Şiddet Ortamı Neye/Kime Hizmet Ediyor?

HAŞİM AY

Suruç hadisesi bahane kılınarak 20 Temmuz’da PKK tarafından start verilen  şiddet dalgası, gün geçtikçe daha da büyüme ve yayılma istidadı gösteriyor. Kısa süre sonra “Özyönetim” ilanına dönüşen PKK şiddeti, Kürdünden Türküne, doğusundan batısına tüm ülke ve insanı için hayatı cehennemleştirmeye devam ediyor. Gelinen nokta her anlamda büyük bir faciayı çağrıştırıyor. Çözüm Sürecinde zaten varolagelen yüksek gerilim hattı, gelinen noktada tüm toplumu çarpmış vaziyette. Örgütün baskı ve şiddet temelinde inşa ettiği “devrimci halk savaşımı”, Kürt halkından yüz bulmadı şükür ancak son iki gündür, özellikle de Dağlıca’da yaşanan asker ve Iğdır’da gerçekleşen polis katliamları ülkenin Türklükle özdeşleştirilen İç Anadolu ve batı hattında tehlikeli ve her bakımdan provokasyona açık bir milliyetçi tepkiyi tutuşturmuş durumda.

MİLLİYETÇİ TEPKİ KİME KAZANDIRIR?

PKK’nin tırmandırdığı şiddet dalgasının toplumsal cinnet ve infial haline doğru gittiğini gösteren gelişmeler yaşanıyor. Gerilim arttıkça mantık daha fazla köreliyor. Milliyetçi ruh kabardıkça adalet, insaf ve vicdan daha fazla ayalar altında çiğneniyor. Bu kirli ve gerilim dozu yüksek zeminde ortaya konulan kitlesel tepkilerin sahibine yıkıcı olarak geri dönmesi büyük ihtimal. Provokasyonlara son derece açık bir süreçten geçiyoruz.

Mesela Çukurca’da askere ve hemen sonrasında Iğdır’da polise yönelik olarak gerçekleştirilen katliamlar üzerine bina edilen kitlesel tepki eylemleri tam da PKK’nin ve kaostan nemalanan kesimlerin işine yarayan cinsten.

PKK’nin ortaya koyduğu baskı ve şiddet eylemleri ve bu bağlamda son olarak Çukurca ve Iğdır’da gerçekleştirdiği katliamlar sonuna kadar lanetlenmeyi hak ediyor. Burası bizce tartışma götürmez. Dolayısıyla kendisini hayatın merkezine oturtan, baskı ve şiddet yoluyla da bunu herkese dayatmaya çalışan, hemen her icraatından fesad ve tuğyan taşan bir yapıya karşı tepki ortaya koymanın kendisinin gayrimeşru hiçbir tarafı yok. Aksine bu noktada ortaya konulacak bir tepki hayatiyet göstergesidir. Ne var ki ortaya konulan tepkinin haklı bir zemine oturması o tepkinin dilini, tarzını, sonuçlarını da kendiliğinden meşru kılmaz.

Bu zaviyeden baktığımızda Çukurca ve Iğdır hadiseleri sonrasında ortaya konulan kitlesel tepkilerin milliyetçi histeriyi ayyuka çıkardığını, tarz ve dili itibariyle adalet ve insaf ölçülerini aştığını, sonuna kadar provokasyonlara açık olduğunu ve sonuçları itibariyle de hakka ve hayra hizmet etmediğini söylemek mümkün.

PKK’nin ortaya koyduğu yıkımı ve işlediği cinayetleri Kürt halkına mal etmenin ve bu milliyetçi koşullanma içerisinde kalkıp Kürt avına çıkmanın hiçbir meşru yönü olamaz! Dünden bu yana Kayseri ve Kırşehir’de konuşlanan kitlelerin bölge yönünden gelen veya o yöne doğru seyahat eden otobüsleri taşlaması; Bursa, Sakarya gibi illerde ortaya konulan tepki eylemlerinden taşan görüntüler; Ankara’dan kalkıp Bolu’ya daha yakın olan Beypazarı’nda Kürt kökenli mevsimlik işçileri linç etmeye yönelik insan avına çıkmak… Bu ve benzeri eylemlerin hiçbir meşruluğu yok. Meşruluğu olmadığı gibi bunların kendi sahibine bir hayrı da yok. Aksine son derece provokasyona da açık. Kaldı ki bu eğitimsiz ve örgütsüz kitlelerin eylem tarzı ve doğurduğu sonuçları bile lanetlemek için yola koyuldukları PKK/HDP’nin değirmenine su taşır. Nitekim örgütün özellikle de bu tepki eylemleri esnasında parti binalarına yönelik gerçekleştirdiği saldırıları daha şimdiden kazanıma dönüştürmeye mebni bir retorik geliştirdiği görülüyor.

KAYIPLARI KAZANIMA DÖNÜŞTÜRME İSTİDADI

Gelinen nokta PKK’nin Suruç hadisesini kendince bir kazanıma dönüştürdüğünü gösteriyor. Olayın gerçekleşmesinde doğrudan veya dolaylı olarak örgütün parmağının bulunduğu yönünde bugüne kadar çok şey söylendi, söyleniyor. Tüm bu söylenenleri bir kenara bırakıp baktığımızda sonuç olarak olayın örgütün işine yaradığını söylememiz mümkün. Çünkü tıpkı diğer tüm milliyetçi hareketlerde olduğu gibi PKK de kandan-kaostan, ölüm ve gerilimlerden sonuna kadar yararlanan bir örgüt. Bu tip örgütlerin şiddet ortamı olmadan uzun süre ayakta kalması mümkün değil.

Peki, çatışmasızlık sürecinde PKK’nin uzunca sayılacak bir zaman boyunca eylemlerden el ayak çekmesi bu tezi çürütmüyor mu denilebilir. Hayır, çürütmüyor! Çünkü çatışmasızlık süreci denilen şey asla PKK’nin bir köşeye çekildiği, tamamen pasifize olduğu anlamına gelmez. Bu süreç boyunca öyle iddia edildiği gibi topyekûn bir geri çekilme ve silahların gömüldüğü filan da yok! Kaldı ki gömüldüğü veya gömüleceği söylenen o silahların bugün nereden çıktığını tüm dünya görüyor! Evet, örgüt savaşçılarını kısmen de olsa geri çekti. Bu doğru. Ama nereye? Tabi ki Rojava ve Şengal (Sincar) cephelerine. Hem sonra militarist mantalite gereği militanlara asla durmanın yaraşmayacağını, ister savaş ister barış durumunda daima hazır ve tetikte olmak gerektiğini biliyoruz. PKK de Çözüm Sürecinin işlediği süreçte bir ileri bir geri sayarak da olsa savaşçı unsurlarını kısmen geri çekti. Ama bunları Rojava ve Şengal cephelerine sürme, Türkiye Kürdistanında inşa ettiği Paralel Devlet Yapılanmasını koruyup kollama, geride kalanları da Kandil’de değişen şartlara göre eğitimden geçirilmiş “kurşun asker” marifetiyle seferberlik halinde veya hizada tutmaya devam etti. Kandil’deki hazır kıta bu “kurşun askerler” de kah halkı HDP’ye oy vermek için köylerde ve şehirlerde “ikna”, kah “Paralel Devlet Yapılanması”nı oturtmak için özellikle de ilçelerde ve kırsal kesimlerde yandaşları teşkilatlandırma; kah bölgede yol kesip kimlik soran, adam kaçıran, vergi adı altında haraç toplayan, esnafa kepenk indirten, molotoflu-bombalı eylemlerle halka korku salan, hizaya gelmeyenleri “halk mahkemeleri”nde yargılayan genç hevalleri eğitme ve örgütleme marifetiyle moral-motivasyon buldular.

Ara süreçte yaşanan Roboskî gibi katliamlar, seçim arifesinde HDP’lilere yönelik saldırı vb. olaylar da savaşçıların sahaya sürülüp moral-motivasyon devşirdiği durumlar oldu.

Bu bağlamda düşünüldüğünde Suruç hadisesinin de örgüt için nasıl toparlayıcı bir işlev gördüğü rahatlıkla anlaşılacaktır. Nitekim söz konusu hadiseden kalkarak çözüm sürecini gözden çıkaran örgüt, YDG-H’nin eylemlerinde somutlaşan “devrimci halk savaşımı”na sistematik boyut kazandırdı. Ve iki ayı aşkın süredir karşımıza “Özyönetim” zorbalığı olarak çıkan bu “canavarlaşmış ruh”tan taşan karanlık tüm ülkeyi sarıp sarmalamakta.

PKK ÖZGÜVEN PATLAMASI YAŞIYOR

Özetle Rojava’daki kantonel deneyimden ve Kobani’deki çatışmalar boyunca arkasında gördüğü küresel siyasi, askeri ve enformatik destekten muazzam özgüven edinen örgüt, seçimlerde “konjonktürel müttefikler”in de katılımıyla barajı aşmanın getirdiği özgüven patlaması yaşıyor.

Tepeden tırnağa kadar adeta kibir heykelini çağrıştıran örgüt, Suruç hadisesini de “Paralel Devlet Yapılanması”nı “Özyönetim” ilanı adı altında baskı ve şiddet yoluyla kabul ettirme imkanına dönüştürdü.

Dağda hemen her gün bombalan örgüt, ovada var gücüyle sahada.

Ve her ne kadar “Zorla güzellik olmaz” denilse de örgüt “güzel”e göz koymuş bir kere. Gel gör ki “güzel”inbu sevdadagönlü yok. Bu nedenle “zorla kaçırma” yolunu deniyor. “Zorla kaçırma” eylem halinde olan örgüt, önüne kim çıksa temizliyor; bazen de yolu temizleme ve arkasından takip edenlere gözdağı vermek için yakıp yıkmayı yeğliyor.

Bu henüz tamamlanmamış bir süreç. Sürecin sonunda örgüt muradına erecek mi?

Finali hep birlikte göreceğiz.