Sessizlik

Ahmet Altan

Türkiye’nin gerçek yüzünü görmek için medyanın hangi konularda sessiz kaldığına bakmak gerekir.

“Hastalık” medyanın bu “sessiz” bölgelerinde saklı çünkü.


Bugün
gazetesi son zamanların en büyük haberlerinden birini yakaladı.

Bir üsteğmenin bir PKK birliğini korumak için komutanını arayarak, “o birliği gözetleyen Heron’un düşürülmesini” istediğini ortaya çıkardı.

Bir iki gazetedeki küçük haber dışında medya bu skandalı tam bir sessizlikle karşıladı.

Televizyonlar tek kelime söz etmedi bundan.

Kendilerine “merkez medya” diyenler tümüyle sustu.

Hükümet, sanki olay başka bir ülkede geçiyormuş gibi başını öte yana çevirdi.

Olayın doğrudan muhatabı olan Genelkurmay tek satırlık bir açıklama yapmadı.

Ve, bu sessizliğe Kürt medyası da katıldı.

Ordu ile PKK “düşman”, merkez medya ile Kürt medyası da “düşman” ama sessizlikleri ortak.

Bir de bana tehdit mektupları yazan Türk ve Kürt milliyetçilerin öfkesi ortak.

Ortada ancak “fantastik” filmlerde görülebilecek türden bir tuhaflık var ama kimse bunun ortaya çıkmasını istemiyor.

Niye herkes sessiz?

Niye “düşman” görünen herkes bu meselenin altındaki gerçeğin ortaya çıkmamasında hemfikir?

Ortadaki bu büyük sessizliğe rağmen dün Ankara temsilcimiz Lale Kemal’in ulaştığı Savunma Bakanı Vecdi Gönül, biraz utangaçça da olsa olayın doğruluğunu kabul etti.

Soruşturmanın yeniden başlatıldığını açıkladı.

Hesap sorulacağını söyledi.

Bu kadar ciddi bir olayda soruşturma neden üç yıldır savsaklanmış?

Bir subayın, “düşman” birliklerin korunması için “kendi uçağının” düşürülmesini istemesi çok normal ve sıradan bir durum mu?

Niye ordu bu bilgiye ulaştığında telaşa kapılmamış?

Niye Genelkurmay Başkanı, Ergenekon sanıklarını, Balyoz darbesini, “ıslak imzayı” korumak için gösterdiği arzunun binde birini bu olayın aydınlanması için göstermemiş?

Niye hükümet bir açıklama yapmamış, bunun hesabını Genelkurmay’a sormamış?

Bunun ortaklaşa bir sessizlikle geçiştirilmeye çalışılmasında çok kuşkulu bir durum var.

Ve bu kuşkuyu besleyen sorular ortada duruyor.

Üsteğmenin korumaya çalıştığı PKK birliği gerçek bir PKK birliği miydi?

Yoksa PKK kılığına girmiş “ordu birliklerini” mi korumaya çalışıyordu?

Heron o “PKK” birliğini nerede yakalamıştı?

Neden o birliğin “korunması”, bir uçağın düşürülmesini talep edecek kadar önemliydi?

Neydi o PKK birliğinin ya da PKK’lı kılığına girmiş askerlerin görevi?

Üsteğmen “Heron’un düşürülmesini” nasıl o kadar rahat isteyebiliyordu?

O üsteğmen kime bağlıydı?

Nasıl kendini bu kadar güvende hissediyordu?

Neden o üsteğmene dokunulmadı, soruşturulmadı, yargılanmadı?

Kimler tarafından ve niye korundu?

Üsteğmenin “korumaya” çalıştığı o PKK birliği “büyük bir göreve” sahip olmalı, başka türlü onları korumak için bir uçağın düşürülmesi istenemezdi.

O “görevin” ne olduğunun anlaşılması birçok sırrı ortaya çıkaracak sanırım.

O birliğin bulunduğu bölgeyi bilmiyoruz ama Bugün gazetesi, üsteğmenin “Heron’u düşürün” dediği günlerde meydana gelen olaylara bakmış.

O konuşmadan on bir gün sonra Dağlıca baskını gerçekleşmiş.

Bu saptama, bizi daha korkunç bir soruya götürüyor.

Üsteğmenin korunmasını istediği PKK birliğinin ya da PKK kılığındaki birliğin Dağlıca baskınıyla bir ilgisi var mıydı?

Bunlar, Türk medyasıyla Kürt medyasının “ortak sessizliğine” kurban edilen sorular.

Neden bu ülkede kimse gerçekleri merak etmiyor?

Her konuda birbirine düşman olan insanlar, gazeteler, televizyonlar, partiler, “gerçeğe düşman” olmak konusunda nasıl böyle muhteşem bir ittifak kurabiliyorlar?

Bir şeyler saklıyorlar bizden.

Eğer kararlı davranırsak, “gerçeği yalnızca gerçeği” istersek, gerçeğe kızanlara dikkatle bakarsak, bizden neleri sakladıklarını, niye sakladıklarını, bizi neyin zavallı figüranı haline getirmeye çalıştıklarını öğrenebiliriz.

Şimdi hep birlikte, Başbakan’a, hükümete, Genelkurmay’a, siyasi partilere, “sessizlik kardeşliği” kuran Türk ve Kürt medyasına sormalıyız.

O üsteğmenin koruduğu birlikte kimler vardı?

Nereye gidiyorlardı?

Görevleri neydi?

Ve, niye hepiniz susuyorsunuz?

TARAF