“Sen namazı boş ver, benim kalbime bak!”

Mehmed Paksu, ibadetlerinde sıkıntı yaşayan kimselerin sığındığı mazeretlerindeki tutarsızlığa dikkat çekerken bir takım hatırlatmalarda bulunuyor.

Mehmet Paksu / Zafer Dergisi

“Sen namazı boş ver, benim kalbime bak!”

“Benim kalbim temiz”, “Sen kalbe bak”, “İçin temiz olsun” gibi sözlere sığınan bazı insanlar, ibadeti, namazı, tesbihi, zikri pek önemsemez, “olmasa da olur” gibi bir yaklaşım sergilerler.

Oysa kalbin sahibi Allah’tır. Kalbi kim yaratmışsa, onun temizlik hükmünü de ancak O verir. Bunun için bir insanın kendi kendini “temize çıkarması” yetmez. Üstelik temize çıkarmakla da temize çıkmış olmaz, Allah’ın ve Resulünün ölçülerine göre temiz olmalı.

Bu düşünceye sahip olan kişileri Kur’ân anlatırken der ki:

“Görmüyor musun, kendisini temize çıkaranları? Oysa Allah dilediğini temize çıkarır, hiç kimse de kıl kadar haksızlığa uğramış olmaz.” 1

Mütevazı olan kimse “Ben mütevazı bir kişiyim” demez, ihlâslı olan kişi de “ben ihlâslı bir insanım” demeyeceği gibi.

Yine iyi bir kimse, “Ben iyi bir insanım”, “Ben hayırlı bir kimseyim” diyerek kendini öne çıkarmaz, çıkarmaması gerekir. Bu açıdan “Ben temiz kalpli bir kişiyim, benim kimseye bir kötülüğüm yok” gibi sözlerle bir insan kendini anlatamaz.

Kur’ân’ın ifadesiyle, “Siz kendinizi temize çıkarmayın. Kimin takva sahibi olduğunu en iyi O bilir.” 2

“Temize çıkmak” Allah katında halis ve takva sahibi bir kul olmak anlamına geliyor. Bir insan takva sahibi olmaya çalışır, takva üzere bir hayat yaşar, ama kimin gerçek anlamda muttaki olduğunu ancak Allah bilir. Bu da ancak Allah’ın lütfu ve rahmeti sayesinde olur.

“Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı, ebediyen hiçbiriniz temize çıkamazdınız. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır”3 âyeti bu gerçeği dile getirirken, insanın sahip olduğu bütün nimetlerin, manevi hallerin, ahlakî üstünlüklerin bütünüyle Allah’ın bir ikramı ve ihsanı olduğunu anlatıyor.

Âlâ Suresinde ise, “Temize çıkan kurtuluşa erdi” âyetinin devamında, “Rabbinin adını anıp namaz kılan” âyeti gelir ki, gerçek anlamda temizliğin iman ve namazdan geçtiği bildirilir.

Zaten Kur’ân’da imanla birlikte namazın geçtiği, imanla namazın peş peşe, yan yana bulunduğu pek çok âyet vardır.

Kalbin temizlenmesi, ruhun arınması, nefsin ıslahı ve insanın terakki etmesi/yücelmesi, imanla ve ibadetle mümkün olur.

Bazı kimseler, kalp temizliğini sadece, insanlar hakkında bir kötülük düşünmemek, yahut yardımsever olmak gibi basit bir çerçevede anlıyorlar. Bununla da kalmayıp, insanlara iyi davranmakla, ibadet sorumluğundan kurtulduklarını sanıyorlar. Bu düşünce, şeytanın bir oyunu ve tuzağıdır, nefsin de bir aldatmacasıdır.

Bu kişiler, namazında, niyazında olan bazı kimselerin, İslâm’ın ruhuna aykırı düşen, başkalarına zarar veren davranışlarını bahane ederek, “Bak, bu kişi namaz kıldığı halde şu şu hataları da yapıyorlar. Ben böyle bir ikilem içine girmektense namazı hiç kılmam daha iyi” diyerek, kendi namazsızlıklarını başkasının hatasıyla örtmeye çalışıyorlar.

Bir defa farzlarda yorum yapmaya hiç gerek yoktur. Onlarda yanlış yorum yapmaya ve gerçeği saptırmaya da kimsenin hakkı yoktur. Çünkü ortada yoruma açık bir durum söz konusu değil. İnanan bir insanın yerine getirmesi gereken en önemli ve en hayati ibadet namazdır. Kendi tembelliğini, kendi ihmalini bir takım bahaneler göstererek, “kalb temizliğini” öne sürüp namazı gereksiz görmek, akıl mantık işi değildir.

Karşınızda açlıktan kıvranan bir yoksul var, hemen yanında da para içinde yüzen zengin birisi. “Bu adama niçin yardım etmiyorsun?” diyecek oluyorsunuz. O da “Siz benim yardım etmediğime bakmayın, benim kalbim şefkat dolu, merhamet dolu” diye karşılık veriyor.

Şefkat ve merhamet, kalbe ait birer güzelliktir. Fakat şefkat ve merhamet ancak muhtaçlara yardım edince kendini gösterir.

İman da aynıdır. Kalbin, Allah’a iman etmesi bir güzelliktir. Bu güzelliğin belirtisi ve ispatı ise ibadettir.

Kalplerinin temizliğini iddia ederek ibadetten kaçanların büyük çoğunluğu, nefsine uyarak ruhlarını karartan ve maddeden başka bir şey görmeyen insanlardır.

Bir insan, namaz kıldığı halde nefsini yenememişse, işlerini Rabbinin emirlerine göre düzenleyememişse, bu adam namazın ruhuna erememiş demektir. Ama o kul, bu hatasını namazı terk ederek tedavi edecek değildir. Bunun yolu yine namazdan geçer. Bu adam namazını böylece kılmaya devam etse de özlenen o kemal noktaya varamadan ölse ne olur?

Mahşerde, o büyük hesap gününde, namazının sevabı da tartılır, işlediği hataların günahı da... Neticede, günahları galip gelse ve Cehenneme gitse de, sonunda yine Cennete döner. Ama elbetteki oradaki makamı da o noksan namazına uygun olacaktır.

O mizanda, zerre kadar iyilik de kötülük de tartılacak. Biz, “kalbimiz temiz” diyerek nefsimizi baş köşeye oturtup başkalarının günahlarına bakacağımıza, kendi noksanlarımızla ilgilensek ve onları tamamlamaya gayret göstersek o gün daha kârlı çıkarız.

Biz o âlemde, başkalarının hatası nispetinde değil, kendi sevabımız miktarınca derece alacağız. Başkasının noksanlığı bizi yükseltmeyecek. Bu dünyada bile onun misallerini yaşamıyor muyuz?

Bir meyveye elimiz erişmediği zaman, ayağımızın altına birşeyler koyuyor ve ona ulaşıyoruz. Yoksa boyu bizden daha kısa olanlara bakmakla midemize birşeyler gitmiyor.

“Geliniz, hayalen mahşere gidelim:

‘Günahkâr bir kimse ister ki, o günün azabından (kurtulmak için) oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran sülâlesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de tek kendisini kurtarsın.’4

Şimdi bu âyetin sergilediği tabloyu birlikte seyredelim. En yakınlarımızı bile feda etmemizin para etmeyeceği o meydanda, başkalarının kusurlu oluşunun bize bir fayda sağlamayacağını iyice anlayalım.

Sonra dönelim dünyaya, kendimize gelelim. Kusurlarımızı görüp, noksanlarımızı bilelim. “Senin kalbin temiz” diyerek bizi oyalamaya çalışan ve ibadetten uzaklaştıran nefsimizi en büyük düşman tanıyalım. Onunla çarpışalım. Zaman en büyük sermaye. Onu başkalarını tenkide değil, kendimizi tekmile sarf edelim.”5

Bu açıdan namazı küçümser bir tavır içinde bulunmak insanı tehlikeye götürür, imanını zedeler, dinî hayatını uçuruma sürükler. Zaman içinde İslamî hassasiyeti de azalarak kendisini bütünüyle şeytana bir oyuncak haline getirir.


Kaynaklar:

1. Nisa Suresi, 4:49

2. Necm Suresi, 53:32

3. Nur Suresi, 24:21

4. Mearic Sûresi, 11-15

5. Alaaddin Başar, www.sorularlaislamiyet.com

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı