Türkçede "şehir ve kent", "ilim ve bilim", "medeniyet ve uygarlık", "millet ve ulus" terimleri arasında bir ayırım yaptığımız gibi "laiklik ve sekülerlik" arasında da bir ayırım yapıyoruz. Batı'dan bize ithal edilen söz konusu iki terim arasındaki ayırım bir bakıma bize özgüdür, çoğu zaman Batılılar bunu anlamakta haklı olarak güçlük çekiyorlar.
10 Eylül tarihli yazımızda "laiklik"ten ne anladığımızı ortaya koymuştuk. Şimdi "sekülerlik, sekülerleşme, sekülarizasyon"un ne olduğunu anlatmaya çalışacağız.
Akademik dünyanın ilgi alanına giren etimolojik incelemelerin dışında, Türkçede "dünyevileşme" olarak ifade ettiğimiz sekülerlik, tanımdan çok şeyin kendisi olarak öne çıkmaktadır. En kısa ifadesiyle sekülerliğin "dinin dışarı çıkarılması" düşüncesi ve teşebbüsü olduğunu söyleyebiliriz. Bundan dinin, mümkün olduğunca varlık âleminin, insan zihninin ve toplumsal hayatın dışına çıkarılması kastedilir. Bizim yerleşik irfanımızda Hıristiyan veya pagan kültürlerin kullandığı anlamda "kutsal" çağrışımı yoktur. "Mukaddes vadi Tuva, Allah'ın takdis edilmesi, Mescid-i Haram'ın bereketi, Mekke'nin mübarek kılınması Hıristiyani ve pagan kutsallıklardan farklı muhtevalara sahiptir. Bu yüzden Batılı anlamda sekülerliğin diğer anlamı varlığın, zihnin ve toplumsal hayatın kutsaldan arındırılıp profanlaştırılmasıdır da.
İnsani çeşitli durumlar, sosyal ve ekonomik politikalar, beşeri pratikler açısından bakıldığında sekülerlik, bazı reklam filmlerinde spot cümlelerle ifade edildiği üzere, insanı "anı yaşamaya" davet etmektir. Seküler perspektiften hayat "buraya ve şimdi olan"a indirgenmiştir. Kur'an'ın kullandığı ifade biçimleri açısından bunun "Hubbu'l hayat ed dünya"ya karşılık düşebileceğini söylemek mümkün. "Dünya hayatı sevgisi", başka deyimle, zühdün zıddı olarak tutkuyla dünya hayatına yapışmak, dünyayı sevip ona bağlanmak.
Fakat tabii ki mesele bundan ibaret değildir. Bir kavrayışın, zihinsel bir telakkinin tam seküler olabilmesi veya zihni tutumun sekülarizasyonunun gerçekleşmesi için, varlığı (dünyayı ve hayatı) şu üç temel perspektiften arındırmak gerektir: a) Müteal/aşkın olandan, b) Batın/içkin olandan, c) Uhrevi/öte olandan.
Aşkın, içkin ve öte'den koparılmış; üst ilke, iç hakikat ve öte boyutlardan arındırılmış bir varlık ve dünya telakkisi Hakikat'ten de koparılmış, salt fiziki gerçekliğe indirgenmiş demektir. İşte böyle bir varlık telakkisi profandır. Bu perspektiften bakıldığında Hakikat kaale alınmamakta, fiziki gerçeklik mutlaklaştırılmakta, yaratılışın bir hikmete mebni olarak ilahi bir maksada dayalı olduğu fikri reddedilmektedir.
Bu sayılanlardan başka sekülerleşmenin diğer önermesi temel bir varsayıma, hatta naif bir inanca dayanır ki, bu da, "yeryüzünde cennet kurmanın mümkün olduğu iddiası"nı canlı tutmak, insanı orta ve uzun vadeli tul-u emellerle bu hedefe endekslemektir. Ariflerin deyimiyle "Şeytan Allah'ı taklid ettiği için", sekülerleştirici süreçler, birer ikame çabasıdırlar. Aşkın olanın yerine burayı, batın yerine zahir olanı, ebedi ve uhrevi olanın yerine dünya hayatını mutlaklaştırdığınızda, bu hayatın bir anlamı olmalı. Seküler anlam(!), dinlerin haber verdiği ve dünya hayatını olgunlaşarak oraya hazırlık süreci olarak gördüğü ebedi cenneti, yeryüzü cennetiyle ikame etmek olarak belirlenmektedir. Ölümden sonraki cenneti bir kenara bırakmalı, yeryüzünde hemen ve şimdi cennet kurmaya çalışmalıdır. Bilimsel bilgi, teknoloji, üst bir denetime tabi olmayı reddeden beşeri güç ve ulus devletin -gizli veya açık, rafine veya kaba yöntemlerle- beşeri hayatın tümünü planlamasıyla yeryüzü cenneti kurulacaktır.
Almanların yaşayan büyük düşünürü Jürgen Habermas, Batı laikliğinin uzun zamandır nihilizm ürettiğini, nihilizmin Batı-dışı toplumlara sekülerleşmenin/sekülerleştirmenin desteğinde empoze edildiği yolunda güçlü bir kanaat olduğunu ve buna mutlaka bir çare bulunması gerektiğini söylemektedir. Habermas haklı, bunun ciddi bir kritiğini yapmak gerekir.
Zaman gazetesi