Şeytan Hayatımızın Neresinde?

Şeytan-insan ilişkisi, balık-olta ilişkisine benziyor. Balık, oltadaki yeme kanarsa, oltaya yakalanıyor. Eğer balık oltadaki yemden sakınırsa, ne kadar olta olursa olsun, balık güvendedir.

Mustafa Siel / Haksöz Dergisi - Sayı: 253 - Nisan 12

Sanıyorum eski bir türküde söyleniyordu, “Şeytan bunun neresinde” dizesi; sazı şeytan aleti olmakla itham edenlere karşı savunma babında. O günkü anlayışıma göre yanlış, şimdi sahip olduğum anlayışa göre doğru bir savunma. Çünkü şeytan sazın bir yerinde değil, o sazı kullanan kişilerin bir yerinde idi. Saz da pek çok alet edevat gibi hayra ya da şerre alet edilebilirdi.

Şeytanın her zaman birilerinin bir yerinde olduğu kesin. Yüce Allah, şeytanın tüm insanlar için, açık bir düşman olduğunu (aduvvin mubin) ve bu düşmanlığın insanların yeniden diriltilecekleri güne kadar kesintisiz ve dozu hiç azalmadan devam edeceğini Araf Suresi’nde anlatılan Âdem (a) ve eşi kıssasıyla bize bildiriyor. (7/11-34)

Şeytan, tamamen kötü ve kötülük odağı olan varlık manasında olup; Kur’an’da, İblis ve zürriyetinden oluşan cinler ile onlara uyup, işbirliği yaparak kötülük için uğraşan insanlar için bir sıfat olarak kullanılmıştır. Nitekim Nas Suresinde, vesveseci şeytanların insan ve cinden olduğu anlatılmıştır. Şeytan sıfatının insanlar hakkında kullanılışına pek çok misal verilebilirse de Bakara Suresi’nde belirtilen şeytanların (şeyatin), kötülük odağı haline gelmiş insanlar olduğu çok açıktır. (2/14, 102)

A’raf Suresi okunduğunda şu hususlar anlaşılır: Âdem (a) için secde emrini yerine getirmeyen, üstelik kendini haklı gören şeytan; Allah’ın rahmetinden kovulmuş ve böylece rahmetten tamamen ümidi kesmiş olan manasında “İblis” ismini almış iken; bir de insanları yoldan çıkarmak için izin ve yetki alınca, kötülük odağı anlamında “şeytan” ismini almıştır. (7/11-25)

Şeytanın faaliyetleri neticesi adeta şeytanlaşan insanlar için “şeyatin” terimi kullanılmaktadır. Kur’an’da, “eş-şeytan” kalıbı İblis ve zürriyetinden oluşan cin şeytanlarını ifade ederken; “şeytan” kalıbı genelde kâhin ve benzeri insan şeytanlarını; “eş-şeyatin” kalıbı ise cin ve insan şeytanlarını ifade etmektedir. Dolayısıyla Kur’an’da geçen şeytan ve şeytanlar terimlerinin, İblis ve zürriyetini mi, yoksa şeytanlaşmış insanları mı kastettiğini, ayetlerin siyak ve sibaklarını da dikkate alarak tespit etmek gerekir.

İblis ve zürriyeti ile şeytanlaşmış insanları tanımak ve onların insanlar üzerindeki niyet ve çabalarını anlamak; hidayetten engelleyici, şirke ve küfre, fuhşa ve münkere düşürücü faaliyetlerinden korunmak için zaruridir. Gerek İblis ve zürriyeti gerekse insan şeytanlarının, insanlar üzerindeki faaliyetleri ve etkileri, kuralsız ve sınırsız olmayıp, Kur’an’da, muhtelif ayetlerde açıklanan kurallara tabidir.

A’raf Suresi’nde açıklandığı üzere; İblis ve zürriyeti ile onlara tabi olan şeytanlaşmış insanlar, bizim tabi olduğumuz tabiat, nefs ve toplumsal kanunları biliyor ve onlara göre geliştirdikleri çeşitli hileli yollarla, bizi haktan alıkoymaya çalışıyorlar. (7/27) Bu nedenle, bizlerin de onların tabi olduğu kurallar hakkında, aynı bilgiye sahip olmamız; onların çabalarını etkisiz kılabilmek için gereklidir.

Şeytan ve şeytanlaşmış insanlar, bu bilgilerini batıl için, yanıltma amaçlı kullanırken; biz bilgilerimizi hak için, hakkı ortaya çıkarmak için kullanmalıyız. Nitekim günümüzdeki şeytanlaşmış Batı uygarlığı da tıpkı İblis gibi, sahip olduğu her türlü bilgiyi, şeytani amaçlarla, yani hakkı örtmek ve yeryüzünün ifsadı için kullanmaktadır.

Şeytana Kulluk Yapmak

İblis ve zürriyetinin durumlarını ve tabi oldukları kanunları anlamak için, öncelikle; Âdem (a)’ın yaratılışı ve secde olayı ile ilgili tüm ayetleri okuyup, üzerlerinde tefekkür etmek gerekmektedir. Mesela A’raf Suresi okunup tefekkür edildiğinde şu neticelere ulaşılabilir. İblis, kendisinin yaratılış bakımından Âdem (a)’dan daha iyi konumda olduğunu iddia ediyor. Allah’ın uyarısına rağmen ve Allah’a karşı gelerek, bu iddiasından vazgeçmiyor. (7/11-41)

Bu durum, insanlar arasında; cinsiyet, ırk, akıl ve mal gibi, imtihan unsurlarıyla ilgili her türlü üstünlük iddialarının, tamamen şeytandan kaynaklandığını; bu tür duygu ve düşüncelere kapılan ve üstelik bu düşünceleri açık ya da gizli bir şekilde bir ideoloji; bir hayat, toplum ve devlet biçimi haline getirenlerin şeytana tabi olduklarını, Yasin Suresi’nde ifade edildiği üzere, Allah’a değil şeytana kulluk ettiklerini ortaya koymaktadır. (36-59/61) Yani Türklerin, Arapların veya başka bir ırkın diğer ırklardan üstün olduğuna inanmak, bir soyun diğer soylardan üstün olduğuna inanmak ya da bir ülkede yaşayan insanların başka ülkelerde yaşayan insanlardan üstün olduğuna inanmak ve benzeri tüm üstünlük iddiaları; şeytanın zihniyetinden kaynaklanan iddialardır. Bunlar ve her türlü konuda şeytanın peşine bilerek ya da bilmeyerek takılıp gitmek, bizzat Yüce Allah tarafından şeytana ibadet olarak isimlendirilmiştir.

Şeytana kulluk etmekte olan bir insan, aksini düşünse ve iddia etse bile Allah’a ibadet etmemektedir. Çünkü tevhidin gereği sadece Allah’a ibadet etmektir. Yüce Allah kendisiyle beraber başka şeylere de kulluk edenlerin kendisine ibadet (kulluk) iddialarını kabul etmemektedir. Bu durum, Meryem Suresi’nde ayrıntılı olarak anlatılmıştır. (19/41-45)

Burada bir hususu netleştirmek gerekiyor: İnsanın zaman zaman şeytana kanıp hata yapması ve günah işlemesi, şeytana kulluk değildir. İnsan, şeytanın hâkimiyetine girip, hayatının ana eksenini ona tabi tutuyorsa, şeytana kulluk ediyor demektir. Nitekim Âdem (a) ve eşi, şeytana anlık uymalarının hemen arkasından tövbe ederek, Allah’a itaate yönelmişler ve bu durum şeytana ibadet olarak nitelendirilmemiştir. Şeytana ibadet, insanın şeytani fikir ve düşüncelerini, hayatının hedefi ve merkezi haline getirmesi ile oluşur.

Allah’a kulluğu, hayatının ana ekseni ve hedefi haline getirmiş bir insanın zaman zaman şeytana uyması, şeytana ibadet değildir. Bu durum tıpkı, şeytana kulluğu hayatının ana ekseni haline getirmiş bir insanın, zaman zaman Allah’a ibadet etmesinin; gerçek manada Allah’a kulluk yapıyor anlamına gelmemesi gibidir.

İsra Suresi’nde; şeytanın kendisine kul (abd) olan insanlar üzerine etki yolları ile bundan korunma yolu gösterilmiştir. (17/61-65) Burada şeytanın kendisine ibadet eden insanlar üzerinde; batıl fikirleri sürekli tekrarlamak, onları hak fikirlerden alıkoymak, onların hayatları üzerinde söz sahibi olmak suretiyle etki altına alabildiği; ancak şeytanın insanlara sunduğu batıl fikirlerin, dünyada ve ahirette boş çıkan kof fikirler olduğu belirtilmektedir. Sadece Allah’a kul olanlar aleyhine, şeytana verilmiş bir yetkinin olmadığı, Allah’ın, bu kulları şeytanın faaliyetlerinin etkilerinden korumaya kefil olduğu ifade edilmektedir.

