Seyir ve ibret ve kıssa

Sürüp giden kavganın üslûbundan şikâyetçiyiz. Ben de özellikle son iki gündür yazıyorum, devamlı hukukî birtakım konular üstüne kavga etmekle birlikte bu konuşma biçiminin ne hukuka bir faydası ne de hukukla bir ilişkisi var. Sadece şu: 2007 seçimine kadar tuhaf tuhaf demeçleri, “muhtıra”larıyla, böyle işlere hevesli generallerin götürdüğü kavga sonuna gelip dayandı. Şöyle dayandı ki, bütün söylenenden sonra, sıra artık o söylenenlerin içinde yarı saklı duran şeyi yapmaya gelmişti: yani darbeyi. Ama darbe yapılamıyordu. Seçimden sonra iyice yapılamaz hale geldi. Böyle olunca da, kavgayı Yargı devraldı –Yargı içinde o bildik zihniyete sahip olanlar. Bu zaten epey bir süredir, ama yavaş yavaş hızlanarak gelişiyordu. “367” ile bir doruk yapmıştı. Ama belli ki öyle bir iki dorukla yetinecek hali yok. Yargı, her düzeyde, hukuku çiğnemeyi göze alarak, alıştığı birtakım “devlet pozisyonlarını” çeşitli “düşman”lara karşı korumaya çalışıyor. Sürekli hukuka ilişkin bir konudan söz etmek zorunda kalmamızın nedeni bu. İşte Ermeni Konferansı’nı durduran İdare Mahkemesi kararı, işte Kerinçsiz ve arkadaşlarının bütün 301 başvurularını geçerli bulan savcılar, işte Hrant Dink’in Türklüğe hakaret ettiğini saptayan, şimdi de Pınar Selek’in bomba atmış olması gerektiğini savunan Yargıtay kararları, bu mahkemelerin yetkili kişilerinin devam eden siyasî konular karşısında aldıkları tavır, örneğin Danıştay’a saldırı olunca çıkardıkları seslerle işin içyüzü anlaşılınca çıkarmadıkları sesler arasındaki anlamlı fark, işte kapatma kararları, işte “367”, işte...

Evet, sürüp giden kavganın üslûbundan şikâyetçiyiz; hukuk kavramına Yargı organlarının gösterdiği tavırdan da şikâyetçiyiz. Özellikle, akıl ve mantıktan yoksun taraf tutma tutkusundan şikâyetçiyiz. Ama toplumda çoğunluk bu durumda mı? Çoğunluk bu akıl ve mantıktan yoksun “batıyoruz” çığırtkanlığını paylaşıyor mu?

Hayır. Gördüğüm kadarıyla böyle bir şey yok. Danıştay, YÖK bir “katsayı uygulaması” getirirken ağzını açmıyor, ama aynı YÖK (yani adamlar değil ama kurum aynı) “katsayı şöyle olsun” dediği zaman böyle davranıyorsa, bu, insanların gözünden falan kaçmıyor. Yargıtay, bir süre önce rüşvet alan yargıç için “Ben bakamam, siz bakın” diye dosyayı kendisine yollayan yargıca, “Hayır. Sen bakacaksın. ‘Kişisel’ suçtur” diye dosyayı geri veriyor, ama şimdi HSYK böyle davranıyor, Yargıtay Başkanı da onu destekliyorsa, bunun nasıl bir şey olduğunu o koroda yer almayan herkes görüyor, anlıyor. Değerlendiriyor da. Ve, sonuç olarak, o koro herkesi kapsamıyor; istendiği kadar kalabalık değil, olamıyor.

Daha başka şeyler de göze çarpıyor. Bir gün “göze çarpıyor”, ertesi gün biraz daha rahat seçilir oluyor. Derken tastabak ortaya çıkıyor. Göze çarparken “Yanlış görüyorsunuz! Orada bir şey yok! Optik hata!” diye tempo tutanlar yavaş yavaş seslerini alçaltıyor, sonra büsbütün kesiyorlar. Bir süre sonra, başlangıçta o şekilde bağırdıkları konuyu bir daha açmamaya özen gösteriyorlar. “Yanılmışız” diyenler bile çıktı.

Örneğin bir Üçüncü Ordu konusu “göze çarpmaya” başladı. HSYK’nın cansiperane müdahalelerine rağmen ya da tam da ondan ötürü göze çarpmaya başladı. “Boru”ların, “kâğıt parçaları”nın iyi seçilir hale gelmesi gibi bu da daha iyi seçilir hale gelebilir, niye olmasın?

Ama önemli olan, bu ülkenin halkının bunu artık görüyor, seyrediyor olması. İki filmi birden seyreden bir seyirciye döndük. Bir film, diyelim son on yılımızın hikâyesini anlatıyor; ama öyle bir şekilde anlatıyor ki, otuz, kırk, elli yıl önce, hattâ biz doğmadan önce olanları, olan ve bize bu hayatı yaşatan koşulları, etkenleri anlatıyor. Birini seyrettikçe ötekini daha iyi anlıyoruz.

Evet, süregiden hukuk savaşının savaşçıları, toplum bunları seyrediyor ve seyrettiğini anlıyor.

TARAF