Şeyh Said ve Kıyamına Tarih Yazdırmak!

"Eksiklikleri ve başarılarıyla dersler çıkarmamız gereken tarihi şahsiyetler, tarih yorumcularının elinde bir nesneye dönüşmekte."

Zafer Burakmak, Islah-Haber'de Bahadır Kurbanoğlu'nun Ekin Yayınlarından çıkan kitabını değerlendirdi:

İdeolojiler, hedefledikleri toplum ya da kişilikleri önce tarihte yaratırlar. Her ideoloji, tasarladığı ideal toplumları, kişilikleri oluşturmadan önce tarihte benzerlerini arar, bulamadıkları takdirde ise yaratmaya çalışır. Yaptıkları hataları, eksiklikleri ve başarılarıyla dersler çıkarmamız gereken tarihi şahsiyetler, tarih yorumcularının elinde bir nesneye dönüşmekte ve istenilen ideolojik yaklaşımların tarihten bugüne taşınması amaçlanmaktadır. Özellikle Kürt Ulusalcıları ile Kemalist tarih imalatçılarının kalemlerinde benimsemediği bir ideolojinin kaynağı haline gelen Şeyh Said, bunlardan sadece biridir. Şeyh Said’in 1925 kıyamı üzerine yapılan çalışmalardaki bu tarz etkiler, Şeyh’in binlerce insan ile uğruna hayatını verdiği mesajını bugünkü nesillere bulandırmaktadır. Bahadır Kurbanoğlu’nun Ekin Yayınları’ndan çıkan “Şeyh Said- Bir Dönemin Siyasi Anatomosi” kitabı, bu bulanıklığı berraklaştırmaya yardımcı olması anlamında önemli bir çalışma. Geniş bir okumanın ürünü olduğu anlaşılan kitap, Kemalist, Solcu ve Kürt Ulusalcıları’nın yaklaşımlarının yanında kıyama yönelik yapılmış İslamcı çalışmaların da kimi açmazlarını masaya yatırıyor. Kitap, tarihi bir kronoloji vermek yerine, farklı dünya görüşlerine sahip kesimlerce yapılmış çalışmalardan da hareketle dönemin siyasi ve sosyolojik gerçekliğine vurgular yaparak Şeyh Said ile kıyamın kimliğine dönük titiz bir çalışma olarak dikkat çekiyor.

“KIYAMIN SONUCU BAĞIMSIZ BİR KÜRDİSTAN OLABİLİRDİ”

Farklı kesimlerce yazılmış kitaplar içerisinde kıyamı, asli kimliğine en yakın şekliyle niteleyen İslamcı kaynakları da inceleyen Kurbanoğlu, bu kaynaklarda da kimi hataların var olduğunu belirtiyor. İslami kesimin kaynaklarında kıyama ilişkin yağmalama ve kimi kıyamcıların insani zaafları gibi olumsuzlukların görünmediğini kaydeden Kurbanoğlu, daha da önemli ve köklü eleştiriler getirmektedir. Örneğin Şeyh Said ile kıyamcıların kesinlikle bir Kürt devleti istemedikleri tespitini tartışan Kurbanoğlu, asli hedef olarak böyle bir isteklerinin bulunmamasını belirtmekle birlikte “Oysa meseleye, anakronizme düşme pahasına, bugünün refleksleriyle değil de dönemin koşulları açısından bakacak olursak, sosyolojik olarak İslam’la yoğrulmuş, bundan başka bir alternatife kapı aralamamış bir coğrafyanın mensuplarının İslami Saiklerle kıyam ettiklerinde elde edecekleri başarıyı ve gücü somutlaştırma arayışından daha insani ne olabilir?”(s25) sorusunu sorduktan sonra şunları kaydeder; “Bu konunun bağımsız bir ulus-devlet istemekle bir ilgisi yoktur. Konuyu, ‘Eğer devlet kurmak istiyor idiyse o halde İslamiliği de sorgulanır, mesele Kürt ulusalcılığının sınırlarına girer!’ gibi bir şuuraltı kompleksle tartışmaktan kaçınmanın tarihe gözlerini kapamak olduğu görülebilmelidir. Burada tartışılabilecek olan husus, önceliğin ne olduğudur?”(s26)  Yönetimden şeriat tatbikini istemek ve uygulamadığı takdirde de şeriatı uygulama çabalarının, muhtariyet ya da bağımsızlık gibi sonuçlara götürmesinin ulus-devlet talebi olarak anlaşılmaması gerektiğini belirten Kurbanoğlu, Kürt ulusalcıların, şeriat talebini es geçerek çarpıttıkları gibi öncelikli bir istek değil ancak bir sonuç olabileceğini belirtiyor.