Ancak, ara sıra da olsa şeytana uymanın, ona kulluğa dönüşmemesi için; tıpkı Âdem (a) ve eşi gibi tövbe edip hakka yönelmek şarttır. (4/17-18) Aksi halde, insan önemsemediği küçük hataların zamanla kendisini kuşattığını ve şeytana ibadet etmeye başladığını görecektir. Nitekim Bakara Suresi’nde bu durum ortaya konulmuştur. (2/80-81) Bu nedenle, ismen Müslüman olup da burada bahsettiğimiz anlamda şeytana ibadet etmekte olanların; Meryem Suresi’nde anlatıldığı şekilde; büyük bir tövbe neticesi oluşacak köklü bir dönüş ve hakka yöneliş içine girmeleri gerekir. (19/58-63) Yoksa Müslümanlık iddiaları, kendilerine dünyada ve ahirette bir fayda sağlamayacak; dünyada rezillik, ahirette de daimi ateş içinde olacaklardır.

Şeytanın Etkisi ve Sağdan Yaklaşması

A’raf Suresi’ndeki kıssadan çıkardığımız bir diğer sonuç, İblis’in insanları haktan ayırmak için Allah’tan güç ve yetki aldığı; faaliyetlerini bu güç ile ve verilen yetkiler çerçevesinde, ancak Allah’ın izni ile gerçekleştirebildiğidir. (7/11-35)

Ayetlerden anlaşılacağı üzere, şeytan kendinden kaynaklanan bir güce ve insanlara sınırsız etki etme yetkisine sahip değildir. İblis’in gücü, sadece insanlara vesvese ve benzeri şekillerde kötülükleri fısıldamakla sınırlı olup, onları ikna etme gücüne bile sahip değildir. Dolayısıyla, onun etkilerinden kurtulmak için, bu fısıltıların şeytandan geldiğinin farkına varmak ve bunlara karşı direnmek yeterlidir.

Burada mühim bir nokta var: Şeytan, insanlara fısıldarken, insanın tabi olduğu nefs kanunlarını bilerek; insandaki iç dürtülere hitap eder. Bu dürtüleri insanın sağduyusunun/vicdanının kontrolünden çıkarmaya çalışır. Yani şeytanın insan üzerinde etkili olmasındaki en mühim yardımcı unsur, insanın içindeki kontrole alınamayan iç dürtüler (heva-şehvetler-saig) olmaktadır. Cinsellik, açlık, barınma gibi bu iç dürtüler; hem insanın hayatının devamı açısından elzem hem de imtihanın birer fitne unsurudur. Yapılması gereken, Araf Suresi’nde net olarak ortaya konmuş olup; tasavvufçuların iddia ettiği gibi bunları tamamen yok etmek değil, bunları Yüce Allah’ın Kur’an’da gösterdiği sınırlar içinde, ibadet amacı ve bilinciyle dengeli olarak kullanmaktır. (7/31-33) Aslında bunları tamamen yok etmek gerektiği iddiası, tıpkı Âdem (a) ve eşine iyi niyetli yaklaştığını iddia ettiği gibi, şeytanın sağdan yanaşmasının bir sonucu olup gerçekleşmesi de mümkün değildir.

Buradan, şeytanın çok önemli bir hilesini daha öğreniyoruz: İnsanlara, iyilik adına, Allah adına yaklaşması; insanlara Allah’a daha iyi kulluk yapma yollarını öğrettiğini iddia etmesidir. Bu durum, şeytanın kişiyi Allah’a ulaştıran doğru yol üzerine oturup; onlara sağlarından, sollarından, önlerinden ve arkalarından gelmesi ve onları Allah’a şükretmekten alıkoymasını da açıklamaktadır. (7/16-17) Yani şeytan zannedildiği gibi sadece meyhanelerde, kumarhanelerde dolaşmaz. Aslında oralar zaten şeytanlaşmış insanların yerleri olduğundan, onlarla fazla uğraşmasına gerek yoktur.

Şeytan asıl Allah’a kulluk iddia ve çabasında olan insanlarla uğraşıp, onları Allah’a ulaşan dosdoğru yola ulaştırmamaya; ulaşmışlarsa o yoldan alıkoymaya, mümkünse o yoldan çıkarmaya çalışır. Bunun için de bazen liderlik, makam ve mevkiler gibi iç dürtülerini kullanarak (soldan-şimalihim), bazen yukarıda açıkladığımız şekilde sağlarından (eymanihim), bazen insanların farkında oldukları ve bildikleri şeylerden veya ileriye yönelik beklenti ve korkularından (ma beyne eydihim), bazen onlara gayb olan ya da geçmişte yaptıkları güzel şeylerden (ve min halfihim) yaklaşır da yaklaşır. Üstelik bu yaklaşmalarda sadece asıl şeytan olan İblis ve zürriyeti değil, onlar gibi olmuş insan şeytanları da görev alır.

