''Selefilik görünür olmayı ön planda tutan bir yaklaşım"

Özgür-Der’in 2020-2021 aylık paneller serisinin ilki olan ''Selefilik Tartışmaları'' programı pandemi koşulları nedeniyle dijital ortamlar üzerinden geçtiğimiz salı günü gerçekleştirildi.

Fatih DEMİR / HAKSÖZ HABER

Günümüzde Selefilik dünyanın ve özelde Türkiye’nin gündeminde çok konuşulan bir konu oldu. Alternatif Seminerler ile başlayan Kur’an’i bakış açısı ile yeni ve farklı yorumların aktarılmaya çalışıldığı Özgür-Der’in düzenlediği Programın moderatörü Mehmet Ali Kaçmaz olurken konuşmacılar Oktay Altın ve Mehmet Ali Büyükkara oldu.

Oktay Altın, Selefiliğe kolay bir cevap verilmesinin zor olduğunu belirterek, derine inmeden tarihi bir bakış atmamız gerek “İmam Şafii Selefiliğin temelini atanlardan kabul ediliyor, İmam Şafii Hicri 150-200 arası yaşamını sürdürürken, Hz. Muhammed’in sözlerinin çok dikkate alınmadığını fark ediyor ve Hz Muhammed’in sözlerini ve sünnetini öne çıkartmaya çalışıyor. Mutezili akla karşılık olarak Kitabu-l Umm kitabını yazıyor. Rivayetlere göre mütevatir hadisleri kabul ediyor. Aklı kullanmaya eleştirel bakıyor onun yerine hadisleri ve sünnetleri koyuyor. Kur’an’daki hikmet kavramını peygamberin sünnetiyle eşdeğer kılarak bir nevi rivayetleri de vahiy seviyesine çıkarmış oluyor denilebilir” dedi.

İmam Hanbel

Selefiliğin kurucularından sayılan İmam Hanbel ikinci bir önemli şahsiyet olarak karşımıza çıkıyor diyen Altın şöyle devam ediyor konuşmasına, “İmam Hanbel’in yaşadığı dönem ise Abbasilerin etkin olduğu bir dönem. Siyasi baskılar neticesinde Kur’an’ın yaratılmadığı görüşlerinden vazgeçiyor birçok âlim. Ahmet Bin Hanbel Kur’an’ın yaratılmadığı görüşünü ifade eden net bir isim olarak öne çıkınca dikkatler onun görüşlerine yöneliyor. Bu net duruşu ona Selefiliğin kurucusu ünvanını kazandırıyor” dedi.

İbni Teymiyye

Oktay Altın üçüncü bir şahsiyet olan İbni Teymiyye’den bahsetmeden evvel siyasi atmosferi aktararak şu sözleri dile getiriyor, “1263’lü yıllarda siyasal ve askeri bir bunalımın yaşandığı ortamda İbni Teymiyye ismiyle karşılaşıyoruz. Siyasal açıdan bakıldığında karmaşık ve zor bir dönem yaşanıyor bir yandan Haçlı Seferleri düzenleniyor, bir yandan Moğol Saldırıları var, Abbasiler yıkılmış Selçuklular parçalanmış beyliklerin birbirleriyle mücadele ettiği bir dönem yaşanıyor. Böyle bir ortamda İbni Teymiyye kaynaklara vurgu yapıyor. Neden bu haldeyiz diye sorgulama ve çözüm arayışlarında bulunuyor. Felsefeyi eleştirirken dili ile de ön plana çıkan bir isim oluyor. Tevhid ilkesini gündeme getiriyor. Adı Müslüman bile olsa İslam ahkâmlarını uygulamayan yöneticilerle savaşabileceğine dair fetvalar veriyor, kendisi bizatihi kılıçla ön saflarda savaşıyor, bidat ve hurafe gördüğü durumlara karşı keskin duruşu onu günümüz Selefiliğinin en önemli temsilcilerinden birisi konumuna getiriyor”.

“İlk iki âlimde İslam dünyasının yaşadığı sıkıntılar gündemdeyken, sona doğru geldikçe bunun içine askeri ve siyasi yenilgiler de ekleniyor. Dolayısıyla söylemin dozu da aynı oranda artıyor” diyen Altın Selefiliğin en önemli dördüncü bir ismi olarak Muhammed bin Abdulvahhab’ın bakış açısını ve siyasi atmosferini aktarıyor “1703-1784 tarihleri arasında Necd civarında bugünkü Suudi Arabistan’ın Riyad civarında yaşamış bir isim. Necd iklimi ile kurak ve halkının cahil olması hasebiyle İslami yaşantı adına birçok problemin olduğu bir yer. Abdulvahhab, İslamla bağdaşmayan ritüellerin, inanışların ve ibadetlerin hüküm sürdüğü bir ortamdan kalkıyor ve İslam dünyasını geziyor. Bu geleneklerle mücadele edilmesine karar veriyor. Necd bölgesine geri dönüp Suud hanedanı ile işbirliği kuruyor. Bu nokta önemli çünkü siyasi areneya geçişi simgeliyor bu durum. Aynı zamanda Tevhid görüşünü benimsemeyen veya uygulamayanlara karşı üslupları da sert oluyor”.