Hatta Şeyh Said ile iletişiminden bahsedilmediği için İslami kesimlerin kaynaklarına bir diğer eleştiri konusu olan Azadi Örgütü’ne yönelik yazdığı cümlelerde, bu düşünce daha sarih bir şekilde yer alır; “Siyasal istemlerin ‘muhtariyet’ ya da ‘bağımsızlık’ şeklinde olması bir hareketin niteliğinin ve kimliğinin ulusalcı olduğunu göstermez.”(s69)

Evet, “Azadî teşkilatının ya da bir takım ulusalcı kesimlerin Şeyh Said vb liderlerle olan ilişkileri ya da onlar üzerindeki etkileri gereğince işlenmemiş ya da zayıf vurgularla geçiştirilmiştir.”s(24)sözleriyle Azadî Örgütü ve Başkanı Miralay Cibranlı Halit ile Şeyh Said’in ilişkisine hiç değinilmemiş olması eleştirilir ve bunun sebebi olarak İslami kesimlerce, Azadî Örgütü’nün ulusalcı bir örgüt ve liderinin de ulusalcı biri olarak değerlendirilmesi gösterilir. Azadi Örgütü ile Cibranlı Halit’i ayrı bir bölüm açarak inceleyen Kurbanoğlu’na göre ise ne söz konusu örgüt ne de lideri Kürt ulusalcısı değildi. Azadî teşkilatına dair tespitlerine geçmeden önce Kurbanoğlu’nun, İslami kesimin bu tarz eksikliklerinin nedenlerini yeteri kadar işlememiş olmasını da çalışmasının bir eksikliği olarak gördüğümüzü belirtmek isteriz. Kürt ulusalcılarının, mesnetsiz ve hatta iftira ve karalamalara dönüştürdükleri kimi söylemlerini  “Şeyh’in Kürt(çü)lüğünü Geri Plana İten ‘Türk-İslamcılar’ Retoriği”(s216) başlığıyla eleştiren Kurbanoğlu’na katıldığımızı belirtmekle birlikte, İslami kaynaklardaki noksanlıkların sebeplerinin inceleyip tartışmasını da beklediğimizi not etmemiz gerek. Kürt ulusalcıları elinde haksız karalamalara sebebiyet veren kimi noksanlıkların var olduğunu kabul edip, sebeplerini araştırmamak kitabın eksik bir yönü olarak görünmekte.

İSLAMCILARIN LİDERLİĞİNDE BİR ÖRGÜT; AZADİ

İslami kesim tarafından -belki de muhtariyet ya da bağımsızlık gibi taleplerinden ötürü- es geçilen Azadî Örgütü,  Kürt ulusalcıları tarafından ise tamamen ulusalcı bir örgüt olarak kurgulanmış ve kıyamın -onlar Kürt İsyanı diyor- asıl organizatörleri olarak değerlendirilmiştir. Kürtlerin İslami hassasiyetleri göz önüne alınarak, topluma Şeyh Said lider olarak gösterilmişti ki bazılarına göre Şeyh Said te Kürtler’in bağımsızlığı için mücadele eden bir kişilikti. Kürt ulusalcıları, tıpkı Ahmede Xani (s410), Şeyh Ubeydullah vb tarihi kişiliklerde olduğu gibi Şeyh Said kıyamında da oryantalistlerin açtığı kapıdan girerek, şeyhler de dâhil, yeni rejimin politikalarına tepki gösteren ve taleplerde bulunan herkesi ulusalcı olarak zikretmişlerdir.