İblis ve zürriyeti ile insan şeytanları, hakkı arzulayan ya da henüz şeytanlaşmamış, ortada olan insanlara; sinsice, farklı farklı yönlerden saldırırlar. (Nas Suresi) Yani, şeytanların aldatma faaliyeti, ancak kişinin tamamen şeytanlaşıp, şeytanlar safına girmesi ya da ölümüyle son bulabilir. Bu iki durumdan biri gerçekleşinceye kadar şeytanların faaliyetleri bir an bile durmaz.

Şeytan ve Cinsellik

A’raf Suresinden öğrendiğimiz bir diğer husus da şeytanın en önemli silahlarından birisinin, insanın iç dürtülerinden (şehvet-saig) olan cinsel dürtüleri olumsuz yönde kullanmak olduğudur. Yalnız bunu yaparken, sanılanın aksine sadece erkeklerle uğraşmayıp hem kadın hem de erkeğin cinsel sapmalarını sağlamaya çalışmakta; cinsel sapmaların aslında tabilik ve fıtrilik olduğunu iddia ederek, insanları avlamaya çalışmaktadır. Bu durum, günümüzdeki gerek kadın-erkek arasındaki evlilik dışı ve gerekse cinsler içi homoseksüel ilişkileri doğallık ve insan hakları diye savunan çağdaş Batı uygarlığının ve yerli fikir kölelerinin, şeytanın bilinçli ya da bilinçsiz askerleri olduklarını göstermektedir.

Şeytanın bu konuda kullandığı bir başka metot, cinsel sapkınlıkları Allah’a kulluğa vesile olarak yutturmasıdır. Nitekim Eski Babil’de, evlenecek kızların, evlenmeden önce tapınak rahipleriyle yatmalarının dindarlık kabul edilmesi ile Arap müşriklerinin Kâbe’nin etrafında çırılçıplak tavaf uygulamaları bu duruma misal verilebilir. Günümüzde ise bazı tarikat şeyhlerinin kendilerine, müritlerinin genç ve güzel kızlarından ya da genç ve güzel kız müritlerinden, Allah’a yanaşmalarına vesile olacakları vaadiyle harem kurmaları bu duruma misal olarak verilebilir.

Kadın-erkek karışık yapılan her türlü faaliyette, şeytanın cinsellikle istismarı ihtimali çok yüksektir. İslami bir emir olarak tesettüre riayet ve kadın-erkek mahremiyetini zedelemeyecek sosyal hayatı düzenleyici kimi uygulamalar bu tuzağa düşmemenin en sağlam yoludur.

Taha Suresi’nde şeytanın insanlığın en büyük düşmanı olduğu, dolayısıyla ona karşı daima tetikte olunması gerektiği hatırlatılmaktadır. (20/115-123) Yine şeytanın insanda fıtraten var olan ve ahirette ancak kavuşabileceği; devamlı güzel bir hayat yaşama ve iktidar sahibi olma gibi dürtülerini kullanarak, insanlığı haktan çevirebileceği de Âdem (a) ve eşi misal verilerek gösterilmektedir.

Araf Suresi’nde, şeytanın insanları hakka davet eden salih kimseleri bile, bu davet esnasında etkileyebileceği; hak için yapılan bir işe, kibir ve benzeri şeytani duyguları karıştırabileceği hatırlatılarak, davetçi Müslümanlar uyarılmaktadır. (7/198-204) Şeytanın bizi hedef alan her türlü faaliyetinde yapılması gereken şey, durup hakkı düşünmek; şeytanın müdahalesinin farkına varıldığı anda, hemen gönülden bir tövbe ile bu duygu ve düşüncelerden uzaklaşarak, hakka boyun eğmektir. Aksi halde bu duygu ve düşünceler, hak için mücadele eden insanları bile etkisi altına alıp, zamanla aynı surenin 175-179. ayetlerinde durumu açıklanan “belam” konumuna düşürebilir. Benzer vurgu İsra Suresi’nde de yer almış, davetçi Müslümanların şeytanın bu oyununa alet olmamak için; kendi aralarındaki ilişkilerde ve tebliğde, yumuşak ve güzel davranma ile hikmet ve güzel öğütten ayrılmamaları gerektiği hatırlatılmıştır. (17/53)

