The Guardian / Lucky Garbett
HAKSÖZ HABER / Sümeyye Tepetam
"Şeyh Cerrah’da yaşıyorum. Filistinliler için bu bir “yerleşim yeri” anlaşmazlığı değil!"
Komşularımızın evlerine yönelik tehdit, Kudüs’te Filistinlilerin varlığını ortadan kaldırmak üzere başlatılan kampanyanın son parçası.
Şeyh Cerrah bugün çürümüş et ve kirli çorap gibi kokuyor. İsrail polisi “kokarca kamyonlar” olarak bilinen araçlarıyla Filistinlilerin evlerine, dükkanlarına, restoranlarına, halka açık alanlara ve kurumsal yerlere yüksek basınçlı çürük kokan su püskürtüyor. İstifraya, mide ağrısına ve ciltte tahrişine yol açan bu pis su, İsrailli bir şirket tarafından protestocuları geri püskürtmek için geliştirilmiş. Giysilerde, ciltte, evlerde günlerce kalan bu kokuyla ilgili Filistinliler artık alay ediyorlar. Protestocular başka şekillerde de hedef olmakta. Bazıları vahşice dövülüyorlar, polis tarafından tutuklanıyorlar, yerleşimciler tarafından saldırıya uğruyor ve plastik mermilere maruz kalıyorlar.
Bu toptan cezalandırma yöntemleri Şeyh Cerrah’ı kurtarmak için gittikçe büyüyen hareketi durdurmayı ve orada yaşayan 27 Filistinli ailenin evlerinin mülksüzleştirilmesini amaçlıyor. 1915’te Ermeni soykırımından kaçtıklarından beri ailem birkaç nesildir Kudüs’te yaşıyor. Onlar 1948 yılında Nekbe esnasında Batı Kudüs’teki evlerinden çıkarıldılar ve şehrin doğu kısmına sürüldüler. Şimdi Şeyh Cerrah’ta yaşıyoruz, bu sefer de komşularım evlerinden zorla çıkarılıyorlar.
Geçtiğimiz ay boyunca her gün, her bölgeden gelen Filistinliler bu tehdit altındaki evlerin önünde birlikte Ramazan oruçlarını açmak, iftarlarını paylaşmak için toplandılar. Durumun ciddiyetine rağmen hep beraber şakalar yapıp gülüştüler. İşgalci yerleşimcilerin alaylarına ve polis baskısına rağmen namazlarını eda ettikten sonra ilahiler, şarkılar söylediler.
Şimdilerde mahalle askeri bir bölgeye dönüştü. Her gidiş dönüşler bizi dünyadan uzaklaştıran kontrol noktalarının gözetimi altında. Hem polisin hem yerleşimcilerin bu gibi tacizlerine evlerimizde basit bir hayat sürdürebilmek için katlanmak zorunda kalıyoruz.
Manşetlerde yer alan Şeyh Cerrah’taki bu tür tacizler ve yerleşimcilerin şiddeti aslında yeni bir olay değil. Geçen Eylül büyükannemin vefat ettiği gün arabamın üzerine Araplara hakaret içerikli sözler yazılmıştı. Sadece iki hafta öncesinde Ortadoks Paskalyasını kutlamak için içinde bulunduğum Süryani ve Ermeni cemaatlerinin yıllık geçit törenine katılmaya çalışırken diğer Filistinlilerle beraber polisin saldırısına uğradık ve Eski Şehir’e girmemiz engellendi. Birkaç hafta sonrasında El-Aksa’da ibadet edenler yine vahşice saldırılara maruz kaldılar. Filistinliler olarak kendi kimliğimizi ifade eden her şeyin ortadan kaldırıldığını ve marjinalleştirildiğini hissediyoruz.
