Allah insanı akılsız dosttan da ahlaksız arkadaştan da muhafaza etsin. Peki, kimi akılsızlıktan kimi de ahlaksızlıktan ötürü zarar üretme potansiyeli yüksek olan kimi ‘dostlar’ tarafından kuşatılmışsak ne yapmalıyız?
Eski kafaysak ‘kader’, ufkumuzu rasyonel strateji üzerine kurguluyorsak ‘konjonktür’ deyip, işin içinden sıyrılmak hem mümkün hem de inşa edici bir tercih olmaz herhalde.
Böyle bir durumda en yalın haliyle karşımızda üç seçenek duruyor galiba: Öncelik onları adam akıllı ıslah etmeye çalışmaktan geçiyor. Islah mümkün olmuyorsa onları yanımızdan-yöremizden uzaklaştırmak mecburiyeti doğuyor. Bunu başaramadığımız durumda onlardan ve yaptıklarından-söylediklerinden beri olduğumuzu yüksek sesle ve acilen beyan etmekten başka çare kalmıyor geriye.
Adaletin Savaşı ve Savaşın Adaleti
Sadece hatırlatmaya dönük vurgularımızın sebebi şu: İnsan, toplum ve devlet için en hayati duygu ve irade olarak tecelli etmesi gereken şey adalet duygusu ve iradesidir.
Adalet duygusu ve iradesinin zaafa düşmesi, yara alması, çarpık bir mantığın veya fırsatçı karakterlerin hesaplarına kurban edilmesinden zarar görmeyecek kimse kalmaz. Bunun içindir ki; İslam ahlakı ve hukuku sadece kardeşlik ve barışın değil düşmanlık ve savaşın da adalet temelinde kurulmasını emrediyor. Öfke, düşmanlık, savaş, saldırı vd. ne varsa elbette ki “sizin için kısasta hayat vardır” ilkesi başta olmak üzere hepsi adalet, ihsan, merhamet gibi emir ve tavsiyeler bağlamında pratiğe geçirilmek durumunda. Aksi tutumlar zulmü, çirkinliği, çürümeyi ve kronikleşen çürüme ve kokuşmayı kaçınılmaz kılıyor.
Fethullah Gülen ve ekibinin kamuoyunda haklı eleştiri ve suçlamalara muhatap olmasına vesile olan elimizdeki veri sayısı hiç de az değil. Çünkü birilerinin zannettiği gibi Fethullah Gülen ve çevresine dair eleştiriler hem yeni değil hem de siyasi alanla sınırlı değil. Öteden beri Gülen ve bağlıları mistikleştirilmiş, millileştirilmiş ve gerek yerel gerekse küresel bazda egemen irade karşısında hadım edilmiş bir İslam-Müslüman profili inşa etmek üzere faaliyetler yürütmüşlerdi.
Bu tercihleri en eski dönemlerden itibaren Gülen ve çevresini önce diğer İslami camialardan koparmış sonra da onlara karşı tekebbür ve terbiye etme misyonuyla konumlandırmıştır zaten. Bu sebeple 17 Aralık süreciyle ortaya çıkan bazı şeyler sarsıcı olsa bile asıl itibariyle çok da şaşırtıcı olmasa gerektir. Ancak bu demek değildir ki; siyasi ya da sosyal, bürokratik veya diplomatik, iktisadi ya da dini hemen her türlü sapmanın, hastalığın, tehdit ve tehlikenin adresi kesinlikle Fethullah Gülen ve hareketidir.
Şahitlerin Darbeciyse İtibarın Nedir?
Çünkü özellikle İslam toplumlarının zaaf dönemleri hemen her durumu komplolarla izaha kalkışan zihinsel tuzaklarla maluldür. Uzun zamanlar Yahudi, mason ve Sabetayistlere hamledilen her türlü şer şimdilerde doğru dürüst hiç bir muhakeme yapılmadan hemen Fethullah Gülen hareketine fatura edilir oldu. Pensilvanya adresi, Paralel Yapı şifresi, Haşhaşiler kodu yapıştırılmış her cinsten zulüm, kötülük ve çirkinlik en hayret verici haliyle ‘kesin bilgi’ muamelesi görüp dolaşıma sokuluyor.
Kimi kızgınlık ve aldatılmışlıktan kaynaklanan hayal gücüne, kimi karşı istihbarat görevinin senaryo yazma kabiliyetine dayanıyor. Kimi zaman sahtekarlığı ve fırsatçılığıyla bilinen ıskartaya çıkmış profesyonel tiplerin analizlerinden istifade ediliyor bunun için. Kimi zaman da 28 Şubat sürecinde, 27 Nisan Muhtırasında, Ergenekon ve Balyoz cuntalarında siyaset ve topluma karşı tuzak kurmuş, silah çekmiş, provokasyon düzenlemişliğiyle bilinenlerin şahitliğine başvurularak sonuç alınmak isteniyor.
Hepimizin Fethullah Gülen ve hareketiyle bir kavgası var. Haklılığımıza inandığımız kadar haksızlıklarına inanmakta bir beis yok. Kavganın en yüksek perdeden ve en sert haliyle yürütülmesine değil adaleti gölgeleyen, merhameti örseleyen, ıslah ve kazanmayı dışlayankulvara sürüklenmesine itirazım var. Gülen camiasının yayın organları, sözcüleri, iş birlikçileri bu yönde ne kadar ısrarlı olursa olsun netice değişmez.
Sözü şuraya bağlamak istiyorum: Akşam ve Sabah Gazeteleri bu süreçte Hükümeti destekleme adına öylesine yanlış, çirkin ve zarar getirici haber ve manşetlere imza attılar ki insan ister istemez şöyle düşünüyor: “Meğer Ergenekon cuntası masal, Balyoz darbe planı koskoca bir yalanmış. Bütün yurtsever subaylar Pensilvanya kumpasıyla ordudan tasfiye edilmiş. Her ne olduysa TSK’nın içine paralel fitnenin sızmasıyla olmuş. Zaten Gülen Cemaati bir CIA kuruluşuymuş. Paralelle mücadele de hepimizin üzerine farzmış.”
Eşek şakası gibi ama daha da beteri duruyor karşımızda. Sabah Gazetesi’nin emekli Tuğamiral Türker Ertürk ile yapılan röportajı “Pensilvanya’nın Harp Oyunları” manşet haberi. Muhabir Furkan Haykır öyle bir habercilik başarısına imza atmış ki Sabah’ın editörleri bu zekâ ve tecrübeyi tarihe en belirgin haliyle kaydetmek istemiş belli ki. Bütün Kemalist subaylar gibi Tuğamiral Ertürk de kara propagandayı en ince detaylarına kadar içselleştirdiğini ortaya koymuş ve Sabah gazetesi de bu nimetten okurlarını mahrum kılmak istememiş anlaşılan. Editörlerimiz görüldüğü gibi çok düşünceliler.
Her haberin kusuru olur elbette. Bunun nesi eksik, diye soracak olursanız, kısa bir bilgi notu ilave edilmemiş deriz. Şunlar: Türker Ertürk, Ergenekon ve Balyoz cuntalarından suçlanmamış fakat bu davalardan tutuklananlara ısrarla sahip çıkmış. Emekliliğiyle birlikte her dönemin en karanlık provokasyon merkezlerinden biri olan Aydınlık’ta yazmaya başlamış. Yerli malı her Şebbiha gibi Tuğamiral Türker’de Esed/Baas rejimin kimyasal katliamlarını alenen ve ısrarla AK Parti Hükümeti’nin üzerine yıkmaya çalışmıştır. Hiç utanmadan arlanmadan Reyhanlı’daki katliamın ardından Esed’in sarayında Mihraç Ural ile pişmiş kelle misali zafer pozları vermiştirve bunu büyük bir övünç kaynağı olarak kamuoyuna lanse etmiştir.
Oligarşiyle Barışalım, Gülencilerle Savaşalım
Sabah Gazetesi’nin 17 Aralık sürecinde en son olarak Tuğamiral Türker Ertürk’e yaptığı “meslek hayatı takdirnameler ve başarılarla dolu şerefli Türk subayı” muamelesi belki hepten saf, hafıza ve muhakemeden yoksun kimileri için göz yaşartıcı gelebilir. Ancak bu mantık üzere seyreden habercilik sadece gazetecilik mesleğine değil hakikattedaha geniş manasıyla ahlaka, hukuka, siyaset ve toplumsal iradeye karşı vurulabilecek en çirkin darbelerden birini vurmak anlamına gelmektedir.
Resmi ideoloji ve darbe kültürünü bütün bir topluma silah zoruyla dayatan Kemalist kadroları temize çıkarma seferberliği şeklinde tecelli eden bu büyük günah öyle kolay affedilir cinsten değil. Çeteleşmiş, cunta kurup siyaset ve topluma silah çekmiş, laiklik ve Kemalizm adına İslami değerlere savaş açmış, Türkçü siyasetle Kürt kimliğine yönelik sabotajlar tertiplemiş, despotizmin bekası adınaArap-Fars-Ermeni-Rum düşmanlıklarını devlet politikası haline getiren bürokratik oligarşi buharlaşıp gitmiş de yerine ‘bütün günahları yükleyip çöle salacağımız bir keçi’ olarak Fethullah Gülen Hareketi ikame edilmişti adeta.
AK Parti Hükümetinin toplumsal meşruiyetinin bu kadar yüksek ve istikrarlı olduğu bir vasatta Kemalist darbe ve yolsuzluk düzeninin asker-sivil aktörlerini aklama, onlardan medet umma veya gölgesine sığınma telaşesi de nereden çıktı şimdi? Evet, şöyle böyle değil!İzahı mümkün olmayan bir tutarsızlık, körlük, basiretsizlik rüzgârının önüne kapılıp gitmek marifet sayılır olmuş sanki.
Mevcut söylem ve duruşa karşı şunu söylemeye mecburuz: F. Gülen Hareketi’ne karşı mevzi kazanmak adına bilgisine, tecrübesine, şahitliğine müracaat edilen kişilerin karakteri, misyonu ve mücadelesi darbecilikle yoğrulmuşsa bütün hesaplar yanlış demektir.
Nasıl olur da sonucu şimdiden belli şu gidişat anlaşılmaz acaba: Eldeki somut veriler, bizzat F.Gülen’in ve Hareketin sözcüleri tarafından ifade edilenler fazlasıyla yeterken bu anlamsız gayretkeşlik çürümeyi artırmaktan ve insanlardaki güvensizlik duygusunu derinleştirmekten başkaca bir amaca hizmet etmiyor.
Bütün bir toplumu uçuma sürüklemeye kararlı bu çılgınlığa, bu sapkınlığa, bu çürütme ve kokuşturma kampanyasınakim dur diyecek?