Kürt ulusalcılığını onbinlerce yıla dayandıran ulusalcıların Azadî Örgütü’nü ve liderini doğru bir şekilde analiz etmelerini beklemek elbette yanlış olur ki onlarda kendilerinden bekleneni yapmış ve Azadî Örgütü ile başkanını Kürt ulusalcısı ilan etmişlerdir. Hâlbuki yazara göre örgütün lideri Cibranlı Halit örgütün bir çok üyesi gibi dönemin,‘Nakşi-Müslüman ve siyaseten de İslamcı’ (s73) karakterleridir. Kurbanoğlu, Kürt ulusalcılarının dönemin sosyal yapısını dikkate almadan hatta tahrif ederek ulusalcı olarak değerlendirdikleri Azadî Örgütü’nü şu sözlerle savunur; “Başkanı Cibranlı Halit başta olmak üzere, öncü kadrolarının çoğunluğu itikaden Müslüman olan ve İslamcı hedeflerle malul olan kişiliklerden bir yapı hangi meşru ve tarihi Saiklerle ulusalcı olarak gösterilebilmektedir? Onlarla hemhal olmuş, dönemin şartları mücibince birlikte hareket etmeleri gayet doğal olan, ulusalcı hedefleri bulunan, Türkiye’deki şartların zorlamasıyla sonradan Suriye’ye geçmek ve faaliyetlerini orada sürdürmek durumunda kalan ulusalcı kişiliklerden dolayı Azadî’yi ulusalcı istemleri olan bir teşkilat haline sokmanın tarihi gerçeklerle bağdaşır bir yanı yoktur.”(s 99) Tabi Kurbanoğlu’nun Kürt ulusalcılarıyla Azadî teşkilatı konusunda ayrıştığı tek nokta örgütün siyasal kimliği değil, aynı zamanda abartılan etkinliği ve örgütlülüğüdür de. Kurbanoğlu’na göre, örgütlülüğünün gücüne, hele bir isyanı başlatabilecek bir etkinliliğine dair yeterli delil yoktur. Şeyh Said gibi kıyamın öncülerinin açık İslami kimliklerine karşılık, ulusalcı bir örgüt olarak değerlendirilen Azadî örgütüne sığınılmış ve etkinliği abartılarak(s77), kıyamın arkasındaki ‘ulusal güç’ olarak değerlendirilmiştir. Böylelikle kıyamın ‘İslami kimlikli lider sorunu’na akıllarınca bir çözüm! bulmuşlardır.

