Sevr’in 1923 Versiyonu Lozan’ın Bir Tahdidi Daha Ortadan Kalktı

​​​​​​​Ayasofya’nın camilikten çıkarılması, Sevr’in mutabakatlarındandı. Ayasofya’nın aslî kimliğine dönmesi kararı alındıktan sonra, Sevr’in 1923 versiyonu Lozan’ın açık ve gizli tahditleri bizim için yaptırım gücünü kaybetmiştir!

D. Mehmet Doğan, Karar gazetesinde yayınlanan başlıklı yazısında “Lozan’ı bozan!” kurtuluş savaşından çıkan bir halkın masa başında nasıl emperyalizmin boyunduruğuna girdiğini yorumluyor:

Lozan Andlaşması’nın bizim için en iyi çözüm olduğuna hiçbir zaman inanmadım.

Belki dönemle ilgili bir mecburiyetti, ki ancak bu kabul edilebilir bir yorumdur. Fakat Lozan’ın zafer olduğu, ancak “mağlubiyet ideolojisi” kavramı ile izah edilebilir. Mağlubiyeti galibiyet, hatta zafer olarak sunmak bize mahsus değil, sık başvurulan bir yol.

Tek parti döneminde mağlubiyeti galibiyet olarak gösteren bir ideoloji icad edildi. Hâlâ bu ideolojiyi gerçek sananlar var!

Yedi düvelle savaşmış, hepsini yenmiştik!

Lozan’da masanın baş köşesine oturmuş ve bütün istediklerimizi almıştık. 

Sakarya veya Dumlupınar neyse, Lozan da oydu!

Türkiye sömürgecilere çalım atarak bağımsız olmuş, örnek teşkil etmişti!

Gerçekler ideoloji ile yıllarca karartıldı. Fakat hakikat sürgit karartılamaz!

Aslında Lozan anlaşmasını kabul eden Meclis’te dahi bu andlaşmanın bizi tam istiklâl sahibi yapmadığı kayıtlara geçirilmişti; o zaman böyle yürekli milletvekilleri vardı. 

Aslında dünya literatüründe, “Lozan Konferansı” diye bir şey yoktu. İngilizlerin koyduğu adla Yakın Şark İşleri Konferansı vardı (Conference of Near Eastern Affairs)! Türk heyeti bu ismi itiraz etmekle kaldı! Kaale alınmadı. 

Masaya otururken zaferlerimizle mağrurduk. Dediler ki: “Hele durun, siz sadece Yunanlıları yendiniz!” Gerçek de buydu.

Anadolu’da önümüze atılan Yunanla savaşı kazanmıştık. Ne İtalyanlarla, ne Fransızlarla (Büyük Millet Meclisi öncesi güney şehirlerindeki direniş hariç) ve ne de İngilizlerle savaşmıştık. 

Yakın Şark İşleri Konferansı’nda maddî hudutlarımızı çizmekle kalmadılar, manevî sınırlarımızı da tayin ettiler. 

Müslümanlığımızın, bize güç katan değerlerimizin sınırlanması esastı. Bu Lozan “zaferi” dönüşü İsmet Paşa’nın Müslüman kaldıkça müstemlekeci devletlerin, bilhassa İngilizlerin daima aleyhimizde olacağı beyanıyla ortaya dökülmüştür. 

Bu kadar “devrim”i niye yapıldı sanıyorsunuz? Müslümanlıktan uzaklaştığımızı isbat için! 

Bize devrim olarak öğretilen hiçbir şey için savaşmamıştık. Ne şapka için, ne medreseleri ve tekkeleri kapatmak için, ne Latin harflerine geçmek için! Aksine zaferi güçlü bir dinî arkaplanla kazanmıştık. Lozan’ın ev ödevleri arasında dinin geriletilmesi en başta yer alır. Aklı, fikri, düşünme kabiliyeti olan bir Allah’ın kulu hiçbir zaman kendisine güç veren manevî alanı tahrip etmez!

Biz bunu yaptık. Bütün “devrim”lerin özü budur. 

Şu isbat edilmeye çalışıldı: Bakın biz müslümanlıktan vazgeçtik, dinimizi öğretilebilir olmaktan çıkardık, Millî Mücadele’ye her safhada destek veren tekkeleri kapattık, kıyafetimizle, alfabemizle sizin gibi olduk. Büyük bir edebiyatı olan dilimizden vaz geçtik, Latin dilleri grubuna alan açtık. İstanbul’u Osmanlı fethetti, Fatih’in vakfını müzeye çevirerek, bu husustaki mahcubiyetimizi telafi ettik…

İlk Cumhurbaşkanı’nın Çanakkale kahramanı olduğu tek parti döneminde neredeyse unutulmuştur. Çanakkale zaferi bu dönemde neden kutlanmadı! Türkiye’nin üzerinde hegomonik bir güç olan İngiltere’ye karşı zafer kazanmak da neyin nesiydi? Bu kutlanabilir bir zafer miydi? 

Çanakkale’yi tek parti dönemini geride bırakmadan gerçek anlamda hatırlayamadık. Çanakkale Abidesi’nin temeli 1954’te atılabildi!

İngiltere sefiri Sir Ronald Linsday, raporuna şu cümleyi boşuna yazmadı: “Türkiye Müslümanları İngiltere için bir tehlike olmaktan çıkardı.”

Lozan’da Boğazlar üzerinde hâkimiyetimiz tanınmamıştı. Biz 1936’dan beri Lozan’ı bozmaya çalışıyoruz. İşte Montrö böyle bir şeydir. Hatay’ın ana vatana katılması bu kabildendir. (Her iki konuda da açık gizli İngiliz desteği olduğunu hatırdan çıkarmayalım.) 

Kıbrıs’ı mesele olarak kabul etmek, bu da 1950’lerin hadisesi. Suriye meselesine müdahale, Libya’da mavi vatanı savunma Kemalist tahayyülde ihanettir! Son Ayasofya kararı bu yürüyüşte bir dönüm noktası. Türkiye şunu söyledi: “Artık hiçbir devletin yüksek otoritesini tanımıyor ve hükümranlık haklarımı kullanma konusunda tahditleri reddediyorum!”

Ayasofya’nın camilikten çıkarılması, Sevr’in mutabakatlarındandı. Ayasofya’nın aslî kimliğine dönmesi kararı alındıktan sonra, Sevr’in 1923 versiyonu Lozan’ın açık ve gizli tahditleri bizim için yaptırım gücünü kaybetmiştir!

Yorum Analiz Haberleri

Yasadışı bahis bağımlılığının feci boyutları
Türkiye’de toplumsal değerlerin karmaşıklığı
Filistinlilerin yenilgiyi kabul etmesini mi bekliyorlar?
Atatürkçüsünün kendini Kemalist, inançlısının kendini dindar görmediği garip bir toplum…
Türkiye’nin değişen değerleri