Prof. Dr. Muharrem Kesik / Derin Tarih
Selçuklu'nun affettiği 3 bin Haçlı nasıl Müslüman oldu?
Avrupa devletleri Papa II. Urban’ın tahrikiyle 11. yüzyılın sonlarına doğru “Kudüs’ü kurtarmak” adına Selçukluları Anadolu’dan atmak ve Ortadoğu’yu ele geçirmek için “Haçlı Seferleri” adı verilen siyasî amaçlı askerî seferler düzenlediler. İslam dünyasına Anadolu üzerinden geçerek saldırmayı planlayan Haçlı orduları önce Selçuklularla karşı karşıya geldiler.
Haçlıların öncü kuvvetleri Türkiye Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan tarafından İznik yakınındaki Drakon vadisinde mağlup edildi. Buna rağmen Selçuklular 1. Haçlı Seferi’ne (1096-99) katılan orduların tamamının Anadolu’dan geçmelerini engelleyemediler. Böylece Haçlılar tarafından Urfa, Antakya, Kudüs ve Trablusşam’da yeni Hıristiyan devletleri kuruldu.
Bu hukuk tanımaz ordular özellikle Antakya ve Kudüs’te çok büyük katliamlar yaparak sayısız Müslümanın kanını döktüler. Yeni kurulan devletlere yardım amacıyla 1101’de Anadolu’ya giren üç Haçlı ordusu bu defa Selçuklular tarafından başarıyla imha edildi. Böylelikle Selçukluların Anadolu topraklarından kolayca atılamayacağı anlaşılmış oldu. Nitekim bu tarihten 1147’ye kadar Haçlılar bir daha buradan geçmeye teşebbüs edemediler.
24 Aralık 1144’te Selçuklu meşhur kumandanı Musul Atabeyi İmadeddin Zengî’nin Urfa’yı Haçlıların elinden geri alması Müslümanları sevince boğarken Avrupa’da şok etkisi yaratarak Hıristiyan âlemini dehşete düşürdü. Bu panik içerisinde derhal yeni bir ordu hazırlığına başlandı. Bu sefere Fransa Kralı VII. Louis’nin idaresindeki Fransızlar ve Alman Kralı III. Konrad’ın komutasında Almanlar katıldı.
Anadolu’ya önce gelen Almanlar oldu. Sayıca ve silah bakımından çok üstün olan bu orduyu Selçuklular 26 Ekim 1147 günü Eskişehir Ovası (Dorylaion) yakınındaki Sarısu (Bathys) Irmağı yanında susuz ve yorgun bulundukları bir sırada aniden saldırmak suretiyle ağır bir mağlubiyete uğrattı. 70 bin zırhlı Haçlı süvari ve yaya askerin onda biri bile sağ kalmadı. Alman Kralı III. Konrad canını zor kurtararak sağ kalan asker ve bazı kumandanlarıyla İznik’e kaçtı.
Almanların bertaraf edilmesinden kısa bir süre sonra bu kez Fransızların oluşturduğu kuvvetler Anadolu’ya ulaştı. Ancak Almanların feci akıbetini öğrenince korkularından Selçuklu topraklarına giremediler. Suriye’ye gitmek için Anadolu’nun batısına geçip Bizans’ın henüz Selçuklular tarafından fethedilememiş topraklarından Ege kıyılarından hareketle güneye inmeye çalıştılar. Bu ordu da sayıca ve teçhizat yönünden Selçuklu ordusundan oldukça üstündü. Ancak onların karşısında savaş sanatının ustaları bulunuyordu.
Balıkesir, Edremit, Bergama ve Selçuk yoluyla Denizli’ye doğru ilerleyen Haçlılar Menderes Nehri’ni geçmeye çalışırken Selçukluların saldırısına uğradılar. 1148’de Denizli’de dağlık bölgede gerçekleşen savaşta Haçlılar ağır kayıplar verdiler, Fransız Kralı Louis canını zor kurtardı. Geriye kalan Haçlılar Selçuklu hücumlarıyla hırpalanarak bin bir güçlük ve zahmetle Bizans’ın hâkimiyetindeki Antalya’ya ulaşabildiler.
Ölüme terk edilen Haçlılar
Haçlıları karşılayan Antalya Valisi Landulf onlara elinden gelen her türlü yardımı sağladı. Kral yaptığı toplantıda seferin devamı için izlenecek yolu müzakere etti. Antalya’dan Suriye’ye kara yoluyla devam etmeye cesaret edemeyen asilzadeler, krala baskı yaparak Bizans hükümetince sağlanacak gemilerle Selçukluların saldırılarından emin bir şekilde yolculuğa devam edilmesini teklif ettiler. Valinin Haçlıları taşımak amacıyla ancak 5 haftada hazırlatabildiği gemiler ordunun tamamını taşıyacak sayıda değildi. Ayrıca bu deniz yolculuğu için ödenecek bedel de çok yüksekti.
Nihayet kral, maiyeti, asiller ve piskoposlardan oluşan grup gemilere binerek Antakya’ya doğru yelken açarken ordunun büyük bir kısmını oluşturan yayalar Antalya’da bırakıldı. Yani parası olmayanlar gemilere binemediler. Kaderleriyle baş başa bırakılan bu askerler, Antalya Valisi Landulf tarafından dışarı çıkarılınca şehrin etrafında Haçlıları takip eden Selçuklu birliklerinin saldırılarına maruz kaldılar. Bu durumda ordunun çaresizlik içindeki yaya birlikleri kara yoluyla Antakya’ya gitmek üzere yola koyuldu. Ancak bunların çoğu ya yolculuğun zor şartları yüzünden ya da Selçukluların saldırıları sebebiyle hayatlarını kaybetti.
Sonunda Antakya yolculuğu sırasında geriye kalan aç, susuz, yorgun, yaralı, bineksiz ve hayattan ümidini kesmiş Haçlı kuvvetleri Selçuklu ordusu tarafından çepeçevre kuşatıldı. Kılıç sallayacak, mızrak savuracak dermanı dahi kalmamış bu güruhun hepsini Selçuklular isteseler kılıçtan geçirebilirlerdi ama yapmadılar. Çünkü savaşın nerede başlayıp nerede bittiğini çok iyi biliyorlardı. Bunun için binlerce sayfalık yasalara, hümanist fikirlere, uluslararası yaptırımlara ihtiyaçları yoktu.
Kendi kralları tarafından kaderlerine terk edilmiş ve dindaşları olan Bizans halkından da yardım görememiş olan Haçlıların, Selçuklulardan gördüğü bu muamele karşısında aralarından tam 3 bin kişi Müslümanlığı seçerek Selçuklu saflarına katıldı. 2. Haçlı Seferi’ne Fransız Kralının yanında bizzat katılan Fransız din adamı Odo de Deuil bu durumu sefer sırasında tutmuş olduğu kayıtlarda gözü yaşlı şekilde şöyle ifade etmiştir:
“Ey hıyanetten de daha zalim olan merhamet! Müslümanlar, Hristiyanlara ekmek vererek dinini satın alıyorlar. Bununla birlikte Türkler onları Müslüman yapmak için herhangi bir baskı ve zorlamada bulunmuyorlardı.”
Din mi esastı, çıkar mı?
Batı dünyası Haçlı hareketinin sebebini dinî unsurlara mâl eder. Gerçekte ise Haçlı Seferi düşüncesinin doğuşunda siyasî, sosyal ve ekonomik nedenler gelir.
Bu hareketin başlamasına öncülük eden kilisenin Doğu’ya yapılacak bir seferin sağlayacağı yararı topluma aşılarken dinî motifi kullanması dikkat çekicidir. Kilise Haçlı Seferleri’ne katılanlara günahlarının affı ve uhrevî mükâfaatı vaat etmiş, böylece dinî hassasiyetlerden siyasî amacı gerçekleştirmek üzere faydalanmıştır. O halde Hz. Ömer döneminden itibaren Müslümanların elindeki “Kutsal toprakları (Kudüs) kurtarma” sloganı, bu hareketin hedefini açıklamaktan çok, gerçek niyeti perdelemek maksadıyla kullanılmıştır.
Haçlı Seferleri’ni başlatan olaylar zincirini hatırlayalım: 11. yüzyılın 2. yarısında Avrupa için bir fırsat doğdu. 1074 yılında Bizans İmparatoru VII. Mikhail Dukas (1071-1078) askerî bakımdan düştüğü aczi gidermek üzere Papalık aracılığı ile Avrupa’dan Türklere karşı ücretli asker yardımı istedi. Malazgirt Savaşı’nın üzerinden daha 10 yıl geçmeden Türkler, başkent İstanbul’un hemen yakınındaki İznik şehrini fethederek Boğaziçi kıyılarına kadar ilerlemişlerdi. Papalık da Bizans’ın Anadolu’daki Türk ilerleyişini durduramamasından kaygı duymaktaydı.
Hıristiyan dünya üzerinde hakimiyet kurmak isteyen Papa Urbanus teklifi büyük bir memnuniyetle kabul etti. Böylece Haçlı Seferleri denilen, Hıristiyanları İslam dünyası ile savaşa çağırırken İsa aşkına, din uğruna fedakârlık ve sevgi konusu üzerine oturtulan kutsal davet başlamış oldu!
Tarihçilerin bazıları bu seferlerin sayılarını 8’le sınırlandırsa da aslında Osmanlı Devleti’ne karşı devam ettirildiğinden sayıları çok daha fazladır.