Geçmişte fikri hamule ve sermayelerini İran'a yükleyenler gelişmeler karşısında sarsılıyor ve sermayelerini kaybetme endişesiyle bin dereden su getiriyor ve İran'a ve dolayısıyla kendi konumlarına mazeret üretmeye çalışıyorlar. Bu yolla sermaye kurtarılmaz.
Bunun yolu ihkak-ı hak ve adaleti teslimdir. Bölgenin Arap Baharıyla birlikte kaynama ve çalkalanmasıyla birlikte kimi kesimler sağa sola yalpaladılar. Kimi Kemalistler adeta tabir caizse 'Beşşarcı' hatta 'Humeynici' kesildiler. Kimi 'Humeyniciler' ise Kemalist oldular. Her ikisini birden olanlar da var. Gam değil. Suriye hadiseleri turnusol kağıdı gibi. Muhammed Ail Sabuni'nin oğlu Ahmet Sabuni'nin ifadesiyle 'es sevrat tekşifu'l avrat' yani devrimler insanların zamirlerini, cibilliyet ve karakterlerini ortaya seriyor. Gönüllerinde iki zıt sevgiyi birden barındıranlar Suriye meseleleri üzerine bunları telif edemez duruma düştüler. Gönülleri parçalandı. Gönülleri parçalananlar, 'pragmatik Hüseyinciler (R.A.)' gibi davranıyorlar. Hazreti Hüseyin'in cephesini terk ederek Yezit'e yamananlar ve paralı askeri olanlar eski arkadaşlarıyla cephede mübareze halinde karşılaşınca kendilerini şöyle savunacaklardır: "Kılıçlarımız Yezit ve gönüllerimiz Hüseyin ile." Evet bu, trajedi içinde bir başka trajedidir. Cüzdan ile vicdan arasında kalınca insan bocalıyor ve bazen cüzdanının sesini dinleyerek saf değiştirebiliyor.
¥
Suriye üzerinde Türkiye ile İran arasında saflar karışınca ve yeniden karılınca birileri açığa düştü. Türkiye'de hükümet ile İran sevgisini birleştiren veya eskiden fikri sermayesini o yöne yatıranlar şahsiyet parçalanmasıyla(şizofreni) karşı karşıya kaldılar. Bir tarafta pragmatik anlamda AKP'ye yakın duruyor diğer taraftan da ilk göz ağrıları olan İran'dan vazgeçemiyorlar. Allah kimseyi böyle ayrılık hallerine düşürmesin. İki tarafı da karşılarına alamayınca bazen topu taca atıyorlar. Türlü türlü teviller üretiyorlar. Hatta savunmadan hücuma geçerek bizim gibilerini kastederek 'mezhepçilik' yaptığımızı ve ateşe benzinle gittiğimizi düşünüyorlar. Sanki Suriye'de ölen yiten yokmuş gibi! Gönülleri ve şahsiyetleri bölünenler yani şizofrenik makamdakiler kendi içlerinde tutarlı olmak ve kendilerini resetleyerek yeniden şahsiyet bütünlüğüne kavuşmak yerine ileriye kaçmayı marifet sayıyorlar. Beşşar'ın palavralarıyla yapmaya çalıştığı gibi. Halbuki baştan beri teenni ve itidal ile hareket etseler ve isim yerine sıfata, tabela yerine gerçeğine baksalar aldanmayacaklar ve bu vartalara hiç düşmeyeceklerdi. Yanlış bariz hale geldiğinde de kendileriyle yüzleşmekten kaçınmayacaklar. Lakin fikri sermayelerinin iflasına kabullenemiyorlar. Bu, Beşşar'ın yaptığı gibi narsizmdir. Beşer şaşar. Vicdanlarına dönemeyince dönüp dolaşıp 30 yıl önce gerçekleri görmüş insanlara kara çalıyorlar. Sanki Suriye'de olup bitenden İran-Suriye ekseni değil de bu insanlar sorumluymuş gibi. Elbette herkes İran'daki devrimi anlamaya çalıştı ve hiçbir olumlu ve müspet tarafı olmayan Şah'ın gitmesini alkışladı. Lakin yine doğrularıyla yanlışlarıyla yeni bir süreç başladı. Kapılmak yerine bunu iyi takip, teşhis ve analiz etmek gerekiyordu. Lakin kendilerini devrimin cazibesine kaptıranlar teenniye iltifat edebilecek durumda değillerdi.
