Yusuf Ziya Cömert’in Karar’da yayımlanan konuyla alakalı köşe yazısı (10 Temmuz 20019) şöyle:
Medyanın Hal-i Pürmelâli
“Televizyon seyrediyor musunuz?”
“Pek seyretmiyorum. Seyredersem de TLC’deki Emlak Avcıları, Rüya Gibi Evler falan seyrediyorum. Kafa boşaltmak için iyi oluyor.”
“Film bulursam seyrederim. Ya da şu faili meçhul cinayetlerin aydınlatıldığı CSI dizileri...”
“Aaa, nesini seyredeceğim, bütün televizyonlar birbirine benzedi.”
“TV’ye ayıracak zamanım yok, Netflix’te dizi seyrediyorum, Casa de Papel harika!”
“Belgesel bulursam seyrediyorum. Onların da tekrarı çoğaldı. You Tube en iyisi!”
Peki gazete okuyor musunuz?
“Niye okuyayım ki, birbirinin aynı gazeteleri?”
“Birisine baktığın zaman hepsine bakmış oluyorsun. Ayrıca internet var, okumak istediğim bir şey olursa internetten okurum.”
Böyle konuşmalara siz de rastlıyor musunuz?
Ben rastlıyorum. Zaten önemli bir kısmı benim hislerimi yansıtıyor. Henüz Netflix’e bulaşmadım ama bu gidişle bulaşırım.
Haklı mıyız böyle düşünmekte?
Bence haklıyız.
Türkiye’deki bütün meslekten gelen televizyon yöneticileriyle konuşun. Ama ortalıkta konuşmayın, baş başa konuşun, aşikare söylemek sakıncalı olabilir, size fısıldasınlar.
“Abi, karşıt görüş koyamıyoruz. Koymayınca da seyredilmiyor.”
Sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar birbirini teyit eden, birbirinin görüşüne katılıp duran insanlar her hangi bir görüşün sorgusuz sualsiz bağlılarından başka kimde seyretme isteği uyandırır?
Tabii ki bu yeknesak medya manzarası bazı sonuçlar üretiyor.
İnsanlar, sorunların arka planını ya da karşıt bakış açısını görmek için alternatif mecralara yöneliyorlar.
Tamam, yetkililer güzel konuşuyor, ekranlardaki mülayim ekonomistler de güzel.
Ekonomimiz çok iyiymiş ama, bakalım el alem ne diyor?
Bu refleksi göstermek için şu partili bu partili olmanız gerekmez. Düz vatandaş olmanız yeterli.
Basit bir gösterge. Seçim gecesi, seçim sonucunu takip etmeye çalışan vatandaşların yarısı Fox TV izlemiş. Seyircinin geri kalan yarısını bütün öteki kanallar paylaşmışlar.
Tuhaf bir şey değil mi bu?
Siyasi olarak kendi görüşünü paylaşan kanala itimat etmiyorsun, görüşünü beğenmediğin bir haber kanalını seyrediyorsun.
Böyle bir durumda seyirciyi mi suçlamamız gerekiyor?
Seyirci kaypak, seyirci kafasız falan mı dememiz gerekiyor?
Yoksa, bütün kanalları birbirine benzetmekle iyi mi yaptık kötü mü yaptık diye sormamız, bu sorunun cevabını aramamız mı gerekiyor?
Niye soralım ki kendimizin nerede yanlış yaptığımızı?
Haşa, biz yanlış yapar mıyız?
Biz gökten zembille indik, bizden hata sadır olur mu?
Öyleyse, biz, kendi yanlışımızı değil başkalarını araştıralım.
Seta da öyle yapmış. Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları diye bir rapor yazmış.
Son yıllarda BBC Türkçe, DW, Sputnik, Independent Türkçe de insanların takip etme ihtiyacı duyduğu alternatif haber kaynakları haline geldiler.
Bunları incelemiş.
Biraz tuhaf bir şekilde incelemiş.
Bu yayın organlarında çalışan elemanların mesleki özgeçmişlerini bir bir yazmış.
Filan gazetede çalışmış, şöyle şöyle twitt atmış, attığı twitte şöyle algı operasyonu yapmış falan.
Raporu okurken bir ilmi çalışmayı değil, bir istihbari bilgi notunu okuduğunuz hissine kapılıyorsunuz.
Bazı mahfillerde Karar gazetesinden kötülemekten başka bir maksatla söz etmek elfaz-ı küfür’den sayılıyor.
Bu karakter Seta’nın raporuna da yansımış.
Bazı gazetecileri Karar’ın haberlerini twitter’da paylaşmakla itham etmişler.
Vay anasını sayın seyirciler, ne büyük kabahat!
Yabancı yayın kuruluşlarının alternatif haber ve bilgilenme mecraı haline gelmesi bir sorun olarak görülebilir.
Türkiye’deki medya açısından kötü bir karnedir en azından.
Peki neden böyle oldu?
Kendi medyamız neden cazibesini yitirdi?
Kim yaptı bunu?
Asıl cevabı aranması gereken soru bu değil midir?
Seta böyle bir soru sorar mı?
Bunun raporunu yazar mı?
Zannetmem.
Halbuki sorunları çözmek, böyle soruları sorabilmekten geçiyor, bu konuda ve her konuda.
Ve biz o noktaya çok uzağız.