Şiddet sarmalı içerisine girmiş bir nesil...

Ali Osman Aydın, okullardaki şiddet olaylarının kökenine inildiğinde genç neslin sorunlarının daha iyi anlaşılabileceğini ifade ediyor.

Ali Osman Aydın / Yeni Akit

Okullar mayın tarlası

Dün bütün ülkede öğretmenler iş bıraktılar. Çünkü bir müdür okulda, makamında, işinin başındayken öldürüldü.

Şimdi her yerde bu şiddet olayı konuşuluyor! 

Acaba, “Türkiye bu işin üstesinden gelebilir” mi?

Bana kalırsa, hayır!

Korkarım bir süre sonra öğretmenlere yakın dövüş sporları eğitimi verilmesi gerekebilir. Ya da polisler gibi öğretmenleri de silahlandırmak icap edebilir!

Çok mu fantastik geliyor kulağa…

Bence bugün yaşananları bize 80’li yıllarda söyleselerdi, bunun çok fantastik olduğunu söyler ve ciddiye almazlardı.

***

Her şeyden önce şunu belirtmek lazım: Şiddet kendi içinde kategorilere ayırmamız halinde bu meseleyi analiz etmemiz bile zor.

Şunu kastediyorum. Bu konuyu “eğitimde şiddet” alt başlığı altına alarak anlamaya ve çözmeye kalkarsanız, eksik iş yapmış olursunuz. Hatta… Eksik ya da yanlış teşhis koyan kişi hastanın ölmesine, değilse, sakat kalmasına veya hastalığın artmasına bile neden olabilir.

Kadına şiddet, hayvana şiddet, öğretmene şiddet diye bir meselemiz yok!

“Şiddet” meselemiz var.

Neşteri tam buraya vurmak gerekiyor.

Başka yere değil!
            ***

Meselemiz şiddet.

Bu toplumun hemen her kesimi çeşitli düzeylerde şiddete maruz kalıyor. Bunda öfkeli bir toplum oluşumuzun payı büyük. Öfkeliyiz. Bunun neden var olduğunu bir argümanla izah etmek zor. Fakat, Alman düşünür Erich Fromm, yaptığı çalışmalar sonucunda, şiddet ve yıkıcılığın yaşanmamış hayatın sonucu olduğunu söylemişti.  

‘Sevginin ve Şiddetin Kaynağı’ adlı eserinde, “Öç alma dürtüsü bir topluluğun ya da bireyin güçlülüğü ve yaratıcılığıyla ters orantılıdır.” demişti.

***

“Hayatın yaşanamaması” genelde ekonomik parametrelerle ilgili bir durum. Zaten şiddet de, genel itibariyle yoksulluğun, yani bireysel gelişmenin sekteye uğratıldığı, mahrumiyetin yaşandığı kesimlerden doğuyor. Genel itibariyle diyorum. Çünkü başka sınıflardan doğan şiddet biçimleri de var.

Cinayeti bir kenara bırakırsanız, öğrencilerimizde ciddi anlamda şiddete eğilim gözlemleniyor zaten. Bunun fiziksel şiddet olması gerekmiyor. Gücü ve olanağı olan fiziksel şiddete başvuruyor elbette. Ama bunu göze alamayan kişiler de sözel şiddete başvuruyorlar.

Tam çıkış saatinde bir okul önünde biraz zaman geçirirseniz, öğrenciler arasındaki dilin ne kadar fazla şiddet ve saldırganlık içerdiğini kolayca görebilirsiniz.

***

Öğrenci sorunu temelde öğretmenlerle ilgili değil, aile ile ilgili bir sorundur. Bu yüzden okuldaki şiddet meselesini, öğretmenleri silahlandırarak ya da başka güvenlik önlemleri ile durdurmanız mümkün görünmüyor.

Öğretmenlerin bu konuda yapacakları bir şey yok. Hatta şiddet ırmağının önüne  öğretmenlerle set çekmeye çalışırsanız, öğretmenleri kurban haline getirirsiniz. Dün sınıfta bir öğretmene emanet edilmiş, davranışlarını öğretmenin denetlemesi öngörülen suçlu çocuk, şimdi bir cezaevinde gardiyan denetiminde bulunuyor. Trajik bir yatay geçiş! 

Okullarda gardiyan denetiminde bulunması gereken ve belki bir süre sonra bulunacak olan, suça meyilli o kadar çok öğrenci var ki! Fakat şu an öğretmenleri her şeyden habersiz bu kriminal tiplere laf anlatmaya çalışarak harcıyorlar enerjilerini. Ha bu müstakbel suçlulardan dolayı, gelecek vaat eden çocukların geleceği çalınıyor, o da ayrı bir bahis.

***

Toplumun bütün kılcal damalarına sinmiş olan şiddet krizi, esasında ailenin merkezinde olduğu toplumsal bir kriz. Bu yüzden “aile” konuşulmadan konuşulamaz!

Türkiye’de aile can çekişiyor! 45-50 yaş altı ebeveynlerin olduğu kuşak gerçekten sorunlu bir ebeveyn kuşağı… Genel olarak bu kuşakta dikkate alınması gereken bir yozlaşma, “cehalet” hüküm sürüyor. Televizyonla büyüyen bu kuşak, son 15 yıldır internetin pompaladığı “tatlı hayat” masallarıyla sarhoş olmuş durumda. Ne çocuk umurlarında, ne de aile! Haz çağına özgü bütün bencillikleri dibine kadar sömürmek, bu kuşağın bilinçaltında yatan amaç.  

Bu kuşağın gelenekle bağının itina ile koparıldığını söylemeye gerek bile yok. Gelenek def edilip yerini çocuk sahibi olmayan YouTube uzmanlarının önerileri alınca, ortaya kırılgan, zayıf, şımartılmış ve istediği her şeyi en kısa yoldan elde etmeye alışmış genç tipi çıktı.

Şimdi bu genç tipini, sosyal medya üzerinden asla ulaşamayacağı yaşam biçimlerinin meydana getirdiği beklenti ile tıka basa doldurun. Fakat gerçekte ekonomik koşulların bu beklentileri karşılaması da mümkün değilse ne olacak?   

            ***

Şiddet salgınının gelişip büyümesinde televizyonların payını unutmamak gerekir. Neredeyse 25 yıldır televizyonlar şiddetin her türünü reyting için kullanıyorlar. İsim isim saymaya gerek yok. En dikkatli olunması gereken tarihi şahsiyetlerle ilgili dizilerde bile kafa kesme sahneleri gırla gidiyor. Mafya dizilerinde şiddet; gücün, servetin, güzel kadınlarla dolu konforlu bir hayatın kapısını açan anahtar olarak kullanılıyor. Haber bültenleri şiddetin reklamını yapan reklam kuşaklarına dönmüş durumda.

Çünkü, dişe dokunur hiçbir idari denetim yok. Kitle iletişim araçlarından toplumun üzerine saçılan “mefasidi def” edecek bir mercii yok. Hükümetin kuşatıcı, ıslah edici bir kültür politikası da yok.

Dolayısıyla şiddet sorunu yalnızca okul parantezine alınarak halline bakılacak bir sorun olarak görülemez. Görülürse, çözülemez!

Yorum Analiz Haberleri

Bir liderin portresi: Ahmed el-Şaraa
Türkiye, Suriye'deki yeni yönetimle nasıl ilişkiler kurmalı?
Baas rejimi Suriye’yi sadece siyasî, sosyal veya ekonomik yönden harap etmedi...
2024 senesinde coğrafyamızdaki siyasi olaylar
Birleşmiş Milletler neden yeni Suriye'de rol almamalı?