HAKSÖZ-HABER
Zeytinburnu Belediyesi tarafından 17-19 Mayıs 2013 tarihlerinde düzenlenen “Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi Sempozyumu”nda Seyyid Kutup üzerine bir tebliğ sunan Hamza Türkmen, görüşlerinin yanlış aktarıldığını ve özellikle Mümtazer Türköne tarafından bambaşka mecralara çekildiğini belirterek konuyla ilgili yazı kaleme aldı. İşte o yazı:
Seyyid Kutup ve İslamcılık Karalamaları - Saptırmaları
Hamza Türkmen / Haksöz
Zeytinburnu Belediyesi tarafından 17-19 Mayıs 2013 tarihlerinde düzenlenen “Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi Sempozyumu”, İslam algısında gelenekçi, millici ve modernist eğilimler taşıyan bazı akademisyenlerin ve aydınların yaklaşım yanlışlarını bir kez daha ortaya koydu.
Sempozyumda benim sunduğum “Seyyid Kutup Türkiye’de Nasıl Tanındı?” başlıklı tebliğimdeki vurgularım ise bir-iki muhabir tarafından bağlamı atlanarak veya anlaşılmadan, Mümtazer Türköne tarafından da bağlamından kopartılarak, eksik ifadelerle ve bağımsız İslami kimliği ve mücadeleyi karalamaya matuf bir şekilde kamuoyuna sunulmuştur. Bu sunum formlarını haber sitelerine alarak konuyu haberleştirenler de sempozyumda kullandığım ifadeleri değil, zaaflı veya kurgulanmış bir-iki haber formunu kaynak olarak kullanmışlardır.
Öncelikle Kur’an’ın gaybi alandan, siyasi, ekonomik, idari, sosyal, ailevi alana kadar bütünsel ve evrensel ölçüler bildirdiğine, insanları her türlü beşeri ideolojiden veya zulumattan, mutlak doğru ölçüye veya nura ulaştırmak için geldiğine inanmayan insanlara Türkiye’de İslamcılık sempozyumunda söz vermek konusu tartışılmalıdır. Böyle bir toplantıda İslam ve İslamcılık adına Ali Yaşar Sarıbay, Ruşen Çakır, Mümtazer Türköne, Tanıl Bora, Etyen Mahçupyan gibi İslam’ı alt kimlik olarak gören kişilerin konuşturulması Kemalist Türkçü-ulusalcı rejime sığınarak veya 28 Şubat darbecilerine hoş görünerek var kalma reflekslerini veya zaaflarını hatırlatmaktadır. Ayrıca sempozyumda sağcı ve "milli dindarlık" reflekslerden kopamamış aydın ve akademisyen kişilerin aldığı rolü de hatırlatmak gerekir.
İslamcılık kavramı ile yapılan bir sempozyumda İslamcılık kavramına muhalefet edenlerin ön planda olması garipti. Bu bağlamda ilkin İslamcılık kavramı üzerinde durmak gerekir.
İslamcılık kavramı tabii ki “İslami hareket”, “İslamlaşma”, “mücahid”, “öze dönüş” kavramları veya terkipleri gibi Kur’an’da yer almıyor. Ama İslam kültüründe mevsuk olarak Hicri 3. yüzyıldan bu yana Arapça “İslamiyyin” ifadesiyle kullanılıyor. Bugün ise dışarıdan bir niteleme olsun veya olmasın İslamcılık, vahyi bilinç kazanımını ifade eden “İslamlaşma” veya “Müslümanlaşma” kavramından ötede her türlü şirke, zulme, adaletsizliğe karşı bir tavır alış ve ıslah projesi anlamında değer ifade etmektedir. Burada İslamcılık kavramının İslami hareket terkibi gibi lafız kullanımı olarak değerlendirilmesi oyalayıcı bir tartışmayı celbedebilir. Ama İslam’a nispet edilen lafızlar kullanıldığında, bu kullanım ile hangi anlamın ifade edildiği değerlendirilmelidir.
Örneğin “Müslüman” kavramı lafız olarak Kur’an’da geçiyor. Ama kendine Müslüman diyen bir sarhoşun, bir ulusalcının, bir sosyalistin, bir “enel hak”çının, bir liberalin kullandığı anlamla, vahye şahitlik yapmaya çalışan bir müminin kullandığı anlamlar aynı mıdır? Bu bağlamda gerçekten vahye şahitlik ederek iman eden ile İslam’a aidiyet kurup teslim olan kişi arasında Rabbimizin Hucurat Suresinde belirttiği ayrım konunun anlamlandırılması açısından da oldukça önemlidir.
Kelimenin muhtevasından ziyade lafız olarak kullanılmasının doğru olup olmadığını tartışanların yaklaşımları bir yana; İslamcılık kavramına kökü içeridelik tutkusu içinde yerlilik/millilik barındırmadığı için, İslam’ı sadece dar bir ibadet ve ahlak formu olarak değil bütünsel bir dünya görüşü olarak takdim ettiği için, cahili otoritelere karşı İslami bir tanıklık ve direniş bilinci aşıladığı için karşı çıkanlar da söz konusudur.
“İslamcılığın kökü dışarıda”, “İslamcılık tükendi”, “İslamcılık dini siyasallaştırıyor” yaklaşımları ulusalcılar/“milliyetçiler”, her türüyle liberaller, “Protestanlaşma” akımına kapılmış muhafazakârlar, Kemalist resmi ideoloji mensupları, ilerlemeci tarihi şablonları din edinmiş solcular ve İslamifobia şaşkınlığını aşamayanlar için de temenni ve gittikçe güçlenen İslami ıslah ve inşa hareketlerinin üzerini örtme kaygısı dışında bir nesnellik taşımıyor.
***
Sempozyumda sunduğum “Seyyid Kutup Türkiye’de Nasıl Tanındı?” başlıklı tebliğimin, önce Star gazetesinde “Seyyid Kutup’u MİT Getirdi” başlıklı Seda Çakmak’ın ve Hürseda sitesinin haberlerinde sonra sosyal medyada gündem olması ve konuyla ilgili Türköne’nin yazısına gelecek olursak.
Star’ın haber aktarımı, haberin bağlamından kopartılması ve başlığındaki sansasyon merakına dönük vurgusu dışında doğru bir özetleme olmuş. “Seyyid Kutub, Türkiyeli Müslümanların gündemine Hilal Yayınları tarafından ‘Din Dediğin Budur’ kitabıyla girdi.” ifadesi de “Türkçü Cağaloğlu Yayınları” ifadesinin eksikliği içinde “61 Anayasasından sonra Türkiye’de sol Marksist hareketler yaygınlaşıyor. Sistemin bunlara cevap vermesi lazım. O zaman MİT başındaki Doğu Bey özellikle çare arıyor. Çare olarak Seyyid Kutub’un ‘İslam’da Sosyal Adalet’ diye bir kitabının haberini alıyor. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı’na gidiyor. Cağaloğlu yayınlarından bastırılıyor. Türkiye gündemine Seyyid Kutub ilk defa böyle bir formatla giriyor.” ifadesi de doğrudur.
Haberde doğru bir şekilde “Müslümanların gündemi” ile “Türkiye gündemi” ayrımı yapılmasına rağmen bu haber bazı haber sitelerince çoğaltılırken bu ayrım ortadan kaldırılmış ve özellikle Türkiye’deki İslami/Tevhidi uyanışı başından beri karalamaya çalışan Batıcı, Kemalist, ulusalcı, sosyalist, milliyetçi-muhafazakâr ve devletçi reflekslerin beslediği ön yargıların izleri ön plana çıkmıştır.
