Seyyid Kutup Nefreti

Charlie Hebdo olayının tesiriyle kaleme alındığı son derece açık olan “Küresel Tehdit Selefi Cihadizm Şiddeti Görev Terörü Meşru Bilenler.” Başlıklı yazı, haberlerin ağındaki anti-İslâmcı söylemin yaygınlığını göstermesi açısından da ibretlik.

Asım Öz / Dünya Bülteni - Kültür Servisi

Geçtiğimiz yüzyılın en ünlü ve etkili İslâmcılarından Seyyid Kutup (1906-1966), her dönemde çeşitli vesilelerle üzerinde durulan simge isimlerden biri. Onun yeniden ve sınırlı bir biçimde ele alınmasında 11 Eylül 2001 sonrasında kopan küresel gürültünün payının oldukça büyük olduğu inkâr edilemez. Neredeyse yirmi yıllık siyasî ve fikrî yolculuğun birikimi olan Yoldaki İşaretler’in erdemli bir Müslüman için kılavuz, toplumsal dönüşüm için bir manifesto, egemenliğin ya da otoritenin tabiatına dair bir söylem ve antiemperyalist bir karşı çıkış olduğu bilinir. Ne var ki, Kutup, “radikalleşme” yolculuğunun son evresini temsil eden bu eserinde, ileri sürdüğü fikirlerin tümünden ziyade, bazı bölümlerinin “politik şiddete” süreğen etkisi açısından ele alınır. Bu tarihten sonra onun eserleri içinden sadece kötülemek maksatlı “işe yarar” olduğu düşünülen bölümlerin çekip alındığı pek çok metin neşredildiği işin erbabı tarafından bilinir. Bunlar büyük ölçüde ve esasında Kutup’un görüşlerinin ‘Hariciliğin’ modern bir sürümü olduğu tezine dayanmaktadır. Başını şematik çıkarımlarla kısa alıntılardan beslenen akademik eserlerin çektiği yaklaşımların nakaratları, var olan sınırlılığı aktüel birtakım gelişmelerin de etkisiyle elan besler konumdadır. Oysa fark büyüktür, gerçekten büyüktür. Hakikatleri anlamak ile hakikatleri idrak etmek arsındaki farktan ötede bir farktır bu.

ORTALIĞI VELVELEYE VERMEK

Çerçeve kabilinden ve Seyyid Kutup üzerine ileri sürülen argümanları motive eden toplumsal ve tarihsel bağlamı sunmamın sebebi gayet basit: Kutup’la alakalı tartışmaları mümkün olduğunca net ve ikna edici bir biçimde serimlemek ve konunun önemli siyasî sonuçları olduğunu göstermek. Zira Ortadoğu’daki şiddeti açıklama biçimleri her ne hikmetse genellikle tek boyutlu ve İslâmî hareketleri mahkûm etmeye dönük bir yaklaşımı yansıtır. Bu konuyu izah etme iddiasındaki yazılar ve kitaplar içerisinde Seyyid Kutup’un adının merkezî bir yer tuttuğu ilgili literatür okunduğunda hemen fark edilecektir. Aslında bu Kutup’un Ruhun Sevinci’nde dediği gibi kötülük tohumunun çabuk boy atmasıyla ve gürültüyle ortalığı velveleye vermesiyle ilişkilidir. Özellikle 1967 sonrasında silahlı mücadeleyi esas alan hareketlerle (Örneğin Mısır’da kurulan Cihad, Tekfir ve’l-Hicre gibi örgütler), 11 Eylül 2001 saldırılarını üstlenen yapının sahip olduğu yöntem ve mücadele tarzının kökenleri bahsi İslâmcılıkla alakalı yeni literatür içerisinde çokça ele alınmıştır ki, bu sıradan bir fırsatçılık olarak değerlendirilmemelidir. Aslında karmakarışık olan durumu bir dizi emperyal politikalar silsilesinden bağımsız olarak sadece bir veya birkaç ismin eserleri üzerinden izah etmeye çalışılması insanların tarihlerini açıklamak bakımından son derece indirgemeci bir tutumu yansıtır. Kaldı ki, bu tür genelleme içinde olan kanaat oluşturucu isimler Kutup’un böylesi bir angajmanının onun hangi eserlerinde bulunduğuna dair bir açıklama yapma gereği de duymazlar. Zira görevleri gereği, Atinalıların her şeyi uzun uzadıya izah eden ubertas veya Giritlilerin gizemli tarzıyla ünsiyet kuramazlar. Onlar Spartalıların brevitas denen kısa ve çetin tarzı üzerinden iblisleştirme taktiklerini işe koşmakla vazifelidirler.

