Sekülerizme ikna olmamak kolay, ya sonra?

Hilal Kaplan

Başbakan Erdoğan'ın Mısır'da dile getirdiği laiklik çağrısının Arap ülkelerinden ziyade Batı'ya ve Türkiye kamuoyuna yönelik bir mesaj içerdiğini savunmuştum. Beklediğim gibi de oluyor aslında.

Yıllardır ülkemizdeki bir kısım zevatın sömürdüğü laiklik söylemi üzerinden Ak Parti'yi yıpratma kampanyasına hazırlanan Batılı devletler ve medyanın elinden bu "elma şekeri" Başbakan'ın sözleriyle alınmış oldu. Ve yine tahmin ettiğim üzere, Başbakan'ın sözleri Arap dünyasında ona karşı duyulan sempatiyi azaltmadı ama aynı zamanda laiklik hususunda büyük tartışmalara da yol açmadı. Şu anda görebildiğim kadarıyla bu "yol kazası"nı çabuk tarafından unutma eğilimi ağır basıyor.

Zira, bir önceki yazıda da değindiğim gibi "Arap baharı"nı yaşayan devletlerin belki de Türkiye'yi örnek alacakları son mesele din-devlet işlerini düzenleyen uygulamalarımızdır. Çünkü Türkiye, farklı dinden insanların bir arada yaşama tecrübesi bağlamında pek çok Arap ülkesinden daha kötü bir imtihan vermiştir. Bunun en büyük sebebi şüphesiz tepeden aşağıya yapılan zoraki uygulamalar, hem Müslümanlara hem de gayrimüslimlere yönelik menfi politikalar, vb.dir. Ancak bu politikaları meşrulaştıran söylemlerin devletin ideolojik aygıtları vesilesiyle halka nasıl aşılandığını göz önünde bulundurursak, hem siyasal hem de toplumsal alanda kat etmemiz gereken mesafe oldukça fazladır. Ki bunların hepsi "can, mal ve namus"u ilgilendirdiğinden, devletin dininin ne olup olmayacağından çok daha hayatî öneme sahip meselelerdir.

Gelelim Başbakan Erdoğan'ın "Beni ikna edin lütfen" diyerek açıkladığı esaslara; örneğin kişilerin değil devletin laik olduğu argümanına... Bu tezde yansıtıldığı gibi kişi-devlet arasında birbirinden hiç etkilenmeyen "-" işaretindeki kadar keskin bir ayrım söz konusu mudur?

Gündelik hayat tartışmalarından post-Marksistlerin siyasal analizlerine kadar üzerinde mutabık olunan kanaatlerden biri, gündelik hayatın toplumsal ile siyasalın birbirine eklemlenmediği veya bağlanmadığı bunun yerine eşzamanlı bir şekilde birbirini kaim kıldığı bir alan olduğudur. Toplumsal olan ile siyasal olan, muttasıl bir değişim süreci içinde, karşılıklı olarak birbirlerini oluştururlar. Dolayısıyla devletin dine bakışı, bireyin dine bakışından tamamen bağımsız değildir. Tam tersi de geçerlidir; yani bireyin dine bakışı da devletin dine bakışının etki alanından münezzeh değildir. Kaldı ki "tüm dinlere eşit mesafe" argümanındaki esas sorun "mesafe"nin kendisidir. Zira, bu argüman en büyük siyasal örgütlenmelerden birisi olan devletin siyasaldan azade olabileceği gibi imkânsız ve paradoksal bir konumu ifade etmektedir.

Demokrasinin laiklik ve/veya sekülerizmden münezzeh bir biçimde tesis edilemeyeceği kanaati uzun yıllar bizim 'laikçi'lerin de savunduğu ama siyasal teori bağlamında hâlen kanıtlanamamış bir savdır. Aynı şekilde toplumun talepleri doğrultusunda bir din üzerinden kendisini tanımlayan devletlerin ne derece demokratik olup olamayacağı da; daha da önemlisi devletin dinî karakterinin o toplumda yaşayan insanların daha dindarlaşmasına yol açıp açmadığı da hâlen tartışmalıdır. İran'da namaz kılma oranının Türkiye'ye nispetle düşük olması, "dinî devlet=dindar toplum" korelasyonundan şüphe etmemiz için kâfidir. Ancak bu şüphe Müslümanların kamusal alan iddiasından vazgeçmelerini gerektirmez; bilakis siyasal ve toplumsal alandaki gayretin eşzamanlı olarak gösterilmesi gerektiğine işaret eder.

Bu minvalde, özellikle Müslüman mütefekkirlerin sekülerizmin teorik temellerine dair itirazlarını vurgulamaları kadar önemli olan, hatta bence daha da önemli olan sekülerleşmenin/ dünyevîleşmenin toplumsal bazdaki etkilerinin toplumsal dinamikler üzerinden giderek nasıl bertaraf edilebileceği üzerine kafa yormak ve halkı da bu minvalde hayatları üzerine düşünmeye/ eylemeye çağırmaktır. (Bu vesileyle, Rıhle dergisinin mezkûr çağrıyı en iyi yapan mecralardan birisi olduğunu okuyucularımıza hatırlatalım.)

Yoksa Başbakan Erdoğan'ı ağzından laiklikle alakalı olumlu bir cümle çıktı diye yerden yere vurmak siyaseten en kolay ve rahat pozisyondur. Esas zor olan, siyasal dinamikleri hesaba katarak toplumsal dinamiklere kulak vermek ve bu toplumsal dinamiklerin köklerini hesaba katarak onları müspet olana doğru yönlendirmeye çalışmaktır; Ak Parti'nin eksiğiyle yanlışıyla yıllardır yapmaya çalıştığı gibi... Kısaca, sekülerizme ikna olmamak kolay, ya sonra?

YENİ ŞAFAK