Mümtazer Türköne gibi İslamcılıkla ilgilenen bir kişi için Seyyid Kutup’un sosyal adaletsizlik karşısında güçleneceği düşünülen sosyalizm söylemi karşısında Kutup'un ABD gezisi sonrasında tepkiyle yazdığı “İslam’da Sosyal Adalet” kitabının çevirtilerek kullanılmaya çalışılması bilgisine yabancı olması garip bir eksiklik. Bu bilgilere Eylül ve Ekim 1993 Haksöz dergisi sayılarında İsmail Kazdal, Nihat Armağan söyleşilerinden de Kazdal’ın “Serencam” adlı hatıra kitabının 271-272. sayfalarından da (Pınar Y., 2004), Dücane Cündioğlu’nun Yeni Şafak’taki 12 Nisan 2009 tarihli yazısından da ulaşması mümkün. Üstelik bu bilgi sarsıcı da değil. Zira Kemalizm Diyanet teşkilatını, 1945 sonrasında CHP türbe ve veli kültürünü, Genelkurmay kışla eğitiminde motivasyon aracı olarak İslami hitapları hep kullanmıştır. Ama ayet bağlantılı olarak kitapları Müslümanların gündemine girmeye başlayan Seyyid Kutup’un şehadetinden 4 ay sonra Aralık 1966’da Abdülkadir Şener tarafından çevrilen “Yoldaki İşaret” adlı kitabının muhtevasının denetlenemeyecek İslami bir muhalefeti oluşturacağı anlaşılınca hemen kitap 163. Madde gereği toplatılmış ve yayıncıları cezalandırılmıştı.
Ayrıca tebliğimde Kutup’un 1969’dan itibaren yayınlanmaya başlayan tefsiri Fi Zilali'l Kur'an batini, mezhepçi, sağcı, devletçi, milliyetçi-mukaddesatçı din anlayışını tashih ve ıslah etmeye başlayınca; ulus toplumu ve ulus devlet yapısını “cahiliye” olarak değerlendirdikçe resmi ideolojiden de mezhepçi-gelenekçi milli dindar kesimden de büyük bir tepkiyle karşılandığını belirtmiştim.
Türkiye’deki Seyyid Kutup ve Mevdudi gibi ıslah önderlerinin kitapları insanlarımızı Kur’ani kavramlarla, Kur’an bütünlüğü ile ve bağımsız İslami kimlikle tanıştırdıkça bu insanlar ve ıslah akımı reformist, modernist, mezhepsiz, sapık, ideolojik, kökü dışarıda gibi yaftalamalarla karşılaşmışlardır. Yine bu karalama kampanyaları İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü Başkanı Ahmet Davutoğlu’na yazdırılan “Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri” kitabı ile karalanmış, bu kitaba önsöz yazan Necip Fazıl Kısakürek başta Muhammed Abduh, Seyyid Kutup ve Mevdudi olmak üzere modernizme de gelenekçiliğe de karşı duran birçok ıslah öncümüz muslihun'a ağır hakaretler ve karalamalar yöneltmiştir.
Öte yandan tebliğimle ilgili çoğaltılan haberlerin birçoğu masaüstü haberciliğe dayanmaktadır. Çünkü bu haberler söylemediğim sözleri söylemişim gibi göstermiştir. Mesela Nihat Armağan’ın şahitliğinden MİT ile ilgili manipülasyonu aktarırken ben “MİT yöneticisi Doğu Bey” dediğim halde, bu ifadem masaüstü haberlerde “MİT Başkanı Fuat Doğu” şeklini alabilmiştir. Mesela İslam’da Sosyal Adalet kitabının kullanılmaya matuf olarak Türkçü Cağaloğlu Yayınevi tarafından yayınlandığını söylediğim halde, bütün haberlerde ısrarla Türkçü ifadesi düşürülmüş ve İslamcı düşünceyi etkilemek için yayınlandığı belirtilmiştir. Bu zaaf veya yönlendirmeler özellikle İslamcı söylemin olumlu muhtevasıyla didişen veya “İslamcılık öldü” diyen bazı tebliğci akademisyenleri önemseme psikolojisinden mi kaynaklandığı sorusu irdelenmeye muhtaçtır. (...)
YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ...