Hüseyin Yahya Şekerci'nin Bahadır Kurbanoğlu ile yaptığı röportajın ikinci kısmı:
Peki Seyid Rıza için neler söyleyeceksiniz? Zira aynı tezviratı yayanlar Seyit Rıza için de çirkin ifadelerde bulunuyorlar. Esasen bu ilk de değil. Belli kesimlerce sürekli söylenen şeyler bunlar. Ne düşünüyorsunuz?
Seyid Rıza’yı diğerlerinden asla ayırmıyorum. O da Dersim halkının yiğit bir önderidir. Asla Kemalistlerin asker ve siyasetçilerinin raporlarına yansıdığı üzere bir isyana kalkışmamıştır. Bir isyan lideri hiç isyandan on beş gün evvel “Bize yol lazım, okul lazım.” diye hükûmete telgraf çeker mi? Silahları toplayıp teslim eder mi? Açıkça Ankara hükûmetinin ihanetine uğramıştır. Zaten bunu da idam sehpasında o sehpayı tekmelerken sarf ettiği “Evladı Kerbelayıh.. Ayıptır, günahtır, zulümdür.” sözlerinden de anlamak mümkündür. Bilahare alevi-sol kesim de Seyit Rıza kimliğinin pek çok İslâmî yönünü özellikle ıskalamıştır. Mesela O’nun Şeyh Said hadiselerinde nötr kaldığını yazmıştır bir kısmı. Doğru değildir. Kendisine yardım etmek için harekete geçmiş, fakat bilahare adamlarıyla takip ettiği güzergâh ordu tarafından kesilmiştir. Öte yandan öldüğünde evinden (bunu o dönemde bir yerel gazetenin yazdığını ve nüshasının da elinde olduğunu Mustafa Armağan belirtmiştir) Kur’ân-ı Kerîm, Enam-ı Şerîf ve Hadîs kitapları çıkmıştır.
Seyid Rıza hakkında da atıp tutan mezkûr câhil şahsiyetin sözlerinden belki etkilenenlere şu kadarını söylemek gerekir ki Seyit Rıza, Kâzım Karabekir’in ordusuna on bin asker vermiş bir Müslüman yiğittir.
Allah(cc) şehadetini kabul etsin.
İskipli Atıf da ilm-i tarihten bihaber belli çevrelerce eleştiriye tâbi tutuluyor ve şahs-ı manevisi yeniden mahkûm edilmek isteniyor. Atıf Hoca hakkında eser vermiş bir yazar olarak O’na ilişkin düşünceleriniz nelerdir? Merhum Atıf Hoca’nın mücadelesini nasıl özetlersiniz?
Kısa sürede özetleyebilmem çok zor. Lakin şu kadarını söyleyebilirim ki, o dönem onu yargılayanlar bile, bugün hakkında atıp tutanlardan daha vicdanlı idiler. Hakkında anlatılanların neredeyse tümü yalandır. Yazdığı risale şapka kanununun ardından çıkarılan olaylarla birlikte yargılanmasına vesile olmuştur. Oysa yazdığı dönemde Maarif Vekâleti’nce ödüllendirilmiştir. Konu aslında “İsyancılarla ilişkisi var mıdır yok mudur; bir de kitabı sonradan tekrar bastırdı mı?” gibi iki hususta ele alınmıştır. Bir de Milli Mücadele aleyhine Yunan uçaklarıyla atılan bir bildirinin altında Teali İslâm Cemiyeti’nin imzası var mıdır yok mudur meselesidir. Tabî bu mahkemenin konusu değildir; mahkeme bu bilgiyi dolgu malzemesi olarak kullanmıştır. Bu konu bilahare hakkında kara propaganda malzemesi olarak tarihsel zeminde konu edinilmiştir.
Onun hakkındaki pek çok bilgiyi biz Tahir’ul Mevlevî’nin “Matbuat Âlemindeki Hayatım ve İstiklal Mahkemeleri” kitabından öğreniyoruz. Bir de İşaret yayınlarından çıkan Ankara İstiklal Mahkemesi Zabıtlar -1926- kitabından. Her ne kadar bazı bölümler araştırmacıya eksiltilerek verilmişse de, Tahir’ul Mevlevi’nin kitabı oldukça aydınlatıcıdır.
Beraber yargılandıkları için pek çok hakikatin su yüzüne çıkmasına yardımcı olmuştur. Mesela İskilipli Âtıf Hoca’nın yazdığı risaleden ötürü hukuksuzca, hukukun geriye doğru işletilerek, evrensel hukuk normlarını çiğnercesine yargılandığı hususu Sinan Meydan vb. bazı Kemalist tarihçiler, Yaşar Nuri Öztürk, İsmail Yakıt gibi bazı ilahiyatçı profesörler tarafından reddedilir. Oysa mahkeme kararındaki ifadeler çok açık olmakla birlikte Tahir’ul Mevlevi de kitabında aralarında geçen bir diyalogu aktarır. Tahir’ul Mevlevi Hoca’ya “Ne düşünüyorsun?” diye sorar. Hoca, olaylarla ilgili hiçbir delil bulunmadığını aktardıktan sonra kurtulmayı ümit ettiğini söyler. “Peki benim hakkımda ne düşünüyorsun?” diye sorduğunda ise; “Ben bu risaleyi yazdığım hâlde ümitvar isem, sen bunu hakkı sarihin bilmelisin.” diye cevap verir. Yani sorgulanma ve yargılanma sebebine açıkça vurgu yapar. Bu ve benzeri hususların aydınlatılması açısından Mevlevi’nin hatıratı önemlidir.
Yunan uçaklarından Milli Mücadele aleyhine atıldığı iddia edilen beyanname cemiyete ait değildir. Yine Tahir’ul Mevlevi bunu hatıratında uzun uzun anlatır. Hatta kendilerine zorla mühürletilmek istenen bu beyannameyi reddettiklerinden ötürü Ziraat vekâletindeki görevinden azledildiğinden de bahseder. İskilipli Âtıf Hoca, cemiyet adına İtilafçıların gazetesi olan İkdam’da yayınlanan bu beyannameyi, iki gün sonra Milli Mücadelecilerin gazetesi olan Vakit’te tekzip eder. Ve o derece zeki ve ileri görüşlü bir insandır ki, olur a gün gelip bu mesele karşısına çıkartılır diye, tekzibname makbuzunu saklar. Ve hakikaten de mahkemede bu konu önüne getirildiğinde makbuzu çıkartır gösterir. Ancak zaten hukukçu da olmayan, asker kökenli milletvekilleri olan mahkemedeki despotlar onu yalancılık ve kendisini kurtarmaya çalışmakla itham ederler. Kel Ali’nin kendisine hakaretleri tarihî kayıtlarda da vardır. Hem zabıtlarda, hem de onun bağırışlarını “Suyu Arayan Adam”da kayda geçiren Şevket Süreyya’nın aktarımlarında. Aynı aktarımlarda, mahkemelerde yolunu şaşıranlar, ayakları titreyenlerden bahseden Süreyya, Hoca’nın ne kadar da metanetli ve sakin olduğundan bahseder. Zaten Ali Haydar Efendi de onunla ilgili olarak “Biz ruhsatla hareket ettik, o ise azimetle; O kazandı, biz kaybettik.” diyerek hayıflanır.
Özcesi, İngilizlerin baskısıyla yayınlatılan bu beyannamenin ne cemiyetle, ne İskilipli Âtıf Hoca ile bir ilgisi vardır. Kemalist tarihçilerin aktarmayı bile-isteye, ideolojik olarak tercih ettiklerinin aksine davranmıştır. Bundaki en önemli saikin ise, İngilizlerin politikalarının halkın lehine baltalanması çabası olduğunu düşünmek gerek.
Öte yandan Yunan işgaline ilk karşı çıkan ve İngilizlerin bulunduğu binanın önünde basın açıklaması gerçekleştiren kurum da İskilipli’nin başında bulunduğu cemiyettir.
Atıf Hoca, bugünün tabiriyle YÖK başkanlığı yapmış ve gazetelerde yazılar yazmış bir ilim adamı ve muharrirdir.
Onun hainliğinden dem vuranlar şu sorulara cevap vermekle yükümlüdürler:
Neden 150’likler arasında değildi? Neden Atıf Hoca Kütüphanesi Neşriyatı adıyla 1923’ten 1933’e değin on yol boyunca 50 kitap basmayı planlamıştı. (İstim üzerinde yaşayan ve geçmişi kendisini kovalayan bir şahsiyet böylesi bir plan yapar mı?). Neden “Şapka Risalesi” ilk basıldığında bakanlık tarafından ödüllendirilmişti? Kısaca cevabını vereyim: Kemalistler iktidarı tam anlamıyla ellerine geçirene kadar ne Şeyh Said’lere, ne Seyit Rızalara, ne Eşref Ediplere, ne de İskilipli Atıflara dokunamazlardı. Onları halkın gözünde karalayıp küçük düşürmeleri ve yok etmeleri için İstiklal Mahkemeleri yeniden ihdas edildi, takrir-i sükûnlar çıkarıldı ve ibreti âlem ölümlere maruz bırakıldılar. İskilipli 3 gün boyunca Meclis önünde asılı tutuldu. Yani halka şu dendi: “Bakın biz sizin âlimlerinize, önderlerinize bunları yapıyorsak, varın gerisini siz düşünün, sizlere neler yapmayız; o hâlde ayağınızı denk alın!”.
Özellikle genç nesiller şunu bilmeli ki şapka hadiseleri olduğu için İstiklal Mahkemeleri il il dolaşmadı! Zaten il il dolaşabilmeleri için hadiseler ihdas edildi! Örneği Tokat İstiklal Mahkemesi’dir. Daha şapka kanunu çıkmadan bir ay evvel bölgeye gidip, halkın şapka takması için bildiriler yayınlandı.
Kısaca, İskilipli, Seyit Rıza ve Şeyh Said tarihimizin onurlu, namzet şahsiyetleridir. İadeyi itibar yanında mezar yerleri de açıklanmalıdır. Gerçi onların itibarları Allah katında ve bizlerin gönüllerindedir ve tarih gün gelip mutlaka gerçeği söyler.
Diriliş Postası