Şeytanın Etki Gücünü Kırmak

Enam Suresi’nde ise insan şeytanlarının, kendilerine uyanları, dünyada nasıl boş ve faydasız, üstelik zararlı ve pis işlerin peşinde koşturdukları anlatılarak; şeytanlaşmış bu tür insanlardan uzak durulması, salih ve sadık insanlarla beraber olunmasının, İblis ve insan şeytanlarından korunmanın olmazsa olmaz şartlarından olduğu belirtilmiştir. (6/71) Tevbe Suresi’nde, Allah’tan sakınılması (ittika-takva) ve sadıklarla beraber olunmasının emredilmiş olması da şeytanın etkisinden kurtulmak için sadece kişisel çabaların ve sadıklığın yetmeyeceğini, mutlaka kendisi gibi çaba sarf eden ve sadık Müslümanlarla beraber olunması gerektiğini ortaya koymaktadır. (9/119)

Sadık kelimesi; duygu, düşünce, tavır, söz ve işin aynı olması; yani özün, söz ve amelde ortaya çıkması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, beraber olunacak insanların sadık olup olmadıklarının tespitinde, sadece fiillerine ve sözlerine değil, içlerinde sakladıkları düşünceler ve gizli niyetler ile duyguları da dikkate alınmalıdır. Bu ise kişinin sözleri ve amelleri arasındaki çelişkilerden anlaşılacak bir husustur. Yani, sadık bir Müslümanın sözleri ve işleri arasında, hayatının her anında tam bir uyum ve devamlılık var iken; duygu ve niyetlerinde bozukluk olanların sözleri ile işleri arasında, sürekli bir değişim ve çelişki bulunacaktır. Bu tür insanlar, şeytanın kullanımına açık olan insanlar olup; bunlarla yakın dostluk ve beraberlik, sadık olan Müslümanları da şeytanın etkilerine açık hale getirecektir.

Özellikle, İslami birlikteliklerde bu konuya hassasiyet göstermeli; sadıklığı uzun izlenimler sonucu ortaya çıkmamış insanlar, söz ve amelleri çok güzel görünse bile bu birlikteliklere dâhil edilmemeli; hele ön saflara asla getirilmemelidirler. Bakara Suresi’nde durumları ortaya konan bu tür insanların İslami birlikteliklere sızması, o birlikteliklerin süreç içerisinde şeytanın yörüngesine girmesine sebep olur. İnsanlar Allah’ın rızasını kazanacağız diye uğraşırken, şeytanın amaçlarını gerçekleştirmeye başlarlar. (2/204-209)

Şeytansız Bir Dünyada mı Yaşıyoruz?

Bu genel vurgulardan sonra, konunun daha çok bizlerle alakalı olan yönlerine dikkat çekmek istiyoruz. Şeytan sadece haktan uzakta ve şeytanlaşmış insanlarla uğraşmıyor. Âdem (a) ve eşi kıssasında ortaya konulduğu gibi, şeytanın saldırılarından tamamen korunmuş hiçbir kul yok. Hatta Sa’d Suresi’nde açıklandığı üzere, şeytan, “muhles” (saf/halis) kullarla bile uğraşıyor, lakin etki edemiyor. (38/83) Fakat mücadeleyi bırakmış değil. Kaleye girmek için nöbetçilerin gafletini gözlüyor, surda gedik açmaya çalışıyor.

Şeytan Sad Suresi’nde verilen Eyyub (a) misalinde görüldüğü üzere; “muhlis” ve “muhles” kullara bile durmadan, başarısız bile olsa, hücumlarda bulunuyorsa bizim durumumuz nedir? (38/41)

A’raf Suresi’nde, şeytanın “sıratı mustakiym” (tek doğru yol) üzerinde oturduğu; insanların önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından yanaşarak haktan uzaklaştırmaya çalışacağı beyan ediliyor. (7/16-17) Bizler, hadi diyelim ki, şeytanın önümüzden, arkamızdan, solumuzdan gelen hücumlarını savabiliyoruz. Peki, ya sağımızdan, yani sureti haktan görünerek, bize Allah adına, hak adına yaklaşarak yaptığı hücumlardan korunabiliyor muyuz? Bırak korunmayı, onların farkına varabiliyor muyuz? Hak adına yaptığımız amellerde, kalkış noktamız (niyetlerimiz) ve sürecimiz, rahmani mi, şeytani mi; hiç muhasebe yapıyor muyuz?

