Ülkemizde de yakından tanınan ve eserlerinin önemli bölümü dilimize de tercüme edilmiş Dünya Müslüman Ulemâ Birliği Başkanı (İttihad-ı Ulemâ-i Muslimîn) Yusuf el-Karadâvî ile Şiî âlimler arasında çok sert tartışmalar meydana gelirken, konuyu kendi perspektifimden değerlendirmede biraz geç kaldım.
Konu hassas olduğu için hâlâ gündemini yitirmiş sayılmaz, epey bir müddet de yitireceğe benzemiyor. Zira mesele, Ortadoğu’nun hem en sıcak siyasi gündemine taaluk ediyor hem de dinî.
Siyasete taalluk ediyor, çünkü; Ortadoğu’da Şiileri içine almayan, onlara bir konum belirlemeyen bir siyasi proje yok. İran meselesinden Irak’a, Lübnan’dan Filistin’e bu gerçek değişmez. Şiîlik bir etnik yapıyı değil, aynı inanç sistemi etrafında toplanmış 100 milyondan fazla farklı ırklardan bir inanç topluluğunu ifade eder. Bunlar da genel anlamda Ortadoğu’nun jeopolitik kalbinde mukîm olduklarından, bu mesele; hem Sünnîler için, hem de bölgeye yönelik siyasi projesi olan tüm güçler için önemlidir.
Ne oldu meselesine gelelim önce. Şeyh Karadâvî Mısır’da yayımlanan el-Yevm gazetesine verdiği demeçte, “Şia’nın ehli bidat bir fırka olduğunu”, “Sünnî toplumlarda sistemli bir Şiîleştirme faaliyetinin yürütüldüğünü ve bunun kabul edilemez bulduğunu” söylemiş.
Bu demeç çok sert infiala yol açtı. En ılımlısından en radikaline varana kadar Şiî dünyası Şeyh Karadâvî’yi topa tuttu. Öyle ki; İranlı Mehr haber ajansı Karadâvî’yi Yahudi hahamları ağzıyla konuşmakla itham etti. Hem de İsrail’e karşı yürütülen fedai eylemlerine “şehâdet eylemleri” fetvasını verme cesaretini göstermiş olmasına rağmen.
Dün, Karadâvî ile ilmî toplantılarda aynı fotoğraf karesinde poz veren Mezhepleri Yakınlaştırma Kurumu Başkanı (Daru’t Takrîb) Âyetullah et-Teshîrî bile onu “Şiî nüfuzunun yayılmasından endişe etmesi” sebebiyle işgalci güçlerle aynı zihin yapısında buluşmakla eleştirdi. Bu sert açıklama, Karadâvî’nin Amerika tarafından “terörü destekleyen âlim ve fikir adamları listesi”ne yazılmasına rağmen yapılabildi.
Sünnî dünyadan da Karadâvî’yi mezhep savaşını hortlatmakla suçlayanlar oldu. Meşhur Mısırlı düşünür Fehmi Huveydi, “Sevgili Üstadım, hata yaptın!” başlıklı bir yazıyla Karadâvî’yi zamanlama ve söylem açısından kınadı. Kimi medya mensupları da Karadâvî’nin yalnız kaldığını iddia ettiler.
Bu tartışmaları haber yapan sitelerin bu haberleri en yüksek reytingleri aldı, karşılıklı ithamlarla dolu okuyucu yorumlarında patlama yaşandı, yüzlerce Şiî ve Sünnî websiteleri taraftarlarca çökertildi. Bu toz dumanda Şeyh Karadâvî’nin aklıselimle ele alınması gereken uyarıları farklı zeminlere çekildi, bir gelecek tehlikesine dikkat çektiği için de uyarı maalesef heder edildi.
Her şeyden önce şu tesbiti yapalım: Sünnî dünya, son on yıllarda, kendi coğrafyasında yayılan Şiî nüfuzundan son derece rahatsızdır. Kimse böyle bir şey yok diyerek kendisini kandırmasın. Hem Sünnî rahatsızlığı hem de Şiîleşen Sünnîlerin varlığı vâkîdir.
Fas’tan Endonezya’ya kadar, sayıyı abartmaya mahal vermeden, Şiîleşen Sünnîlerin olduğunu biliyoruz. Meselâ; Endonezya, Filipin, Malezya ve Patani gibi bölgeler, tarih boyunca salt Ehli Sünnet coğrafyası olmuştur. Bu bölgelerdeki bugünkü Şiî varlığı İran İslâm Devrimi sonrası gerçekleşmiştir. İstanbul’un birçok semtinde Şiî mescitlerinin açılması da aynı döneme denk gelir ki, bu da tesadüfî değildir.
Bu küçük hatırlatmayı şunun için yapıyorum: Gerçekleri kabullenmeden iyi niyet zemininde yapılan tartışmalar bir sonuç getirmez. Bu yazdıklarım bir sır değil, konuya biraz ilgi duyan herkesin rahatlıkla öğrenebileceği hususlardır.
Şiî-Sünnî çatışmasına karşıyız, amenna. Ama bu çatışmayı körükleyecek davranışlardan da kaçınmalıyız. Bunların başında da Şiî nüfuzunun yayılması korkusu gelir ki, Karadâvî bu meyanda ciddiye alınmalıdır.
“Madem ki bu biliniyordu, bugüne kadar neden çok fazla gündem yapılmadı?” gibi bir itiraz akla gelebilir.
Cevabı basit. İran’ın Amerika ve İsrail tarafından vurulmak istenmesi, Irak’ta ateşlenen Şiî-Sünnî çatışması, Lübnan’da Hizbullah’ın İsrail karşısında gösterdiği destansı mukâvemet ve yine İran’ın Filistin dâvasındaki aktif rolü gibi malûm sebepler; bu Sünnî rahatsızlığın gür sesle alenileşmesini tehir etmiştir.
O yüzden Karadâvî yalnız kalmıştır, türü değerlendirmeler kesinlikle yanlıştır. Aksine, “Karadâvî geç kalmıştır” diyenlerin sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. Belki de doğrusu, bu uyarının zamanında yapılmış olmasıdır. Yapılması gereken şey, bu uyarıyı doğru okumak, Irak ve Pakistan’da yaşanan fiili Şiî-Sünnî örgüt çatışmalarını başka coğrafyalara taşımak isteyenlerin önüne geçmektir.
Sünnî dünyada Şiî nüfuzunun yayıldığı endişesi varsa, ki var, Şiiler mevzi kazanma duygularıyla değil, bunun yol açabileceği Şiilerin yalnızlaşması tehlikesini doğru okumak durumundadırlar.
Konunun önemine binâen bu yazıyı devam ettireceğiz.
VAKİT