Sekülerizm mutluluk ile hazzı eşitlemekten güç alıyor!

"Mutluluk ile hazzı eşitleyen, seküler hayat algısı elinde başka bir malzeme olmadığı için mecburen bu eşitliğe sırtını dayıyor."

Mustafa Ulusoy / Cins

Hayatı sırtında taşıyamayan bir amaç: Mutlu olmak

Mutluluk, ışıltısı ile gönül çelen bir kelime. Parıltısı göz alıyor, cezbediyor ve hayatın merkezinde kendine bir yer buluyor. İnsanı peşinden sürüklüyor, yönetiyor, yön veriyor.

“Mutsuzum” çığlığı yükseliyor şarkılarda. Filmlerin kurguları mutluluğu arayanların hikâyeleri ile örülüyor. ‘‘Mutlu olmak istiyorum,’’ nidaları ile dolup taşıyor terapi odaları. ‘‘Ne yapsam mutlu olurum?’’ sorusu ile meşgul tüm zihinler; bir türlü izin vermiyor zihinlerde yankılanan bu soru uykuya. Mutsuzluk bir öfkeye dönüşüyor. ‘‘Neden mutsuzum?’’ sorusu bir takıntı haline geliyor; çünkü mutlu olmak hayatın anlamına indirgenmiş halde. ‘‘Mutlu değilsem hayatımın bir anlamı yok,’’ cümlesi zehirli bir ok gibi saplanıyor ruhlara.

Seküler mutluluk anlayışında varoluş, hayattan zevk almaya indirgeniyor. ‘‘Zevk alıyorum öyleyse varım’’ mottosu ele geçirmiş ruhları, bir kara büyü gibi bağlıyor bütün yolları. Zevk alıyorsan mutlusun, alamıyorsan mutsuzsun ve hayatı boşu boşuna yaşıyorsun anlayışına saplayıp bırakıyor bu seküler haz ve zevk anlayışı.

Bir insanın her saniyesinin haz ile geçtiğini farz edelim. Pratikte bunun mümkün olmadığının farkındayım. Ölüm ve ayrılığın olduğu bir dünyada her an zevk almak mümkün değilse de farz edelim sadece. Her anını zevk ile geçiren, haz ile geçiren bir insan mutlu olabilir mi? Benim cevabım kesinlikle hayır. Mutluluk ile hazzı eşitleyen, seküler hayat algısı elinde başka bir malzeme olmadığı için mecburen bu eşitliğe sırtını dayıyor. Her an haz ve lezzet alan bir insan şundan mutlu olamaz: İnsan denilen varlık parçalardan müteşekkildir. İnsanda beden vardır, kalp vardır, ruh vardır, vicdan vardır, akıl vardır, şuur vardır, beş duyu vardır ve elbette bir de insanda nefis vardır. İşte insandaki dünyevi haz ve lezzetten beslenen nefistir. ‘‘Çok harikaydı,’’ diye yenilen bir yemekten ruh ve kalp, vicdan beslenemez, tatmin olamaz. Nefis ve beden dışındaki insanın diğer latifeleri de beslenmek, tatmin olmak isterler.

Ne mutlu olmanın bizatihi kendisi ne de mutluluğu sağlamanın seküler versiyonu olan haz ve lezzet talebi insanın bu dünyadaki varoluşunun sırrını ele vermez. “Varlığımın amacı mutlu olmaktı” boş bir sözdür. Mutlu olmak hayatın büyüklüğüne denk gelmez çünkü. İnsandan beklenen mutlu olmaktan sonsuz büyük, hayatı sırtında taşıyacak anlamı bulmaktır.

Hayatın anlamı “mutlu olmam” demek, hayatı kendine has kılmasıdır insanın. Yaratılmışlığını reddetmesidir. Yaratılmışlığını reddeden insan kendi kendisiyle baş başadır. Varoluşunu kendine bağlayan biri için kendi dışında bir varlık yoktur. Elinde sadece kendisi kalır ve onu mutlu etmek temel gayesi haline gelir. Varlığını kendi ile açıkladığı için de zevk ve haz almayı hayatının gayesi haline getirir. Ölümlü, geçici, musibetlerle dolu bir hayat insanın lezzet ve hazzını parça parça eder.