Oysa Seyyid Kutup’un yaklaşımlarının odak noktasını modernitenin hastalıklarının teşhisi ve karşıt bir topluluk oluşturarak tedavisi teşkil eder. Kutup’un özellikle de bu tür yaklaşımlarda adı sıklıkla zikredilen Yoldaki İşaretler eserinin ilgili bölümleri nazarı itibara alındığında var olan tartışmaları ve sergilenen tutumları şu şekilde özetleyebiliriz:

1)    Kutup’un doğrudan doğruya ve açık bir biçimde, ortam ve şartları dikkate almaksızın her halükarda silahlı mücadeleyi savunduğunu kabul edenler. Bu tezi dillendirenler özellikle onun cihad konusundaki yorumlarını merkeze alıyorlar ki, bunların sayısında ciddi bir artış söz konusudur.

2)    Siyasal ortam sebebiyle birtakım zaruri durumlardan dolayı, Kutup’un değil fakat takipçilerinden bir kısmının silahlı direnişe meylettiğini savunanlar. Bunlar ise cahili toplumdan ayrışma ve sonrasına dair yaklaşımların bunu beslediğini düşünüyorlar. Fakat bunun kaynağının Kutup olmadığı noktasında ısrar söz konusudur. Sözgelimi Girişim dergisinin 1980’lerin sonunda yayımlanan sayısı bu çerçevede ele alınabilir.

3)    Kutup’un ne Yoldaki İşaretler kitabında ne de diğer eserlerinde olsun tekil grupların silahlı mücadelesine mesnet olabilecek herhangi bir şey yoktur diyenler.

Elbette modern dünyanın muhakemesini yapan Yoldaki İşaretler söz konusu olduğunda bunların dışında pozisyon alanlar da vardır ama meselenin nirengi noktasını kavramak açısından şimdilik bunlar yeterli olur

Bahsedeceğim dikkatsiz ve bir o kadar küçümseyici olan yazı aylık tarih dergilerinden birinde (#tarih dergisi, sayı:9) yayımlandı.Charlie Hebdo olayından sonra yayımlanan derginin kapağına bakıldığında, Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta din kisvesine bürünmüş zulüm, cinayet ve katliamların işlendiği sanılabilir. Ne var ki, derginin genel havası en hafif tabirle Aydınlanma çağına övgü düzmek olduğu için Müslümanların tarihi, kapkara görülmüş dolayısıyla daha çok işlenmiş dosya yazılarında. Şüphesiz popüler bir tarih dergisinde yazıyor olmanın kısıtlarını hesaba katarak, son derece derin ve kapsamlı bir dizi beklenmemeli yazarlardan. Gelgelelim, bir kumaş bir metresinden belli olur derler ya; buradaki kanaatler de öyle, “Müslümanlar ve şiddet” anlatısının büyütülmesine matuf bir sayıyla karşı karşıyayız.

