Nur Serter’i bir defa gördüm. İstanbul Üniversitesi’nde başörtü yasağı en sert şekilde uygulandığı dönemlerdi. Rektör yardımcılarından birisinin, Hukuk Fakültesi’nde derslerimize giren, kendi başına buyruk profesörlerden Saim Üstündağ Hocamız olduğunu öğrendiğimde, “Belki görüşmemizin bir faydası olabilir. En azından birbirimizi anlamaya çalışırız” düşüncesi ile kendisinden randevu aldım.
Görüşmeye gittiğimde, büyük odanın bir köşesinde de, Nur Serter oturuyordu.. Saim Hoca’ya, hukukçu kimliği ile bu yasağa karşı çıkması gerektiğini anlatırken, Nur Hanım önündeki evraklarla meşgul oluyor görüntüsü verse de, adeta kıs kıs gülüyordu..
Saim Hoca’yı, rektöre isyan bayrağı açması konusunda ikna edemedim. Ama Nur Hanım, ertesi yıl başörtülü kızların başını açmak için, “ikna odaları” ile karşımıza çıktı.
Şimdi Nur Hanım ikna odaları ile ilgili konuşurken, her şeyi itiraf ediyor. “İkna odaları”nı kendisinin kurdurduğunu.. Başörtülü öğrencilerle görüşen kişi kendisi olmadığı halde, emir vererek teknik kayıt yaptırdığını.. Kayıtların hâlâ kendisinde olduğunu.. Yakında imha edeceğini..
Evet, bunları söylüyor Nur Hanım. Yani suçlarını itiraf ediyor. İtiraf ederken; (yarım hukukçu CHP’lilerden almış olmalı) ciddi bir yanlış yapıyor ve şöyle diyor: “Zaten zamanaşımı da olmuştur, 12 yıl geçti. Kasetleri de imha edeceğim gidecek.” Nur Hanım’a yanlış bilgi veren hangi yarım hukukçudur, bilmiyorum. Ama zamanaşımı savunması yanlış. Çünkü o öğrencilerin görüntülerinin alınması suç. Ama o kayıtların saklanması da suç. O kayıtlar saklandığı sürece, suç temadi eder. Yani suç işlenmeye devam eder. Dolayısı ile zamanaşımı da dolmamış olur.
Ne suçu var ki diyebilirsiniz. Tek tek irdeleyelim..
TCK 134, özel hayatın gizliliğinin ihlâl edilmesini suç sayıyor. Nur Hanım’ın, ikna odasındaki görüşmeye katılmadığına göre, oradaki görüşmeyi kayda alması da suçtur.. Bir başkasının görüşmesi, Nur Hanım’ın üçüncü şahıs olarak görüntüleri kayda alması, suçun unsurlarının oluştuğunu gösterir. Ayrıca, aynı eylem, TCK 135’e aykırılık da oluşturabilir. Şöyle ki, maddede “kişilerin ... dinî görüşlerine ... ilişkin bilgileri kişisel veri olarak kaydeden kimse” denilerek, ayrı bir suç tanımı daha yapılıyor. TCK 136. maddede ise“Kişisel verileri, .. ele geçirme” suç olarak tanımlanıyor. TCK 137’de ise, “Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle” suçun işlenmesini ağırlaştırıcı sebep sayıyor.
Bu durumda, başörtülü öğrencinin üniversiteye kayıt sırasında, dinî görüşlerinin öğrenilmeye çalışılması, bu kapsamda sözlerinin kayda alınması, bu kaydın saklanması, çok açık bir suçtur.
Suçun işlendiği tarihte, bugünkü TCK yürürlükte olmadığı için, kayıtlar yeni TCK yürürlüğe girer girmez imha edilseydi, belki Nur Hanım kendisini kurtarabilirdi. Ama kendi beyanı ile, henüz bu kayıtları imha etmediğini itiraf etmiş durumda. O zaman görev savcılarımıza düşüyor..
Eski yıllar olsaydı, “Biz böyle bir soruşturma açmaya kalkarsak, HSYK anında bizi görevden alır. Siz ne diyorsunuz? Kanunda yazılan her suç takip edilemez ki. Bizim kendi başımıza suç takibi yapmamız ne mümkün” diyebilirlerdi. Ama artık yeni HSYK döneminde, kanuna uygun soruşturma yaptıkları takdirde, kimse onların dosyasına el sürecek değil. Buyurun, suç delillerine el koyun..
Milletvekili dokunulmazlığı, o kayıtlara el konulmasını engellemez. Şüpheli kişi, kendisi açıkça söylüyor, “İmha edeceğim” diye. Savcılar, “imha”yı mı bekleyecekler? “Delillerin yok edilmesi”ni mi bekleyecekler? El koyun şu işe.. “İmha” edilmeden, suç delili niteliğindeki kayıtları adli emanete alın.. Fezlekeyi hazırlayıp, gönderin TBMM’ye.. Kaldırılsın dokunulmazlık, yargılansın Nur Hanım..
Burada mağdur öğrencilerimize de görev düşüyor. İki satırlık dilekçe ile, onlar da bu sürecin başlamasını sağlamalılar.. Yoksa, her şeyi siyasi iktidardan beklemek, biraz fazla kolaycılık oluyor!
YENİ AKİT