12 Mayıs 2010'da "Böyle Giremezsiniz" belgeselinin ilk gösteriminin yapıldığı salon tamamen doluydu ve gelenlerin birçoğu da ayakta kalmıştı.
Gösterimin sonunda onlarca katılımcının konuşmak, tartışmak, bir şeyler eklemek için çaba göstermesi de nasıl bir yaraya parmak basıldığını gösteriyordu. Başörtüsü yasaklarıyla ilgili acıların biraz da olsa dindiği özgürlüğün en fazla teneffüs edildiği bir üniversitede bir zamanlar yaşanmış pratikler masaya yatırılmıştı. Aslında bu belgesel biraz da 'Boğaziçi Üniversitesi'nde bile bunlar olabilmiş ve ayrımcılık oylumlu biçimde yaşatılmışsa diğer yükseköğrenim kurumlarını varın siz hesap edin' kabilinden düşüncelere doğru da götürüyor bizi. Böyle Giremezsiniz belgeselini hayata geçirenler ve iki yıl yoğun çabalarla tamamlayıp gösterime sunanlar, bir önceki yazıda belirttiğim gibi BÜKAK'tan öğrenciler. Elif Sakin, Aslı Sakallı, Şebnem Kara, Burcu Tokat, Öykü Tümer, Gizem Aksu ve Deniz... başörtülü olmayan feminist öğrenciler. Yine Boğaziçi'nden Sümeyye Kavuncu ve Bilgi Üniversitesi'nden katılan Gülsüm Kavuncu başörtülü öğrenciler. Çekimler farklı mekân ve atmosferlerde gerçekleştirilmiş, drama çok iyi dengelenmiş ve oldukça akıcı bir görsel dil kullanılmış. Mezunlar ve öğrencilerle yapılan görüşmeler 80'lerden bu yana başörtülü kadınların yasakları Boğaziçi'nde nasıl deneyimlediklerinin hikâyesini ele veriyor.
Konuşmalardan aklımda kalan kesitler önce:
"O kapıdan içeri rahatça giremeyeceğiz. Biliyoruz biri gelip bakar mısın diye seslenecek hemen. Güzelim diyecek mesela, böyle giremezsin. O sesi duymamak için koşarak geçiyoruz. Arkamızdan bağırıp dursalar bile duymazdan geliyoruz."
"Shuttle'ı [okul servisi] durdurdu güvenlik. Herkesin içinde bana yönelip işaret ederek böyle giremezsiniz dedi, okul içi araçtan inmemi söyledi. Bekledim birinin bir şey söylemesini, hayır o giremiyorsa ben de girmiyorum gibisinden. Hatta hayır demeye inmeye de gerek yok, çünkü o sadece güvenlik görevlisi, hiçbir yetkisi yok böyle davranmaya. Sonunda kimseden ses çıkmadı ve indim araçtan. Kimsenin sesini çıkarmaması daha ağır geldi bana."
"Birtakım çalışmalara katılmak, imkânları geniş olan okulumdan daha çok yararlanmak istedim ama dikkat çeker miyim şapkalı olduğum için, görevliler uyarır mı, böyle giremezsin derler mi, o zaman ne yaparım, herkesin içinde terslenmek kötü bir durum. Bunları hiç yaşamamak için o ortamlara girmeyi düşünmüyordum bile."
"Diyelim ki dersim öğleden sonra üçte. Okula girebilmek için müsait zamanı kollamak durumunda olduğumuzdan Aşiyan Yokuşu'ndan aşağı taraflardan okulun kontrol olmayan kırsal kesiminden sabah yedide içeri girip ders saatime kadar saatlerce vakit geçirmeye çalışıyordum. İnsansız yollardan yürümek, ikinci sınıf görülmek, yokuşları tercih etmek."
"Notları bir şekilde alırım bu önemli değil ama üniversitenin ortamına katılamamak; arkadaşlığı, paylaşmayı, bir aradalığı tadamamak, konuşamamak ve özetle üniversitenin havasını soluyamamak... işte yıkıcı olan buydu."