KEMALİSTLERİN ‘PLANLI-TERTİPLİ İSYAN’ TUZAĞI

İslami kesimin, ‘iyi bir teşkilatçı Müslüman lider’, ulusalcıların ise Azadî’nin örgütlülüğüne dayanak yaptıkları; kıyamın planlanan ve hazırlık aşamasındayken Piran hadisesiyle provoke edilerek erken başladığı tezi de tartışılmakta. Hemen hemen tüm kesimlerce kıyamın, henüz hazırlık aşamasındayken provoke edildiği kabul edilmektedir. İslami kesim, bir kıyam hazırlığı yapan Şeyh Said ve arkadaşlarının çalışmalarını duyan M. Kemal yönetiminin, Piran hadisesiyle teşkilatlanmasını tam olarak gerçekleştiremeyen bir isyanın daha kolay bastırılacağını düşünerek kıyamı erken başlattığını düşünmektedir. Aynı tez Kürt ulusalcılarında ise sadece kıyamı/isyanı planlayan gücün farklılığı teziyle tekrarlanmakta. Yazara göre ise, planlanan bir kıyam yoktur(s258).  Şeyh Said’in mahkemede de belirttiği gibi niyeti, yönetime mektuplar yazıp, şeriatı tatbik etmektir. Hatta kıyamdan önce de yaptığı görüşmelerde “rejim kendilerine vurmadıkça saldırma taraftarı olmadıklarını, çevresindekilere de böyle davranmalarını salık vermektedir”(s286) Kurbanoğlu da bir provokasyonun var olduğunu kabul etmekte ama provokasyonu, planlı bir kıyama yönelik değil, muhalefeti sindirmek için bir araç bulmaya yormaktadır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, İstanbul’un muhalif basını ve ülkedeki Müslüman kesimleri susturacak ve planlanması çoktan yapılmış, laik ve batıcı olarak tasarladıkları sistemi hayata geçirmeyi kolaylaştıran bir olay aranmakta idi. ‘Diktatörlüğün İnşasına Doğru’ başlığıyla ayrı bir bölümde işlenen bu uygulamalara Şeyh Said Kıyamı bahane kılınmış ve mahkemede bilinçli olarak kıyamın daha önceden planlandığı kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Oysa “Kıyam’, Piran’dan sonraki gelişmelerin adıdır. Öncesindeki değil!” …Mesele Şeyh’i kahramanlaştırmak ya da Azadî’nin ne kadar da örgütlü ve planlı olduğunu ispattan daha önemlidir!”(s243) İslami kesim ile Kürt ulusalcılarının düştükleri bu hata Kemalist kaynakları süzgeçten geçirmeden almalarından kaynaklanmaktadır. Kemalist kaynakların tuzağına düşmeden yapılan bir çalışmada görülecektir ki, Şeyh Said ve arkadaşları, yeni rejimin medreseleri kapatmak ve kamuoyu önünde İslama hakaret etmek gibi uygulamalarına karşı olduklarını Ankara’ya nasıl bildireceklerini tartıştıkları bir dönemde, Piran hadisesiyle zaten patlamaya hazır olan bir halk birden ayaklanmış ve Şeyh ve arkadaşları da kıyamı yönlendirmeye çalışmışlardır. Şeyh’in ve arkadaşlarının mahkemedeki sözlerinden bu anlaşılmaktadır.  “Şeyh Said’in kıyamı, iktidar politikaları ve basın yoluyla oluşturulan İslam düşmanı, laik Türkçü politikalarla ülke insanını dönüştürmeye, asimile etmeye, İslami kimliğini yozlaştırmaya çalışan bir iktidara karşı gerçekleştirilmiş İslami bir direniştir. Kurdun kuzuyu yemeye niyetli olduğunun anlaşılması üzerine, -ve mahiyeti hakkında yazılıp çizilenlerden çok farklı olmak kaydıyla- metazorik/provokatif bir durum arz da etse, anın vacibini gözeterek, ayaklar altına alınan İslami değerleri korumak, yüceltmek ve bölge insanına yönelik gerçekleştirilen politikalara karşı koyma gerekliliğini istişari ortamlarda konu etmiş sosyolojik gelişmeler üzerine patlak vermiştir.”(s441)

Maalesef İstiklal Mahkemeleri üzerindeki devlet yasağı hala kaldırılmış değil. Kıyama ilişkin ilk kaynaklar da Kemalist bakış açılarıyla yazıldığı için, daha sonraki çalışmalarda da Kemalist yönlendirmeler etkili olmuştur. Ama Bahadır Kurbanoğlu’nun çalışması göstermiştir ki, farklı ideolojilerin tarihlerini oluşturmada nesneleştirdikleri Şeyh Said kıyamında, kurgularına uygun en küçük bir iddiayı bile merkeze almalarına karşın, en az dinlenen ve ciddiye alınan Şeyh Said ve arkadaşlarının sözleridir. Bunun sebebi ise yine çalışmadan anladığımız kadarıyla gerek İslami, gerekse Kürt Ulusalcıları ile Kemalist kesimden hiç birinin biçtiği elbisenin tam olarak  Şeyh Said ve kıyamına uymamasıdır.

Şeyh Said Bir Dönemin Siyasi Anatomisi

Bahadır Kurbanoğlu

Ekin Yaynları

490 Sayfa

 

Kitap Haberleri

Norman Finkelstein’ın kaleminden Gazze direnişi
Ellinci yılında Filistin Şiiri antolojisi
Ümmetin gündemine katkı: Zeydîlikten Husîliğe Yemen
Filistin için kelimelerden bir anıt: Diken ve Karanfil
Orhan Alimoğlu’nun Gazze anıları