¥
Belki de baştan bir hata payı konulsa idi daha sağlıklı tutumlara ve sonuçlara ulaşmak mümkündü. Bu, İran'ı da dengeye çekerdi. Lakin muhakeme edenler suçlandılar ve dışlandılar. Bu konuda en ibretlik durum, Ayetullah Muhammed Şirazi'nin hikayesidir. Şiileri Irak rejimi aleyhinde kışkırttı ve bütün siyasi kariyerini Humeyni'nin desteğine bağladı. 1982 yılında Ayetullah Humeyni ondan yüz çevirerek Muhammed Bakır el Hekim'i gözdesi haline getirdi. Şirazi durumu anladığında afalladı ve kendine gelemedi. İnzivaya çekildi ve Saddam yönetimine ilişmekten geri durdu. İran Devrimini sil baştan yeniden değerlendirdi ve bir şeylerin yanlış gittiğini gördü. Sonunda eski dostu Ayetullah Humeyni'nin getirmiş olduğu rejimin istibdada dayandığını ve şûradan ve demokrasiden uzaklaştığını keşfetti! Aynı acıyı Humeyni sonrasında yenilikçiler de tadacaktır. Saddam devrilinceye kadar devrim ve savaş isteyen Şirazi, Hurremşehr'in kurtarılmasından sonra özel meclislerinde artık savaşa bir son vermenin gerekliliğinden bahsediyordu. Ama ötekiler gibi bunu Humeyni'ye açacak cesareti yoktu (http://alkatib.co.uk/sh18.htm). Ama savaş 6 yıl daha tavsamadan devam etti.
Suriye'ye gelecek olursak; dünün Hama'sı bugünün Suriye'sidir. Dün Hama'da İran'a mazeret üretenlerden bazıları kaldıkları yerden mazeret üretmeye devam ediyorlar.
¥
Nasuhi Güngör gibi hâlâ geçmişin muhasebesi yerine 'kışkırtıcılardan' hesap sorma makamında olanlar var. Suriye ile İran arasında mezhebi bir yakınlığın ve dayanışmanın olmadığını savunuyor. Doğru çıkmak için bunu temenni ediyor olmalı. Halbuki, Suriye'de Nuseyri azınlığa Alevi kimliği giydiren Fransız manda yönetimi olmuştur. Ve Fransızların açtığı bu çığırı Şii ulema ve ardından devrim İran'ı sürdürmüştür. Kayıp İmam Musa Sadr, Hafız Esat'ın cumhurbaşkanlığı için dinen anayasal uygunluğunu tezkiye eden Şii alimidir. Dini durumunu Caferiliğe eşit bir statüde saymıştır. Musa Sadr'dan sonra da Humeyni ile Esat rejimi müttefik olmuşlardır. Ortada bir silsile var. Nuseyrilik ile Şia ayni olmasa bile en azından akraba anlayışlardır. Azınlıkların çoğunluğa tahakkümünün yolunu açan Fransızlar olmuştur. Reşit Rıza ilginç bir biçimde Fransız manda idaresi altında bu idareden cesaret alan Şiilerin de Sünniler aleyhinde propaganda atağına kalkıştıklarını yazmaktadır. (Es Sünnetü ve'ş Şia, cilt: 2, s: 3, Edvau's Selef, 2010). Şah'ın sıkıştırması sonucu Irak'tan sınır dışı edilen Ayetullah Humeyni bir müddet Paris'te Fransa'nın misafiri olarak kalmıştır. Konunun uzmanlarından Stephen Carroll (http://www.france24. com/en/20120709-iran-annan-heads-iran-after-positive-syria-talks) gibi herkes iki taraf arasında geçişken mezhep hatlarından bahsederken Güngör gibilerin bunu reddetmekte neye dayandıkları merak konusudur! İbni Haldun'un deyimiyle, inanç bağlarının da ötesinde aynı temelde aralarındaki asabiyet bağı ve ittifakı, inkar edilemeyecek gerçekler arasındadır.
YENİ AKİT