Selefi çizgide kırılmalar

Zamanla bu düşünce tarzları(Selefi düşünceler) yayılıyor ve Müslümanların olduğu her ortamda kendilerini ifade etme şansı buluyor. Süreç içerisinde siyasi arenada varlığını belirgin bir şekilde hissettiren bir Selefilik anlayışı ortaya çıkıyor. Cihad için Afganistan’a giden gençler orada biraz daha savaşı ve silahı düşüncenin merkezine yerleştirmeye başlıyorlar. Birinci Körfez Savaşı sırasında Suudi Arabistan’a Amerikan askerleri konuşlandırılması ve Amerika’dan yardım istenmesi Selefi çizgide kırılmalara neden oluyor diyen Altın, daveti ve tevhidi genel olarak insanları dine çağırmayı merkezi kılan, öbür tarafta ise kâfirlerle mücadele edilmesi gerektiğini savunan bir ‘Cihadi Selefiliğin’ net olarak ayrıldığını görüyoruz” dedi.

Selefiye ismi yerine Ehli Hadis terkibi tercih ediliyor

Mehmet Ali Büyükkara konuşmasına başlarken Oktay Altın’ın konunun genel hatlarını zaten belirttiğini ifade ederek, “Selefiye isminin kullanılmadığın bunun yerine ‘Ehli Hadis’ terkibinin tercih edildiğini” belirtti. Büyükkara konuşmasının devamında “Sünnilik bünyesinde yöntem metodoloji bakımından iki ana damar var Ehli Rey çizgisi: Ebu Hanife ve öğrencilerinin temsil ettiği diğeri de adından da anlaşılacağı üzere nakil ve hadisin ön plana çıkarıldığı Ehli Hadistir” dedi. Şartlar itibariyle iki ekolde şartların gereğine göre hareket etmişlerdir diye Büyükkara, hadiselerin çokça yaşandığı Irak ve İran coğrafyasında nakli delillerin ihtiyaca cevap vermediği ortamlarda hem düşünsel manada hem de pratik hayatta reyi bir zorunluluk olarak dinin kaynakları arasına katan ve bunu pratize eden isimlerden bahsediyoruz. Diğeri de daha çok Hicazlıların hayatın hala tek düze aktığı eldeki nakli delillerin metin olarak belki yettiği kâfi geldiği bu nedenle reye de çok ihtiyaç olmayan bir ortamdı. Ama dışarıdan reye karşı muhalefete dönüşen, Sünnilik, sünnet dışı olarak yaftalayan bir diğer çizgiden bahsedilebilir” dedi.

İmam Şafii itikad boyutunda önemli kişi olarak görülürken amel boyutunda bunu söylemek mümkün değil. Kitabu’l Umm’a bakıldığında tipik bir hadis ekolü ya da nasslar üzerinden gitmediğini görüyoruz. Daha sonrasında zaten Şafiiler de Malikiler de rey ehli çizgisine geçmişlerdir. Geriye hadis ehli olarak Hanbeliler kalmıştır. Biz her ne kadar Hanbeli desek de tek başına bir fıkıh usulüne sahip değillerdir. Kendilerine biz eser ehliyiz demekteler. Ahmet bin Hanbel’in de mezhebi yoktu onun mezhebi hadisti diyerek Hanbeliler kendilerini savunmuşlardır.

Selefiliğin siyaset ile olan ilişkisi

Mehmet Ali Büyükkara Selefiliğin siyaset ile olan ilişkilerine ve tebliğ açısından takındığı tutuma kadar birçok açıdan konuyu açıklayarak konuşmasına devam etti. İnsanların Selefiliği tercih etmelerini de değerlendiren Büyükkara konuşmasına şu sözlerle devam etti, “Mazlum ve mağdur olan insanlar isterlerse batıda isterlerse doğuda olsun, onlar için çekici gelen bir yanı var Selefiliğin. Aynı zaman da geleneksel akımların, gelenekçi akımların krizlerinden de bahsedebiliriz bir boyutuyla Selefilik nazarında. Bir boşluk var ki burayı Selefilik dolduruyor. O krizin ne olduğu sorusuna da değinmek gerekirse, belli ölçüde ulus devlet süreci sonrasında, devletin siyasetine eklemlenme, devletin kendisine eklemlenme şeklinde çoğu medresede görülen değişimler ve düşünme biçimleri çoğalmaya ve değişime uğramaya başladı. Buna örnek olarak El Ezher’i verebiliriz. Çok net görülmekte. Bilhassa tarikatlar da İslam'ın “gülen yüzü” olarak gösterilmeye başlandı Selefilik tabanlı akımların ve düşüncelerin çoğalmasıyla. Ve maalesef tarikatların çoğu bunu içselleştirdi. Söylem olarak da tarikatlar bizim cihadımız manevi cihattır gibi söylemlere başvurmaya başladı. Kriz gittikçe yayılmaya başladı. Hakiki anlamda krizin çözümünden ziyade ulus-devlet-din eksenli söylemler geliştirildi. Buna karşı ise zaten görünür olmayı ön planda tutan Selefi hareketler daha aksiyoner tavırlar geliştirdiler.” dedi.  

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi