığındı. Şifâ Hastanesi, eve dönüşen, kendisine sığınanlara kol kanat geren bir mekândı. Hastane odaları yaralılarla; koridorlar, merdivenler, bahçeler Gazze halkıyla doldu taştı. Su yoktu. Kimse yıkanmıyordu, ölüler bile.
İsrail, bir akbaba gibi Şifâ Hastanesi’ne tünedi. Hastane üzerinde gece gündüz yüksek sesle gezen dronlar uçuruldu. Hastane çevresindeki binalara yerleştirilen keskin nişancılar durmaksızın sivilleri, sağlık çalışanlarını hedef aldı. Havan toplarıyla, topçu atışlarıyla ve silahlı insansız hava araçlarıyla haftalar boyunca parça parça saldırılar düzenlenerek hastanenin çeşitli bölümleri füzelerle yerle bir edildi. 6 ay içinde bir sağlık kurumuna dört defa baskın düzenlendi. Doktorlar, hemşireler, sağlık görevlileri, acıdan ayetlere sığınan hastalar tereddütsüz infaz edildi.
İlk baskında, işgal ordusu, Siyonist gazeteci Eddie Cohen aracılığıyla paylaştığı videoda, Şifâ Hastanesi altında bir tünel olduğunu ve bu tünelin Hamas tarafından kullanıldığını ileri sürülerek saldırıyı meşrulaştırılmaya çalıştı. Yayınlanan görüntülerdeki tünelin, İsveç’in Skipsholmen adasında II. Dünya Savaşı’ndan kalma, turistik olarak ziyaret edilen tarihi askeri bir tünel olduğu ortaya çıksa da ne yazık ki karşılık bulmadı.
Baskın sonrası yoğun bakım çalışanları silah zoruyla tahliye edildi. Yoğun bakımdaki hastalar, küvözdeki bebeler bir başlarına bırakıldı. Doğduğu ilk andan beri yalnız kalan prematüre bebeklerin kurumuş kalmış iskeletleri haftalar sonra bulundu. Kesif ölüm kokusu aylarca hastane üzerinde gezdi. Koridorlarda şehidler, merdivenlerde şehidler. Ameliyathanelerde şehidler. Şakaklarında direniş serinliğinin çizgileri vardı. Hafif dalgalı bakıyorlardı pak alınlarıyla. Annelerin avuçlarında çakıllar, etrafında çakallar. Hastanenin çevre sokaklarında Filistinli direniş grupları sağlıkçıların ve hastaların hayatını kurtarmak için yoğun çaba sarf etti. Şifâ Hastanesi çevresinde tanklar vuruldu, keskin nişancı ateşleriyle işgalci subayların can veren bedenleri yere çuval gibi yığıldı. Ne kadar direnilse de füzeler her şeyi yıktı geçti.
İşgalci İsrail ordusu, 2 hafta boyunca elinde tutup alt yapısını, oksijen ağlarını ve su kuyularını yok ettiği hastaneden ayrılınca, tarif edilemez büyüklükte vahşet fotoğrafları bıraktı geride. Şifâ Hastanesi’ne dönen Filistinliler, külliyenin her yerinden fışkıran cenazelerle karşılaştılar. Yetmedi, hastane bahçesinde iş makineleri vasıtasıyla gömülmüş yüzlerce ceset tespit edildi. Kimi elleri arkalarından bağlanmış infaz edilen kimi de diri diri toprağa gömülmüş Filistinlilere ait olan bu cenazelerin tespit ve defin işlemleri daha uzun vakitler alacak gibi görünüyor.
Şifâ Hastanesi’nde kuşatma altında kalıp can verenler, ölmeden önce duvarlara yazılar yazarak mesaj iletmişler insanlığa. Kimi, "Anne senin gözyaşlarımı silmeni özledim. Dertlerim yanağımda kaldı..." derken doktorlar ise şöyle bir not yazmış: “Sabredin ey Şifâ ehli. Kurtuluş yakındır!”. “Seven sevdiğinin yazgısına razı olur. Allah bizimle. Allah’ın izniyle gelecek zafer bizimdir.” Bir başka Gazzeli ise noktayı koymuş: “Allah’ın bizim için takdir ettiği kaderi kabul ediyoruz.”
Şifâ, “hastalıktan kurtulma, iyileşme; ilâç” anlamına geliyor. Şifâ Hastanesi de ismine uygun bir şekilde direne direne hastalara Şifâ verme adına mücadele eden bir kurum olarak tarihe geçti. Hastaneyi teslim etmediği için infaz edilen başhekimin, hastalarını terk etmeyip birlikte can veren doktorların yurdu olan bu hastane, hem tıp hem de insanlık tarihinin sayfaları arasında onurla yerini alacaktır. Hastane bahçesinde scrubs denen ameliyat elbisesi üzerinde iken, elleri bağlanarak infaz edilmiş sağlıkçıların, yaralı yattığı sedyeden alınıp kollarında kataterler vücutlarında sargılarla çukurlara canlıyken atılıp iş makineleriyle üzerleri örtülenlerin vebali, bugün olmasa da yarın muhakkak birilerinin uykusunu kaçıracaktır. Şifâ Hastanesi’nde yaşananlar, hastaneyi “şifâ” merkezi olmaktan çıkarıp adeta bir “yara”ya dönüştürmüş durumdadır. Gazze’de tüm sağlık merkezleri gibi Şifâ Hastanesi de fedakârlığın, acının, direnişin ve tarifsiz kayıpların, pıhtılaşan acıların yurdu haline gelmiştir. “Hadi evimize gidelim” cümlesini kuracak kaç Gazzeli kalmıştır şunun şurasında. Gazze’nin gümrah tarlalarından, yollardan, kumruların başını uzattığı sahanlardan, limon bahçelerinden, portakal kokulu sahillerinden eser yok. Abluka altında, yarı açık cezaevi olarak yıllardır hayatta kalmaya çalışan Gazze, servilerle dolu açık bir mezarlık artık.
Kuşatma altına alınan, baskınlarla katledilen, yoklukla ve ölümle sınanan bu insanların içinde bulunduğu yer bir hastane idi. Böylesine bir ortamda bile yaşananların dünyada karşılığı ne yazık ki yok. Filistin gündemden düşerken İran-İsrail ilişkileri her şeyin önüne geçti. İnsanoğlu Alzheimer hastalığının pençesine düşmüşçesine hayatını sürdürüyor. Bilişsel fonksiyonların azalması, demans/bunama olarak ifade edilen Alzheimer, unutkanlıktan ibaret bir hastalık değildir. Unutkanlık giderek artar, beyin hücreleri hızla yok olur ve süreç kişinin/kavmin/yapıların/devletlerin ölümüyle sonuçlanır. Gazze’yi, yaşanan insan hakları ihlallerini, soykırımı görmezden gelmenin, unutmanın ve kardeşlerimizi yüzüstü terk etmenin elbette acı ve ızdırap dolu sonuçları olacaktır.
Levanten bir akşam üstü aydınlıklar içindeydi Gazze. Parıl parıl parladı. Bu güzelliği göremeyen işgalciler, gökyüzüne işaret fişeği attı. Kesintisiz hava bombardımanları mahalleleri, içindeki insanlarla birlikte buharlaştırıdı ve nihayetinde Şifâ Hastanesi 18 Mart’ta son kez kuşatılıp tamamen kullanılamaz hale getirilinceye kadar saldırılar sürdü. Kardeşlerimizin günleri şahdamarları kör makaslarla kesilerek, hayatta kalarak, yıkıntılar arasından sevdiklerini çıkararak, kanlı ayazmaların içinden çıkıp işgalci avlayarak, Merkava’ları patlatarak, su arayarak geçti. Ölüler kıpırdamaz, yalnızca ölüler; ağaçlar bile hareket halindedir. O halde yeryüzünün yaşayan tek evi Gazze’dir!