"Başörtünün üzerine şapka giymek de çok kötü etkiliyor insanı. Kötü hissediyorsun. Sosyal ilişkilerimiz etkileniyor doğal olarak. Uzaylı gibisin neden arkadaşlık etsinler ki. Yasak, okul algımızı değiştirdi, ilişkilerimizi sarstı, farklılaştırdı, bir sapma oluyor ister istemez."
"Mühendislik okuyordum. YÖK'ten gelmişler. TÜBİTAK adına da olabilir, üniversitenin Avrupa tanıtımı için bölümümüzde çekimler yapılacak. Beni nazikçe ortamdan uzaklaştırmak istedi bir personel. Hatta tuvalete götürüp kilitledi, bir süre burada kalmamın iyi olacağını söyledi. Üniversitenin görüntüsüne girmemden, mahcup olmaktan korkuyorlardı."
"Başörtümüz problem değildi ama böyle tanımlanınca neredeyse biz bile problem olduğuna inandırıldık. Bir kadının şiddet ve baskı yoluyla ev ya da okul arasında tercih yapmaya zorlanması dayanılmaz bir duygu. Bu baskı ve ayrımcılık esnasında fizikî bir şiddete uğramıyorduk ama aslında uğramış gibi hissediyorduk, öyle bir şiddetti bu."
"Kendim için istediğimi başkası için de istemeyi, başkasının acısına bakmayı öğrendim bu süreçte, bir gün ben de başkalarını sen başkasın, ötekisin diye tanımlayıp haklarını kısıtlamaya kalkışabilirdim."
BİR YANGININ KÜLÜNÜ...
Film üzerine konuşmak için Hayat TV'de Sevda Karaca'nın Ekmek ve Gül programına katılan Aslı Sakallı, 'Arkadaşlarımı üniversite kapılarında bırakmak içime sinmiyordu.' demişti. Başımı örtmeyi asla düşünmem ama örten arkadaşlarımı anlayabilirim. Okuldaki kimi etkinliklere katılamıyorlar, çünkü 'böyle giremezsin' sözünü göze almak öyle sanıldığı kadar kolay değil. Böyle bir ihtimal olması bile çok kötü.
Sümeyye Kavuncu da, "Evet bu çok ağır ama biz buna öyle alışıyoruz ki bunun ne kadar ağır bir şey olduğunu başı açık arkadaşlarımız söyleyince algılayabiliyoruz." demişti. "Çünkü zamanla alışıyor insan, içerlese de normalleşiyor. Bir de ifade etme açlığı var. Göz önünde gibi duran ama hep gözden kaçan bir konu. Herkes o kadar çok konuştu ki konunun esas kahramanları ne diyeceğini bilemedi, konuşamadı. Okulumuzda bile birçok insan meselenin vahametini eylemlerle öğrendi. Sizin dışınızda sürekli sizinle ilgili konuşuluyor. Durdurulamayan bir süreç. Başkaları konuştukça kendi tecrübene yabancılaşıyorsun. Öznelerin tecrübe ettiğini birinci ağızdan duyalım diye yaptık belgeseli. Genç kadınlar tanımlamalarla yabancılaşmadan kendi sözünü söylesin diye."
Zeki Müren'den öyle bir şarkı seçilmişti ki belgesel için, başka hiçbir şarkı olamazdı dedirtti izleyenlere: "Ne çok sevmiştim seni ne çok hatırlar mısın? Aşiyan yollarından ses versem duyar mısın, aşiyan yollarından ses versem duyar mısın?"
Sanırım o günü yazarak bir yangının külünü yeniden yakıp geçiyorum ama hâlâ sesler geliyor kulağıma da ondan. Umarım bu yangın sadece kötücül bir masal olur toplumsal hafızamızda. Hep iyiliğin birbirlerini duyanların, birlikte mücadele edenlerin kazandığı bir masal. Duymak: İşte bütün mesele.
ZAMAN