Dili fütursuz yazarlarımız değme oryantalistlere taş çıkartırcasına Müslümanların tarihinde barış içinde geçen on yıllık dönemin olmadığını ispatlamak için ellerinden geleni yapmışlar. CumhuriyetGazetesi Dış Haberler Şefi Ceyda Karan ise,“Küresel Tehdit Selefi Cihadizm Şiddeti Görev Terörü Meşru Bilenler” başlıklı yazısında hiç alışık olmadığımız veya duymadığımız şeyler söylemiyor, cihatla, selefilikle alakalı çeşitli konulara dillere pelesenk olan klişelerle kısaca değiniyor. Yazının bütünü uygar solculuğumuzun dilinden düşürmediği İslâmcılık karşıtı hatta bunun tasdiki manasında pek çok pasaj içeriyor (bunları tek tek alıntılamaya gerek yok) Peki düşüncesi zaten malum olan biri bizi neden ilgilendirsin? Neden onu görmezden gelmiyoruz? Bunu neden dert ettiğimiz sorusuna verilecek cevaplardan biri başka türlüsünün elimizden gelmediğidir. Diğer taraftan bu tür yazılar yazanlar, öne çıkan kurucu figürlerden birini itibarsızlaştırarak yol açtıkları sansasyondan zevk alıyorlar olabilirler. Kabul edelim ki, bu marazi durum pek hoş değil. Yazıda özellikle Seyyid Kutup’la alakalı olanı yaygın yaklaşımları görmek açsından son derece açıklayıcı. Ancak yapılan özet Seyyid Kutup’un düşüncelerinin ciddiyetine uygun düşmüyor. Aslında İslâmcılık açısından önemli bir ismin birkaç cümlede harcanmasının ötesinde bir düşünce tarihi ve etkisi meselesi var. Bu çok önemli sebebin yanı sıra daha başka bir sebep de söz konusu: Kutup üzerine yazılanlarda üzerinde düşünülmeye değecek bir şeylerin olup olmadığı.

HABERLERİN AĞINDAKİ ANTİ-İSLÂMCI SÖYLEM

Bahsedeceğim dört sayfalık yazıda genel olarak bilinen bir şema inşa ediliyor: Öğrenilmiş birkaç kavram ve bağlamından koparılan alıntılar yanında aslında sadece adı bilinen âlim ve düşünürler üzerinden “kralın dedikodusu” kabilinden kulaktan kulağa yayılan klişeler. Sözgelimi Sünnilikle Vahhabiliğin özdeş görülmesi, yeşil kuşak seferberliği içerisinde İslâmcılığın tümüyle şaibeli hale getirilmesi, Siyasal İslâm araştırmacılarının akademik iyi niyetini yansıtan folklorik kazılar değil basmakalıp hükümlerdir söz konusu olan. Şu pasajlar bunları destekler içeriktedir:

“Kut[u]b(…) sosyalizm, kapitalizm ve komünizm gibi ideolojilerle hesaplaşan ve Kuran’ı salt dini değil siyasi ve ideolojik bir metin olarak ‘yeniden’ keşfeden bir isim. Rejimin işkencelerinden geçtikten sonra 1966’daki idamına kadar sunduğu düşüncelerin asli unsurları ‘Cahiliye-Hakimiye[t]’(İslâm öncesi toplumların durumu- Allah’ın nizamı) ve cihat mefhumuydu. Kut[u]b’un cihat’ının kapsamında terör ve şiddet de vardı. ‘Allah’ın egemenliğini gasp etmiş iç ve dış düşmanlara karşı kalıcı bir devrim için proaktif’ bir tutumu salık verdi. “

Bu satırlar uzun süredir gördüğümüz Kutup’un düşüncelerinin sadece uçta sayılabilecek takipçilerinde değil, özünde de şiddeti içerdiği tezini gündemde tutmaya matuf olarak kaleme alınmıştır. Kaldı ki, alıntıladığımız satırlarda yansıtılanın aksine, Kutup tarafından Yoldaki İşaretler’de kullanıldığı haliyle cahiliye, belli bir tarihsel dönemden ziyade, toplumun İslâm’dan uzaklaşınca içine düştüğü bir cehalet durumuna tekabül etmektedir. Belki bu tür yazarları en çok rahatsız eden husus, Kutup’un modern cahiliyeyi, Allah’ın otoritesini bilinçli olarak gasp etmekle suçlaması ve tüm çağdaş kalbi marazları insan kibrinin neticesi olarak görmüş olmasıdır. Zaten gün geçmiyor ki herhangi bir sol gazetede/dergide veya yeni tercüme edilmiş bir kitapta bu tezi çeşitli şekillerde besleyen veya “evvel yoğ idi iş bu rivayet yeni çıktı” türünden yaklaşımlara rastlanmasın. Kutup’u “İslâmcı şiddetin babası” saymakla kalmayıp onu “korkunç, sahte, nefret dolu” bulan Slovaj Zizek’ten bahsetmediğimi ifade etmeliyim. Hepsi birbirine benzeyen bir dizi anonim yaklaşım söz konusu. Sözgelimi Simon Critchley Sonsuz Talep kitabındaki şu satırlar bunun çok ufak ama yaygın bir örneğini sunar:

“ Seyyid Kutub gibi şahsiyetler hakkında daha çok şeyler öğrendikçe (Kutub, Usame bin Ladin’in akıl hocası El-Zevahiri dâhil çeşitli entelektüelleri etkileyen birçok metin yazdığı bir hapis döneminin ardından 1966’da Mısır’daki Nasır hükümeti tarafından öldürülmüş), cihat yanlısı devrimci İslam ile uç devrimci ‘öncü kuvvet’ anlayışının daha klasik biçimleri arasındaki bağlantı daha iyi görülüyor.”

Keza önceki alıntıyı yaptığımız yazar da, Bin Ladin ve El-Zevahiri’nin Vahhabizmi’nin Kutup’un çok uluslu cihatçılığına dönüştüğünü belirtmektedir. İslâm dünyasındaki şiddete başvuran hareketlerin, sadece metinlerle izah edilebilmesini mümkün gören bir yaklaşım hâkim yazıya. Charlie Hebdo olayının tesiriyle kaleme alındığı son derece açık olan yazı, haberlerin ağındaki anti-İslâmcı söylemin yaygınlığını göstermesi açısından da ibretlik. Oysa bu tür yazıların elden geldiğince iyi olması yanı sıra temel düsturunun en temel insani hassasiyet olan dürüstlüğü ve iyi niyeti öne çıkarması beklenirdi. Hele birilerinden bir şey bekleniyorsa vazgeçilmez olan şey sadece dürüstlük olmalıdır. Kötülük, kurnazlık, maske, hile aldatma olmamalıdır. Uzun demlenme dönemi olmadığı her halinden belli olan yazının başlığı her şeyi izah ediyor aslında. Dolayısıyla, söz konusu yazının haberler dışında detay içermemesini, ana amaçlarıyla uyumlu bir yaklaşım olarak görmek mümkündür. Avrupa gettolarında açılan cephelerde şekillenen radikalleşmenin sebeplerine dair kayda değer bir analiz yapılmadan İslâmcı olarak tasvir edilen hareketler ve düşünürlere demediğini bırakmayan yazarın metni şu cümlelerle sona eriyor:

“ Ve yaşanan radikalleşme karşısında İslâm’ın ‘barış dini’ argümanları giderek zayıflıyor. Seyyid Kut[u]b’un ‘terör ve şiddeti de içeren proaktif cihat’ına karşı İslâm dünyasından güçlü bir itiraz ise henüz yükselmiyor.”

Bir külliyatın ardındaki isim olarak Seyyid Kutup, aynı zamanda tümüyle hor görülerek (ve şeytanlaştırılarak) öldürülüyor. Nihayetinde, birkaç pasajına değindiğimiz bu yazı bunu bir kere daha gerçekleştiriyor. Bu yazı vesilesiyle, bunun eskiden beri olduğunu üstelik sadece fikrin zayıf sazlığı gazete yazarlarıyla sınırlı olmadığını hatırlamak gerekir. Tabii bir de proaktif kelimesinden hareketle aktüel siyasî yorumlara da kapı açılmak istenmiş olabilir mi, diye düşünmeden edemiyor insan!

 

Kültür Sanat Haberleri

Bilgi, inanç ve eyleme yönelik bir ömür çaba: Sezai Karakoç
Genç Birikim dergisinin Kasım 2024 sayısı çıktı
Umran dergisinin 363. sayısı çıktı!
Dava ahlakına sahip bir Müslüman: Sezai Karakoç
Genç Birikim dergisinin Ekim 2024 (268'inci) sayısı çıktı