İngiltere, İslâm'a hakaretleriyle ün kazanan Selman Rüşdi'ye şövalyelik nişanı verdi. Rüşdi, kendisine verilen bu ödüle önce şaşırdığını ama mutlu olduğunu söyledi.
(http://news.bbc.co.uk/2/hi/entertainment/7474244.stm)
"Şeytan Âyetleri" kitabıyla İslâm dünyasının nefretini kazanan, şimdiye kadar eserlerinin yol açtığı tartışmalardan pişmanlık duymadığını, ödülü almaktan da gurur duyduğunu söyleyen bu zat, bundan sonra İngiltere’nin "Sir Selman"ı. Batı’da kendisine sunulan onlarca ödülün sonuncusu bu.
Malûm olduğu üzere, Selman Rüşdi’ye şövalyelik nişanı verileceği geçen yıl açıklanmıştı. İslâm dünyası, cılız da olsa, haklı tepkiler ortaya koymuş, İngiltere hükümeti ve Kraliçe Elizabeth’ten konuya hassasiyet göstermesini ve Müslümanların kutsallarına hakaret eden bu adamı taltif etmemelerini istemişti.
Özellikle de Danimarka’da Hz. Muhammed (s.a.v)’e çizgilerle yapılmış menfûr saldırıdan sonra aziz Peygamber’in ismine, Mü’minlerin annelerinin hatırasına dil uzatan Şeytan’ın iğvasındaki bir Müslüman devşirmesine ödül vermenin alenen bir kışkırtma olacağı, Batı’yla İslâm dünyası arasındaki güven krizini artıracağı, diyalog çalışmalarını anlamsızlaştıracağı, “Medeniyetler Çatışması” tezlerini güçlendireceği hatırlatılmıştı kendilerine.
Dinlemediler. İz’ana çağrıları yok saydılar. Son yıllarda Hz. Peygamber (s.a.v)’in şahsına hakaret edilerek provoke edilen dünya Müslümanlarının sinir uçularına bir neşter de onlar vurdular.
Selman Rüşdi’nin kitaplarında döktürdüğü hezeyanlar, Batı’da düşünce özgürlüğü çerçevesinde kabul edilebilir, hadi bunu anladık diyelim. Lâkin, kişiliği tartışmalı, yazdıklarıyla 1.2 milyar Müslüman'ın kutsallarına küfretmiş, bu yüzden onlarca Müslüman'ın ölmesine sebep olmuş bu kişiye Buckingham Sarayı'ndan şövalye unvanı verilmesine; “edebiyata katkıları ve fikir hürriyeti” gibi naiv gerekçelerle kimseyi ikna edemezsiniz.
Stratejik zihninde 50 tilki gezen ama hiçbirisinin kuyruğu birbirine değmeyen cinsten ince ayar diplomasi geleneğinin piri bir ülkeden bahsediyoruz. Şövalyelik unvanının Rüşdi gibi sâbıkalı bir zâta verilmesinin dünya Müslümanları tarafından nasıl anlaşılacağını hesaba katmadıklarını düşünmek, tek kelimeyle saflık olur.
“O zaman bu tür kışkırtıcı davranışlarla neyi hedefliyorlar?” sorusu daha bir anlam kazanıyor. Bu soruya medeniyetimiz adına fikir üreten her insanın cevap araması elzemdir. Hem oynanan oyunları görmek, hem de bizden beklenen reaksiyoner tavırlara düşmemek için.
Bizim kültür havzamızdan Batılıların kutsallarına yönelik bir saldırı yok. Saldırı yapanları desteklemek ve onları ödüllere boğmak hiç yok. Peki, İslâm âlemini tahrik edecek tarihsel önyargılar neden birer gerçekmiş gibi en üst perdeden dillendirilir? Bunu yapanlar ödüllerle cesâretlendirilir, yeni müfterilerin ortaya çıkması teşvik edilir, neden?
Papa hazretlerinin Hz. Peygamber (s.a.v)’e yönelik ipe sapa gelmez sözleri, Protestan papazların canlı TV yayınlarında ağıza alınmayacak türden hakaretlerle saldırıları, karikatür rezaleti.. Bunların hangisinin açtığı yara kapandı ki?..
Daha geçenlerde Almanya’da "Şeytan Ayetleri" kitabı, bir tiyatro oyununda sergilenmiş ve yine Müslümanlar incitilmişti. Bu tür çıkışlar kişiseldir, denilip geçiştiriliyor. Peki ya kurumsal olanlar? Hem de en derininden.. Bunları nasıl anlamalıyız?
İngiliz Kraliyeti sadece Birleşik Krallığın değil, dünyanın en derin merkezlerinden birisidir; dünya siyaseti onlarsız konuşulmaz, bir paylaşım masası onlarsız kurulmaz. Küremizin neresinde bir paylaşım savaşı varsa, onlar mutlaka oradadır. Onları; Irak’ta, Afganistan’da, Afrika’da ve daha nice yerde görürsünüz..
Durum böyle olunca da Müslümanların kutsallarına yapılan saldırıların çok telikeli bir oyunun parçası olduğunu; bunun arkasında stratejik bir akılın varlığını görmeliyiz.
Yoksa kutsallara alenen saldıranların Batı’da ödüllere boğulmasının başka ne anlamı olabilir ki? Sadece birkaç örnekle meramı anlatalım:
Mesalâ, Hint asıllı Salman Rüşdi'nin Bangladeş versiyonu Teslime Nesrin’e 21'den fazla ödül verilmiş olduğunu biliyor musunuz? 1994 yılında Avrupa Parlamentosu tarafından Rus bilimadamı Andrie Sakharov adına düzenlenen "The Sakharov Prize for Freedom of Thought" (Hür Düşünce Sakharov Ödülü)'nü, ve 2004 yılında aynı UNESCO Hoşgörü Ödülü'nü bu meyanda hatırlatalım.
Aynı şekilde ex-Müslüman Hirsi Ali de, anti İslâm propagandasından dolayı birçok uluslararası ödüllere layık görülmüştür. Sahtekârlığı tescilli bu kadını Norveçli milletvekili Christian Tybring-Gjedde, 2006 Nobel Barış Ödülü'ne aday göstermiş, Time dergisi de onu "Dünyanın En Etkili 100 Kişisi Listesi"ne dahil etmişti.
2006 yılında, yine Amerikan Yahudi Komitesi (American Jewish Committee) tarafından “Cesaret Ödülü”ne (The Moral Courage Award) layık görülmüştü. İnsanlık adına ürettiği hangi hizmetten dolayı diye sormaya gerek var mı?
Son olarak da uluslararası ilişkiler alanındaki en seçkin dergilerden Foreign Policy'nin düzenlediği "Yaşayan En Büyük 100 Entelektüel" anketine bu kadının adını da dercetmişlerdi. Ve daha niceleri...
O zaman, "İslâm'ın kutsallarına küfredenler neden ödüllere gark ediliyor?" diye sormak gerekmez mi?..
Vakit gazetesi