İsrail’in Kudüs’te planlı gerçekleştirdiği ve insanları evlerinden çıkarma dahil ayrımcı politikaları süreklilik gösteriyor. İsrailli planlamacılar ve yetkililer tarafından “demografik zaman bombası” olarak görülüyoruz. Bu şehirde Araplar ve Yahudiler arasında “demografik denge” fikri belediye planlamalarının ve devlet politikalarının temelini oluşturuyor. Doğu Kudüs’ün 1967’deki işgalinden bu yana, İsrail’in bölgedeki politikası Yahudilerin ve Arapların nüfus oranını 70’e 30 oranında tutmaya odaklanmış durumdaydı. Sonraları yetkililer bunun gerçekleşmeyeceğini anlayarak 60’a 40 şeklinde oranı değiştirdiler. Bu hedeflerini Filistin mahallelerinde yerleşimciler için inşaatlar yaparak, mevcut evlerin yıkarak, ikamet haklarını iptal ederek pek çok yolla gerçekleştiriyorlar.
1967’den bu yana tahmini olarak 14.500 Filistinlinin ikamet hakkı elinden alındı. Kudüs’te yaşayan Filistinliler kimlik kartı çıkarabilmek için, kira sözleşmeleri ve faturalar yoluyla Kudüs’te yaşadıklarını sürekli ispatlamak zorundalar. Bir yandan da evlerinizde gerçekten yaşayıp yaşamadığınızı kontrol etmek için sürpriz ziyaretler gerçekleşiyor ve banyonuzda diş fırçanızın bulunup bulunmadığına bile bakıyorlar. Eğer Kudüslüler ülkeden ayrılır ya da Batı Şeria’da ikamet ederlerse Kudüs’teki ikamet statülerini kaybediyorlar ve bazı resmî belgeler olmaksızın evlerine geri dönemiyorlar. Benim de her beş yılda bir Kudüs’te ikamet ettiğime dair İsrail İçişleri Bakanlığı’na kanıt sunmam ve Birleşik Krallık’ta üniversite eğitimi aldığıma dair de derslerimin transkriptini temin etmem gerekiyor. Her ziyaretimizde aşağılayıcı ve saldırgan sorgulamalara maruz kalıyoruz ve Kudüs’te kalma hakkımızın her an elimizden alınabileceğine dair endişe içindeyiz.
Kudüs’te özellikle de Şeyh Cerrah’taki mülksüzleştirme olaylarını münferit vakalar olarak göstermek için İsrail, bu olayları mahkemelerde yıllarca süren “emlak anlaşmazlıkları” olarak göstermeye çalışıyor. Ancak Filistinliler için Şeyh Cerrah Kudüs’teki yaşamın sadece küçük bir parçasıdır. Burası topraklarımızda ve evlerimizde süregelen etnik temizliği sembolize ediyor. Filistinliler buradan silinmeye, ötekileştirilmeye ve evlerinden çıkarılmaya karşı direnç gösteriyorlarken bir yandan da kendi mülklerine dönme haklarından alıkonuluyorlar.
Geçenlerde bir bakkal dükkânının sahibi bana: “tüm hayatımız baskı baskı baskı… yaşamamıza izin vermeyecekler!” diye feryat ediyordu. Şimdi her yerde Filistinliler sokaklara çıktı ve vatanlarında özgür ve onurlu bir yaşam hakkı istiyorlar. Şeyh Cerrah bir Kudüs savaşıdır. İsrail’in mülksüzleştirme politikalarını uzun zamandır tecrübe ederken tam olarak şehirdeki varlığımızın tehlikede olduğunu biliyoruz. Gazze bombalanırken ve tüm ülkede gösteriler patlak verirken, polisle suç ortağı olan İsrailli çeteler “Araplara ölüm” sloganlarıyla sokaklarda yürüyor, karşılarına çıkan Arapları linç edip, Filistinlilerin dükkanlarını ve arabalarını yok ediyorlar.
Ülkenin her yerinden Filistinliler ayağa kalktılar. Bizim burada tek seçeneğimiz özgür yaşamaktır. Bunun gerçekleşmesi için İsrail’in cezasızlığı sona ermelidir.