Son birkaç gündür, gündemimizde Halep var... 100 yıl öncesine kadar 400 yılı aşkın bir süre aynı vatanın insanları olarak ortak yaşadığımız bir güzel şehirdi Halep; Suriye'nin Şam'dan sonraki 2. büyük şehri...
Ve anlaşıldığına göre, Amerika ve Rusya arasındaki tahtırevalli oyununda iki taraf için de tercih edilebilir durumda olan Beşşar Esad liderliğindeki Suriye rejimi güçleri, Halep'e hakim olan 'HTŞ' (Hey'et-i Tahrir-i Şâm / Şam diyarlarını kurtarma Grubu) güçleri karşısında beklenmedik şekilde yenilgiye uğramış ve çekilmeye başlamıştır.
Ama bunu yaparken, Esad rejiminin, bazı mıntıkaları, silahlarıyla birlikte Amerikan beslemeli PKK'ya bırakmak yöntemine yine başvurduğu görülmektedir. 'Yine...' diyoruz, çünkü 9-10 sene öncelerde Beşşar Esad, bir yabancı gazeteye verdiği röportajında, ilk karışıklıklar çıktığında, kuzeyde, Türkiye sınırındaki kürtçü gruplarını silahlandırarak, Türkiye'yi meşgul etmeleri taktiğine başvurduğunu belirtmişti.
Beşşar o zaman, eskiden Tayyib Erdoğan'la çok yakın dost olduğu hatırlatılınca ise, 'Evet, öyleydi, ama Ortadoğu'daki tek gerçek laik rejimin kendilerininki olduğunu ve Erdoğan'ın ise 'İhvan kafası' taşıdığını unutmuyorduk...' diyordu...
Ve Suriye, Fırat'ın batısında Rusya'nın, Fırat'ın doğusunda ise Amerika'nın, Şam ve çevresinde ise İran'ın etkili olduğu bölgelere ayrılmıştı; ama o bölgeyi de Siyonist İsrail rejiminin dilediğince bombardıman ettiği bölge... 910 km'lik Türkiye-Suriye ortak sınırı boyunca uzanan şerit ise, kürtçü grupların elinde... İsrail rejiminin, kürtçü grupları 'müttefik' olarak tanıtmaları da bir ayrı konu... Daha da ilginç olan, Amerika'nın 10 bin, Rusya'nın 3-4 bin, İran'ın ise, 300 km. kadar uzaktan, yani Suriye'yle hiçbir ortak sınırları olmadığı halde, Suriye'de cirit atarlarken; Suriye'yle 910 km. ortak sınırı olan Türkiye'nin bütün o gelişmeleri uzaktan temaşa etmesinin, aklın gereği olmadığı açıktır. Ki, Rusya, İdlib civarında 2-3 gündür bombardımanlar yapmaktadır.
Ve 4 milyon kadarı Türkiye'ye olmak üzere, 7 milyon kadar insanın evlerini barklarını terk edip, komşu ülkelere sığındığı ve 1 milyona yakın insanın öldürüldüğü bir ülkede, uluslararası hukuk ve diplomasi kurallarına göre kendi nefsinin ve emperyal güçlerin esiri olan Beşşar Esad, hala Devlet Başkanı statüsünde...
*
Halep, Suriye'deki Esad rejimi ve Baas Partisi'nin yarım asırlık diktatörlüğüne karşı verilen halk direnişi günlerinde, önemli bir kısmı Afganistan'da toplumun genelinden kopuk yaşayan bir mezhebî kesimden getirilen ve çıkarılan bir kanunla da, Irak'ın 'resmi silahlı güçleri' olarak gösterilen, sayıları da 300 binin üzerinde olduğu açıklanan 'haşd-i şâ'bî'ye (Halk gönüllüleri'ne) eklenen ve de sıkı bir itikadi / ideolojik eğitimden geçirilerek, kendileri gibi inanmayan diğer Müslümanların imha olunmasını 'cihat' olarak gören 'savaşçı'ların, 10 yıl öncelerde Suriye'de neler yaptıkları aşağı yukarı biliniyor... İhtilaflı tarafların ellerinde silah olunca, karşı tarafça 'öldürülmemek için öldürmek' anlayışı da çok mantıklı bir yaklaşım imiş gibi devreye giriverir.
Ama açık olan şu ki, sonunda 3,5 milyon nüfuslu Halep'in halkı harabeye dönen şehri terk etmek zorunda kaldığında, Beşşar Esad, 'Suriye'deki savaşı kazandığını' söylemişti... Ama öyle bir hengâmede, özel silah eğitimi görmüş ve bir savaş için psikolojik açıdan da, yüksek derecede eğitimli olan Lübnan Hizbullahı'nın devreye girdiğini düşünürsek, Halep halkının, hele de 'şehir / gerilla savaşı'na, taa baştan yenik girdiği anlaşılmaz değildir.
*
Bu vesileyle şu acı noktaya da değinmek gerekiyor:
45 yıl öncelerde büyük bir sosyal inkılabı, İslam adına gerçekleştiren ve Amerikan kuklası Şah'ın düzenini, onun başına çarparak, Müslüman halkları sevindiren bir hareketin, sonunda, siyasî tercihlerini İslam Ümmetinin tamamının maslahatına göre değil, dar bir mezhebi tarafgirliğe saplanması ve bunun kendisini İslam Ümmeti' karşısında düşüreceği durumu düşünemeyişi bir diğer acı sonuç olarak değerlendirilmelidir.
Evet, güç merkezi olan devlet yönetim mekanizmaları arasında görüş farklılıkları olabilir ve bunlar giderilemezse savaşlar da olabilir... Ama bu ihtilafların tarihte kalmış olması gereken ve oradan beslenen bir takım mezhebi noktalara dayandırılması ve dahası, İran'ın bunu yaparken, 8 yıl savaştıkları Saddam Irakı'nın başında bulunduğu ve İslam inancına karşı olmak açısından farksız olan Suriye'deki bir diğer Baas diktatörlüğü'yle, bu kadar dirsek temasında olması ve çeşitli yerlerdeki inanç birliği içinde olduklarını düşündükleri odakları kullanabileceği havasını yansıtması da esef edilecek bir yanılgılarıdır.
Sözün burasında, 2006'da Siyonist İsrail rejimi güçlerine karşı 34 gün boyunca müthiş bir savaş verip, Siyonist düşmanı kaçmak zorunda bırakan, ve bu yüzden 'şiî'siyle- 'sünnî'siyle bütün müslüman halkların dualarına mazhar olan Lübnan Hizbullahı güçlerinin, daha sonra, Suriye'deki karmaşa içinde Baas diktatörlüğünü ayakta tutmak için vazifelendirilmesi üzerine, büyük kitlelerin beddualarına maruz kaldığının; keza, Halep, 10 yıl öncelerde bütünüyle, malum güçlerin eline düştüğü zaman; Türkiye'de, hukuk profesörü olan ünlü bir kişinin, Twitter'ında, Halep'in o yıkılışını bir mezhebi zafer gibi görüp, 'Bugün Halep'in şenlik günüdür...' diye yazmasının da unutulmaması gerekiyor.
Yazının başlığındaki, 'Şen olasın Halep Şehri...' sözü, bir halk türünden alınmadır... Ve Halep'in on yıllardır içinde bulunduğu durumun bundan sonra, öyle bir facialar yumağı halinde devam etmemesi temennisini yansıtmak üzere kullanılmıştır; yoksa bir 'kaos'tan başka kaos'lara gidilecek olursa, onu şenlik olarak görmek manasında değil.
*
Bu vesileyle, Evet, 'şiî' ve 'sünnî' Müslümanların da İslam-dışı bildikleri ve Suriye halkının en fazla yüzde 10 kadarını teşkil eden 'Nusayri'lerin, 1970'lerden beri, General Hâfız Esed ve (oğlu) Beşşâr Esad liderliğindeki Baas Partisi diktatörlüğü altında yarım asırdan beri ülke yönetiminin en kilit noktalarına kadar Suriye'ye tahakküm ettikleri tabloya eklenirse, durum daha iyi anlaşılır. Nüfusunun yüzde 85 kadarını sünnilerin, sadece yarım milyon kadarının da 'şiî'lerin teşkil ettiği Suriye'de, Halkın öyle bir diktatörlük yönetimine boyun eğmesinin, bizde ve diğer toplumlarda da, örgütlü küçük grupların büyük kitleleri bir 'sürü' gibi gütmesinin bir acı gelenek olduğunu hatırlayabiliriz.
*
Dün, İnkılap Muhafızları Ordusu'nun 'Tabnak' isimli internet sitesine baktım... Halep'i, Beşşar ve kuklası güçlerin elinden alan SMO (Suriye Millî Ordusu) 'teröristler' olarak niteleniyor ve 'bu terör örgütünün Türkiye'nin tam desteğiyle güçlendirilip bu baskını gerçekleştirdiği' uzuun uzun anlatılıyordu. Yani, kendilerinin destekledikleri grupları 'özgürlük savaşçısı', ama başkalarının desteklediğini söyledikleri güçler, 'terörist...'!!!
Biz yine de temennimizi tekrarlayalım: 'Şen olasın Halep şehri...'
**
STAR