Kanaatimce, şeytanı unutmuş adeta şeytansız bir dünyada yaşıyor gibiyiz. Bütün ilgilerimizi şeytani tağuti düzenlere ve siyasete yöneltmişiz ve sanki sadece tağutlar bizim düşmanlarımız gibi davranıyoruz. Değil cin şeytanları, insan şeytanlarını bile; şeytandan ziyade, siyasi bir muhalif ya da partner gibi algılıyoruz. Oysa Taha Suresi’nden anlaşılacağı üzere, büyük tağutlardan olan Firavun’un bile iflah olma potansiyeli var ki, Firavun’a yumuşak davranış ve sözle tebliğ emrediliyor. (20/44) Demek ki, en büyük tağutlar bile iman edebilir, dostumuz olabilir. Lakin yukarıda verdiğimiz ayetlerde çok net olarak açıklandığı üzere, şeytan bizim iflah olmaz, daimi düşmanımızdır. Fatır Suresi’nde açıklandığı gibi, şeytan, bizim için daimi ve kesintisiz bir düşmandır. (35/6)

Tağutlar baskı ve şiddetle bizi bir dereceye kadar haktan alıkoyabilir. Onların bizi haktan alıkoyma ve saptırma çabaları açık olduğundan, onların saldırılarını görüp karşı koyabiliriz. Lakin şeytan ve şeytanlaşmış insanlar, bize fark ettirmeden ve sureti haktan görünerek geliyor. Bu noktada Marksist ve liberal şeytanlıklara karşı da yeterince tedbir alıp alamadığımızı sorgulamalı değil miyiz? Hele cin şeytanının üzerimizdeki çaba ve etkilerinin çoğu zaman farkına bile varamıyoruz. Bu nedenle de karşı durmaya ya da üzerimizde bıraktığı etkileri temizlemeye uğraşmıyoruz.

Cin ve insan şeytanları, şeytani tağutlardan çok daha tehlikeli ve büyük bir düşmandır oysa. Tağut en fazla canımızı ve malımızı alır, şeytan ise imanımızı almaya çalışır. Tağuttan kaçmak ve gizlenmek mümkünken şeytandan kaçmak mümkün değildir. Tağut ve faaliyetleri gözümüzün önünde olduğundan her an tetikte durabiliriz. Şeytan ise gizli ve çoğu zaman fark edilmezdir. Tağut açık düşmanımızdır ve imanımızı kaybetmedikçe ya da tağut iman etmedikçe, onunla barışamayız. Lakin şeytan bize genelde sağ tarafımızdan, sureti haktan; iyilik ve hak adına, eşitlik ve sosyal adalet adına, Allah ve din adına yaklaşıyor da çoğu zaman güzel iş yapıyoruz derken, şeytanın aleti olabiliyoruz.

Bir yazar, şeytanı ötekileştirmeyenlerin (düşman görmeyenlerin), insanları ötekileştireceğini (düşman göreceğini) söylüyor. Bu söz mevcut durumumuzu anlatan müthiş bir tespittir. Kapılmış olduğumuz ötekileştirici ideolojik İslami anlayışlarımız; neredeyse gruplarımız dışındaki herkesi ötekileştirmeye sürüklüyor bizi. Tabi iş burada da kalmıyor, zamanla ilişkilerimiz gerilince, grubumuzu da ötekileştiriyoruz. Sadece kendimiz kalıyoruz meydanda; tıpkı şeytan gibi. Şeytan da gülüyordur bu korkunç halimize. Şeytanın açık ve devamlı, mutlak ve en önemli en büyük düşmanımız olduğunu unutmanın getirdiği bu netice, biz hak davasında olduğumuzu sanmakta iken, bizi şeytana dost ve asker kılıyor.

Elbette şeytandan başka da düşmanlarımız olacaktır. Lakin bu düşmanlar, yukarıda Firavun misalinde olduğu gibi, zaman ve zemine bağlı olarak değişebilir. Bugün dostumuz olan yarın düşmanımız, dün düşmanımız olan bugün dostumuz olabilir. O nedenle demişler ki, dostunu fazla övme, belki yarın düşman olursun; düşmanını da fazla yerme, belki yarın dost olursun. Lakin şeytanın düşmanlığı devamlı, kesintisiz, amansız ve acımasızdır. Şeytanın düşmanlığının farkında olanlar, kendilerini ve diğer tüm insanların durumunu daha iyi değerlendirirler. Şeytana devamlı, amansız ve kesin düşman olurken; insanların şahsına değil, inanç ve amellerine düşman olurlar. Bu nedenle de inanç ve ameller düzelince, o insanlara olan düşmanlıkları da dostluğa dönüşür. Nitekim Fussilet Suresi’nde bu durum anlatılmaktadır. İlginçtir, şeytanın tebliğcinin haktan uzak ve düşman olan insanlarla arasını açmak için onu kışkırttığı (nezğun) belirtilerek, bu durumun farkına vardığımızda korunmak için Allah’a sığınmamız (festeız billah) emredilmektedir. (41/33-36)

