Nihâyet bir Ramazan'a daha erdik. Sizi bilmem ama Ramazan'ın ilk günü bana her bayramdan daha büyük bir mutluluk ve huzur hissi verir. Fakat şeytanların bile bağlandığı böylesi mübarek zamanlardan geçerken, topluma öfkenin hâkim olduğunu seziyorum. Yazdıklarımın bu haleti ruhiyeye sahip olanlara bir etkisi olur mu bilmiyorum. Bildiğim, kaybedilen gençlerin ardından aynı Yaradan'a sığınıp, aynı kıbleye yönelip, aynı duaları okuyarak yas tutulan bu topraklarda, Kürt meselesi bağlamında gelinen noktaya dair sakin bir durum tesbiti yapmanın gerekli olduğudur.
PKK çizgisindeki tüm oluşumların ortaya koyduğu siyaset şiddete davetiye çıkarıyor. Lider saydıkları Öcalan bile "önderlik"ten "taşeron"luğa indirgendiğini ilan ediyorsa, kendilerine bir çeki düzen vermelerini, siyasetin "efelenmek"ten daha fazlasına tekabül ettiğini görmelerini umuyorum. Ancak bu savaşkan söylemleri kasten ürettiklerinden emin olduğumdan böyle bir beklentinin karşılığı olacağını da sanmıyorum.
Ak Parti'nin Silvan saldırısından sonra geldiği noktayı da iyi değerlendirmek lazım. Öncelikle "Sivil gözle bakacağız" açıklamasını müteakip PKK ile mücadelede inisiyatifin tedricen polise verilmesi, Orhan Miroğlu'nun tabiriyle "savaşta şike" yapılmaması bağlamında müspet bir gelişmedir. Öcalan'ın barış konseyinin kuruluşundan bahsettiği günlerde dahi sokak ortasında suikast yapan, adam kaçıran, askerlere pusu kurup katliam yapan bir örgüte devletin gül uzatarak yaklaşmasını beklemek abestir elbette. Ancak Kürt meselesinin sadece bu yöntemle çözüleceğini varsaymak da vahim bir hatadır. "Yeni Türkiye"den bahsettiğimiz bugünlerde Kürt meselesini savaşarak çözeceğini hayal etmenin yeni olan hiçbir yanı yoktur.
Bu minvalde, "Kürt sorunu yoktur, PKK sorunu vardır" şeklinde özetlenen bakış açısının isabetli olduğu kanaatinde değilim. Evet, PKK bir sorundur. Ama sorunu 6.000 kişiyi "etkisiz hale getirerek" çözeceğini düşünmek, bu çizgiye kendini yakın hisseden milyonlarca vatandaşı da "halledilmesi gereken bir sorun" olarak görmek anlamına gelir. Bazı televizyon dizileri üzerinden PKK'yı anlayanlara kötü bir haberim var: Dağdaki 6.000 PKK'lı yerden bitmedi. Başbakan'ın da dediği gibi PKK'lılar Türkiye pasaportu taşıyan kişiler. Yani bu topraklarda onlarla kan bağı olan yüzlerce kişi, fikrî bağı olan milyonlarca kişi var.
Bir zamanlar en kirli kelime muamelesi yapılan "barış"ı aslî anlamına rücû ettiren, halkı Türklükten Türkiyeliliğe ikna eden bir lider olan Başbakan Erdoğan'ın bu gerçeğin farkında olduğunu sanıyorum. Bu yüzden PKK'nın yaptığı bir saldırının tüm hükümet politikasını tersine çevirdiğine inanmakta zorlanıyorum. "Bizim için Silvan bir dönüm noktası oldu" beyanatının dışa vurduğu söylem değişimi, sadece PKK'ya devlet politikasını değiştirtecek kadar büyük bir kudret atfetmek anlamına gelmiyor. Aynı zamanda Kürt meselesi gibi cumhuriyetin varoluşsal sorunlarından birisini çözmeye talip siyasî iradenin pamuk ipliğine bağlı olduğu izlenimini de veriyor.
"Devlet politikası zaten bu değil miydi?" diyeceksiniz. Hayır, değildi. Demokratik açılım başladığından beri en sorumlu kişi konumunda olan Beşir Atalay'ın Habur girişlerini "yol kazası" olarak nitelendirmesini hatırlayalım. Ya da Bülent Arınç'ın yine o günlerde "Acı ilacı içip kurtulacağız" diyerek partilileri teskin etmeye çalışmasını... Yani devletin çizdiği yolun sonunda murad edilen PKK'nın gönüllü olarak silah bırakmasıydı. "Acı ilaç"tan maksatsa, her ne kadar canımızı yaksa da PKK sorununu barışçıl metodlarla çözmekti. Fakat şimdilerde bu yaklaşımdan oldukça uzaklaşıldığını görmek mümkün. Başta dediğim gibi bu uzaklaşmanın duygusal nedenleri oldukça haklı. Ancak realist bir gözle bakıldığında duygusal nedenlerin sebep olduğu politika değişiminden bir hayır sadır olması ihtimali yok.
Kürt meselesinde atılacak bir demokratik adım, bölgede görev yapan 10.000 polisin getireceği hayra bedeldir. BDP'ye oy veren Kürt halkının basiretine tam bu noktada inanmak gerekiyor. PKK istediği kadar savaşmak istesin, hükümetin atacağı bir olumlu adımın tabanda yaratacağı etki onları hizaya getirmeye kâfidir. Bunun emarelerini Reşadiye saldırısından sonra PKK'ya, DTP'nin kapatılmasının ardından parlamentoya dönmek istemeyenlere ve referandumda tüm boykot zorlamalarına rağmen BDP'ye verilen tepkilerde müşahede ettik. Yani PKK ve uzantılarını çözüme zorlayacak olan Kürt halkının kendisidir.
Ne var ki, içinden geçtiğimiz bu zorlu günlerde güvenlik güçlerinin denetimsiz bir güçle halka müdahalesini mümkün kılan yaklaşımlar yine Kürtleri vuruyor. Samsun'da jandarmanın 16 yaşındaki Gökhan Çetintaş'ı "PKK'lı sanarak" öldürmesi, Şırnak'ta 13 yaşındaki Doğan Teyboğa'nın gaz bombası olduğu düşünülen sert bir cismin başına isabet etmesi sonucu ölmesi, Diyarbekir'de 20 yaşındaki Mehmet Çiftçi'nin sivil polis olduğu iddia edilen kişilerce "başına sıkılarak" öldürülmesi... Bu olaylar hakkındaki soruşturmalar sağlıklı bir biçimde nihayete erdirilip sorumlular cezalandırılmazsa, güvenlik güçlerinin "kadın da olsa çocuk da olsa" ayırt etmeden halka müdahalesi sonucu daha beter sonuçlarla karşılaşabiliriz.
Siyaset, toplumsal psikolojiyi idare etmeyi gerektirir. Ancak sadece Fırat'ın batısının toplumsal psikolojisi, eli sopalıların bile "hassas vatandaş" kabilinden sırtını sıvazlayarak ele alınırsa Kürtlerin de kendini birinci sınıf vatandaş hissettiği bir ülkeyi inşa etmemiz imkânsız.
Kürt meselesinin müsebbibi Ak Parti değildir. Lakin çözmek isteyen Ak Parti'yse sadece kendi tabanına değil, BDP'nin tabanına da güvenerek bu "acı ilacı" içmeye halkı ikna etmelidir.
Şeytanların bile bağlandığı bu mübarek günlerin kıymetini bilelim, bazıları bunu çok arzu etse de kendi şeytanlarımıza esir olmayalım. Ramazan-ı şerifin hayırlara vesile olması niyazıyla...
YENİ ŞAFAK