Bu sütunda daha önce de temas edildiği üzere, Türkiye, 60 yıl önce yaşadığı demokratikleşme sürecinin bir ileri safhasını yaşıyor. Süreç, 60 yıl önce daha az sancılı geçmişti, çünkü şartlar daha baskın, daha emrediciydi.
Kur'an-ı Kerim'e baktığımızda, insanlık âleminde cereyan eden hadiselerin asıl öznesinin Sırat-ı Müstakîm'in gerçek temsilci ve tebliğcileri olduğunu görürüz. Kur'an, daima onları merkeze alır; eğer onlar bir kişi bile olsa -ki, tarihin dönemeçlerinde önce hep bir kişi, meselâ Hz. Nuh (as), Hz. İbrahim (as), Hz. Musa (as), Hz. İsa (as), Hz. Muhammed (sas) vardır- Allah (cc), bütün hadiseleri onların etrafında yönlendirir. İşte, 60 yıl önce çok partili hayata geçişimizi tetikleyen haricî-siyasî şartlar ne olursa olsun, onun asıl aktörleri, halk tabanındaki müsbet hizmetlerdi. Dinamik gücü belirleyen, ona yön veren, daima statik güçtür.
Tarih, misliyle tekrarlanan hadiseler bütünüdür. O bakımdan, nasıl 60 yıl önce Türkiye'nin çok partili hayata geçmesini zorlayan "zahirî" aktörler ABD gibi, Avrupa gibi haricî idiyse ve içeride de bazı samimî kadrolar bunu gerçekleştirmişse, durum, bugün de aşağı yukarı aynıdır. Ama nasıl dün söz konusu dinamik gücü faaliyete sevk eden tabandaki statik güç idiyse, bugün de Türkiye'nin birkaç asırdır yer kabuğundan bile daha kalın hale gelen kabuğunu kırıp, Türkiye'yi kozasından çıkmış kelebek gibi uçuşa geçirecek asıl faktör ve aktörleri yine tabandaki statik güç oluşturmaktadır. Kaderden artık statik güce bağlı olarak çıkan ve dinamik gücün uygulamaktan kaçamayacağı hüküm, önünde durulmaz bir hükümdür. Fakat ortada statik güç adına 60 yıl öncesiyle bugün arasında çok önemli farklar var.
60 yıl önce Türkiye, İslâmî faaliyetlerin ve halk hareketlenmesinin tamamıyla baskı altında tutulduğu bir dönemi aşmanın eşiğindeydi. Bu dönem içinde fevkalâde fedakârlıklar ortaya konulmuş, büyük çileler çekilmişti. Nihayet, yitirilmiş değerlerle âdeta yeniden tanışma, gurbete gitmiş, hattâ ölmüş sanılan bir en sevgiliyle sürpriz kavuşma havası ve lezzeti vardı. Bütün şehvetleriyle dünya, statik gücü tehdit edecek seviyede değildi. Buna rağmen, takip eden 10 yıl içinde bu hava da, lezzet de kaybedildi ve ceza olarak, 27 Mayıs ihtilâliyle ülke yeniden bir cendereye alındı.
Bugün, düne göre çok daha ileri hamleler yapmış da olsa, statik güç adına alarm zilleri çalıyor. Türkiye'yi daha ileri bir demokratik zemine iteleyen haricî ve dahilî güçler, İslâmî bir gelişmeye imkân tanımak istemiyor. Bir AYM üyesine ait olduğu iddia edilen sözlerde de açıkça ifade edildiği üzere, İslâmî bir hamle adına iktidar eli-kolu bağlı tutuluyor ve iktidar da, önceki benzer iktidarlar gibi baştan itibaren çok yönlü, çok alternatifli ve kapsamlı plan ve hazırlık sahibi olamamanın sancılarını yaşıyor. 12 Eylül'ün yargılanma kapısı aralanabiliyor fakat asıl büyük tahribatı yapan 28 Şubat'ın bu tahribatını önleme adına bile kimseden ses çıkmadığı gibi, iktidar da söz konusu tahribatı tamir adına ciddî bir şey yapamıyor. Ve tabanı temsil ve tayin eden kesimlerde çok daha ileri hassasiyetler yaşanması, dünyaya "kapıların daraltılması" gerekirken, yıpranma ve hassasiyet kaybı yaşanıyor. Düşünün, her eğitimcinin kabul ve itiraf edeceği üzere, insan için en tehlikeli ve onun en isyankâr, kontrolü en zor olduğu dönem 13-18, özellikle 13-15 yaş arasıdır. Ve bu yaştaki, üstüne üstlük, ülkede sürekli estirilen zehirli havanın, sürekli tahrik edilen cinselliğin sarhoş ettiği öğrenciler, 28 Şubat'ın kararları içinde yatılı bölge okullarında, pansiyonlarda kız-erkek beraber kalıyor ve olanlar oluyor.
Evet, Siirt'te bir okulda yaşanan faciaya güya atılan en yüksek çığlık, aslında şeytanın sevinç ve galibiyet çığlığıdır. Fakat bu facia, benzerleri gibi, tabandaki statik güç adına da alarm zilidir. Ülke daha ileri bir demokratik zemine yürüyecek ama, böyle giderse bir şey kazanacak, fakat çok şey elden gidecek görünmektedir.
ZAMAN