Lakin böyle olmuyor. Şeytanı unuttuğumuzdan dolayı, değil haktan uzak ve bize düşman olanlara karşı kötülüğü iyilikle defetmek, değil halkın aynı tür davranışlarına karşı bu şekilde karşılık vermek; kendi aramızda bile aynı toleransı gösteremiyoruz. Hatta onların bize yanlış yapmalarına bile gerek kalmıyor, biz birtakım gerekçeler uydurup, onlara saldırıyoruz ya da onlar bize.

Bu durumun oluşması için, çoğu zaman fikir ayrılıkları bahane olurken, bazen tamamen aynı fikirde olduklarımızla bile, sudan sebeplerle ya da sebepsiz, aynı “buğz” ve “adavet”i (istemezlik ve düşmanlık) oluşturabiliyoruz. Hâlbuki İsra Suresi’nde has kulların (ibadi) güzel söz söylemeleri gerektiği, çünkü şeytanın aralarını açmak için karşılıklı kışkırtıcılık yaptığı ifade edilmekte. (17/53)

Yüce Allah, Nahl Suresi’nde, korunmuş kitabı Kur’an’a bile, kovulmuş şeytanın şerrinden kendisine sığınarak başlamamızı emrediyor. (16/98) Adeta, Allah adına, Allah’ın kitabını anlamak için yaptığımız bir faaliyet bile olsa; şeytanın devreye girip, o okumaya Allah’ın murat etmediği anlamlar katabileceğini, o okumanın hayır yerine şer olabileceğini hatırlatıyor bize. Dikkat edelim, Allah adına, Allah’ın kitabını anlamada bile bu tehlike var ise ya günlük hayatımızda durum ne olur?

Peki, bizler ne durumdayız? Hatırlıyor muyuz bu mutlak ve en önemli düşmanımızı? Onun bize her an saldırmakta ya da saldırmak için tetikte olduğunu? Yoksa şeytan diye bir sorunumuz yok mu bizim? Bizim sorunumuz sadece ideolojiler, rejimler, cemaatler ve gruplarla mı? Yoksa şeytanın “iğva”sıyla yoldan çıkmış insanlara rahmet nazarıyla acıyıp, onları bu kötü durumdan kurtarmak için çabalamak gerekiyorken; şeytana karşı duymamız gereken mutlak ve ebedi düşmanlığı onlara karşı duyuyor, onları bir an önce cehenneme atmak için can mı atıyoruz? Yoksa biz de mi şeytanlaştık? Şeytanı, onun düşmanlığını ve her an saldırmakta olduğunu, şeytanlaşmış, şeytanın oyuncağı olmuş insanlardan başkası unutur mu? Yoksa esas şeytan sıvışıp gitti aradan da biz mi onun vazifesini devraldık?

Şeytanın Şerrinden Emin Olmak

Şeytan her insanla uğraştığı gibi, bizlerle de uğraşıyor muhakkak. O bizi, A’raf Suresi’nde anlatıldığı üzere, bizim göremediğimiz yerlerimizden (kibir, kin, haset, bencillik, cinsellik, mal ve mevki hırsı vs.) görüyor ve bu çatlaklardan içimize sızıyor. (7/27) Tıpkı, yaradan girip hastalık yapan mikroplar gibi. Peki, bu ayete rağmen, nasıl şeytanın şerrinden kendimizi emin hissediyor; değil ona düşman olmak, onu hatırımıza bile getirmiyoruz? Oysa pek çok ayet, şeytanın bize açık düşman olduğunu kafamıza vururcasına hatırlatıyor.

Biz unutsak da şeytan bizimle uğraşmayı bırakmadığına göre; şeytanı hiç unutmamalı, unuttuğumuzda da hatırlamalıyız. Çünkü şeytanı unuttuğumuzda şerrine karşı korumasız kalıyoruz. Şeytanı ve onun Kur’an’da anlatılan vasıf ve faaliyetlerini ne kadar sık hatırlarsak, onun şerrinden korunma konusunda, o kadar imkân elde etmiş oluruz.

Nasıl ki yaşadığımız her ortamda hastalık etkeni mikroplar var ise hayatımızın her alanında da şeytan var. Elbette pislik yerler mikroplarca çok daha zengin. Lakin temiz yerler de mikroptan arınmış değil. Elbette, meyhaneler, kumarhaneler, gazete ve televizyonlar şeytan yuvası. Hatta günümüz cahiliyesinde evlerimiz ve İslami ortamlarımız dışındaki her yer şeytan yuvası. Fakat evlerimiz ve İslami ortamlarımız da şeytandan tamamen temiz değil. Hele bir de televizyon, internet, gazete ve benzeri şeytan yuvalarının birer kanalını kontrolsüz bir şekilde evlerimize bağlamışsak durum vahim.

Nasıl ki, bilgisayarları virüs ve benzeri zararlardan korumak ve temizlemek için virüs programları var ise biz de Kur’an ve nebevi sünnetten, tabiri caizse birer şeytan programı oluşturmalıyız kendimize. Öyle bir program ki, her an açık ve uyanık bulunarak, şeytanın her türlü yeni saldırısını fark edip engellemekle kalmasın, daha önce şeytanın yaptığı saldırılardan kalan şeytani izleri de bulup yok etsin. 

Kendimizi, Allah yolunda cihad eden Müslümanlar olduğumuzdan dolayı, şeytanın şerrinden güvenlikte hissetmeyelim. Yusuf Suresi’nde açıklandığı üzere; bir peygamberin oğulları olan Yusuf (a)’ın kardeşlerinin şeytanın kışkırtması ile neler yaptıklarını hepimiz biliyoruz. Yoksa kendimizi Yakup (a)’ın oğullarından daha mı salih görüyoruz? (12/100)

Sözün Özü

Şeytanın bize her yönden saldırabileceğini, ancak en fazla sağ yanımızdan; yani hak adına, Allah adına, iyilik ve güzellik adına; sureti haktan görünerek yanaşacağını unutmayalım. Bu nedenle, özellikle Allah adına ve rızasına yaptığımız amellerimizi, şeytanın etkileri yönünden ciddi olarak muhasebe edelim. Haşr Suresi’nde işaret edildiği üzere, amellerimizin muhasebesinde, sadece fiil ve sözlerimizi değil; niyet, duygu, düşünce ve hatta bilinçaltımızı hesaba katalım. (59/18-19)

Bizim ve insanlığın bugünkü kötü durumunun tek müsebbibi şeytan değil elbette. Lakin şeytanın bu duruma gelmemizdeki payı çok büyük. Şeytanın üzerimizdeki etkisi ise tamamıyla nefsimizin hevasından kaynaklanıyor.

Şeytan-insan ilişkisi, balık-olta ilişkisine benziyor. Balık, oltadaki yeme kanarsa, oltaya yakalanıyor. Eğer balık oltadaki yemden sakınırsa, ne kadar olta olursa olsun, balık güvendedir. Aynı şekilde, şeytan bizim nefsimizin hevasına uygun yemler takarak, olta atıyor göğsümüzün içine. Eğer bu yemlere kanmazsak, şeytanın bize yapabileceği hiçbir şey yok. Nitekim şeytanın üzerlerinde etkisi olmadığı bildirilen “muhlis” ve “muhles” kullar, bu yemlere kanmayan ve yutmayanlardır.

Bütün mesele, Yusuf Suresi’nde anlatıldığı üzere, Yusuf (a)’ın önüne atılan cinsel şehvet yemi gibi; önümüze atılan yemin bizim felaketimiz olduğu gerçeğini, o yem atıldığı anda görebilmekte. İşte bu nokta şeytanın kolunun kanadının kırıldığı ve mağlup olarak geri ettiği noktadır. (12/24)

Hiç unutmayalım ki, şeytan her an ve her yerde. Evimizde, işyerimizde, camide, televizyonda, gazetede, sokakta, kırda ve bayırda, içimizde ve dışımızda… Maide Suresi’nde belirtildiği üzere, açık haram olan içki, kumar ve fal oklarının şeytanın etkili silahlarından olduğu belli. (5/90-91) Lakin şeytanın silahları sadece bunlar değil. Kur’an gibi korunmuş bir kitabı bile, kendi silahı olarak kullanabileceğinden, her işe kendisine sığınarak başlamamızı, Yüce Allah bizlere Nahl Suresi’nde emrediyor. (16/98)

O halde, açık şer işlerle işimiz olmayacağına göre, hayırlı gördüğümüz her işe “euzu besmele” ile başlayalım. Şeytanın işimize etkisi olabileceğini hatırlayarak, hem gücümüz nispetinde bu etkilerden korunmaya hem de şeytanın şerrinden korunmada gücümüzü aşan hususlarda Yüce Allah’ın yardımına kavuşmaya çalışalım.

 

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı