Siyasetin tabiatı sahipleri açısından iddialı olmayı mecbur kılıyor. İyilik, güzellik ve refahı kendi perspektif ve kadrolarıyla kaim saymak gibi en kestirme yoldan kötülük, çirkinlik ve yoksunluğu rakiplerine hamletmek de siyasette iddia sahibi olmanın vazgeçilmezi sayılıyor.
Siyasette iddia tek başına yeterli değil elbette. Eğer birey ve toplum açısından ahlakilik, tutarlılık, güven verme, adaleti telkin etme gibi vasıfları umursamadan siyasi iddia tek başına yeterli olsaydı nasıl bir tabloyla karşılaşırdık? Herhalde Kemalist ve sol-sosyalist siyasetin propaganda ve ajitasyon yoluyla irad ettiği “tam bağımsız, ilerici ve aydınlanmış devrimci Türkiye” iddialarına halkın aşkla-şevkle koşması, sevgi ve tutkuyla bağlanması gerekirdi.
Her Yer Korku, Her Şey Komplo
Türkiye siyasi, iktisadi, askeri veya diplomatik açıdan nereye gidiyor? Bir bütün olarak gidişat olumlu mu olumsuz mu? İktidar sınıfları tarafından olduğu gibi sahte muhalifler tarafından da sistematik olarak korku ve komplo söylemleriyle ufukları karatılabilir, ümitleri yok edilebilir bir toplumsal yapı görüntüsü çiziliyor.
Statükoyu muhafaza etmenin olduğu kadar statükoyu değiştirmeye çalışanları itibarsızlaştırmanın da en ucuz ve garantili yolu korku ve komplo duygusunu olabildiğince yaygınlaştırmaktan geçiyor. İşte bunun için şimdiye kadar Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet, Kanal D, Show Tv gibi Kemalist basın-yayın organları üzerinden girişilen operasyonları nasıl da Wall Street Journal, Washington Post, BBC, Reuters gibi küresel aktörler üstlenmeye başladı. Yerel ve bölgesel operasyonlarla üstesinden gelinemeyen siyasetler için artık küresel olanlar daha yoğun olarak devreye sokuluyor.
En son olarak Çin ile yapılan Füze Anlaşması ve MİT/Hakan Fidan üzerinden Türkiye’nin sadece ABD ile değil NATO ve AB’yle de yükselen gerilimi de AK Parti Hükümetinin yalnızlaşmasına delil olarak gösterenlerin amacı nedir? Hiç de enteresan olmayan bir tarih tekerrür ediyor: Hükümetin Suriye ve Mısır’da yalnız ve başarısız olduğu söyleminin Çin ve Fidan üzerinden tescillenmesi yolundaki her gelişme Türk ve Kürt ulusalcıları kadar sosyalist ve liberal çevrelerde de garip bir zafer havası oluşturuyor.
Bir tarafta ‘ODTÜ Yolu Geçilmez’ gibi çadır tiyatrolarına diğer tarafta da ‘yerli malı Femen’ unsurlarıyla göğüslerini teşhir yarışına kadar düşmüş bir çürüme, siyaset tarzı kılığında karşımıza çıkıyor. Küresel hegemonya ve sermayeye muhalefet sergiliyor gibi pozlar takınıp bu tasalluttan kurtulma çabalarını ısrarla “ABD projesi” yalanıyla engellemeye çalışan cephenin tehdit ve şantaj içeren söylemleri ardı ardına dökülüyor. Çokça propaganda edilen ekonomik kriz kehanetleri, çatışmaya dönüşecek kutuplaşma endişeleri, Hükümetin AB ve ABD tarafından cezalandırılacağı söylemleri çözümsüzlüğü ve bağımlılığı değişmez bir kader kılma çabasından başka bir sonuca işaret etmiyor.
Resmi Törenler Boğuyor
Cumhuriyet’in kuruluşu vesilesiyle yarın bir dizi törenler yapılacak yine. Resmi törenler Kemalizmi her dönem yeniden ikame etmenin ceberut araçlarından birisi. En ince ayrıntısına kadar tasarlanmış, temsil ettiği semboller ve davranış biçimleriyle tartışmaya tamamen kapalı tutulan resmi törenlerin azaltılmış olması önemli bir adım fakat kesinlikle yeterli değil.
Resmi törenler başından beri halka devlet adına ideoloji dayatıyor. Tek tipleştiren, itaate mecbur tutan, iktidar sınıfları ve resmi ideoloji adına mekanik bir işleyişi esas alan ve en nihayetinde militarizmi ülke ve toplumun her bir zerresine deli gömleği gibi giydiren resmi törenlerin insani anlamda bize kazandıracağı hiçbir kazanım yoktur.
Resmi törenler her anlamda topluma külfet oluşturuyor, eziyet çektiriyor ve bıkkınlık yaratıyor. Sadece İstanbul için söyleyecek olursak dahi 26 Ekim’de Vatan caddesindeki tören provaları dolayısıyla bütün bir şehrin kilitlenmesi ve hayatın resmen durdurulması nasıl olur da göze alınabilir?
Kim ne adına ve hangi yüksek faydayı umarak bu itici şablonlarla toplumsal hayata istikamet çizmekte ısrar edebilir? Türkiye toplumunu tören manyağına, heykel ve saygı duruşu sapığına dönüştürme yolunda devlet sınıfları eliyle bir asırdır çektirilen eziyetlerin sonunu getirmek ertelenebilir bir görev değildir.
Şehirlerin kurtuluş törenleri uygulamasını iptal eden, andımız törenlerini kaldıran, 19 Mayıs ve 23 Nisan saçmalıklarının dayatılmasına son veren Hükümet, 29 Ekim ve birkaç hafta sonra sergilenecek 10 Kasım törenlerini de tamamen iptal etmelidir. Çünkü akıl, mantık, vicdan ve hukuk hiç tereddüt etmeden resmi törenlerin iptal edilmesinde ittifak ediyor.Resmi törenlerden arındırılmış bir ülkede yaşamak tartışmasız bizim de hakkımızdır.