Ancak verili olan hakikat insanın yaratılmış olduğudur. Yaratılmış olduğunu, hayatın mutlak olan Varlıktan geldiğini bilen insan için kendiyle kurduğu ilişki başkalaşır. Hayatı O yaratmıştır ve O’nun istediği şekilde ve O’nun adına, O’nun için yaşayacaktır. Artık nefsinin doyumu, zevk alması bile kendi için değil O’nun adına olacaktır. Bir şeyin varlığı o şeyin kendisine bir bakarsa Yaratıcına bin bakar.

Yemek örneğine dönersek, oh çok güzel bir yemekti ve muhteşem zevk ve lezzet aldım, harika bir yemek yedim, hayvani bir bakıştır. Yemeği, yemek yemeği, haz ve lezzeti hayvani düzeyde gerçekleştirmiş bir eylemdir bu. Nefis dışında insanın başka hiçbir latifesi bu yemekte bir karşılık bulamaz, bir anlam bulamaz, beslenemez, aç kalır.

Yaratıcı bu yemeği insana, sadece lezzet alsın diye ikram etmemiştir. Başka bir ifadeyle, bu nimetler bizim için demek nimetlerin verilme sebebinin, hikmetinin binlercesinden sadece biridir. Esas gaye Yaratıcı’nın sonsuz isimlerinin yemekte tecelli etmesi, bu tecellilerin şuurlu bir varlık olarak insan tarafından fark edilmesi ve bunun şahitliğinin yapılması ve sonuç olarak da bunun ilan edilmesidir.

Yemek yiyen kişiden beklenilen yemeği “kendisi için” olmaktan çıkarıp “O’nun için”e dönüştürmesidir. Öncelikle yemeğin sonsuz varlığın ikramı olarak algılamasını bekler Yaratıcı. Bu yemek Rabbimin bana ikramı, şeklindeki idrak insana bir güven ve önem verilme duygusu da yaşatır. Beni düşünen, beni seven bana sonsuz değer veren sonsuz merhametli bir Yaratıcım var demenin bir vesilesi haline gelir yemek. Sonsuz Varlık tarafından ikram sofrasına buyur edilmiştir. O sofrada O’nun Rezzak, Kerim gibi isimleri tecelli etmektedir. Bu tecelliyi müşahede etmek için insan o sofradadır. Yemek bitince bir görevi daha vardır insanın. Hamd etmek. Yani bütün övgüler O’na aittir hakikatini ilan eder insan. Yemek yemek, hayvanların da yaptığı bir eylemden çıkar, insani bir boyuta yükselir ve Yaratıcı ile ilişki kurmanın, O’nu anmanın, O’na bağlılığın ifade edilmesinin ve O’na hamd edilmesinin vesilesi haline gelir.

Hayatla kurulan böyle bir ilişkide sadece nefis beslenmez. İnsandaki akıl, kalp, ruh, ve yüzlerce latifede beslenir, karşılık bulur. “Kalpler ancak O’nu anınca mutmain olur” ayetinin bir sırrı da budur.

Mutluluğu hedeflemek insana yakışmaz. Bunun karşıtı mutsuzluğu hedeflemek de değildir elbet. Kimi zaman mutsuz da olur insan. Ve bu mutsuzlukta bile yaratılışının anlamı yatar. Bir hikmet vardır bu mutsuzlukta. Birtakım isimler o an tecelli etmektedir ve mutsuz bir ruh hali insanın nefsinin hoşuna gitmese bile O’na hizmet ediyordur. İnsan bunu ancak hayatının gayesi kendisi değil de Yaratıcı olduğunu idrak edince kabullenebilir.

İnsan kendisi için yaşamak hapishanesinden çıkıp O’nun için, O’nun adına, O’nun sonsuz isimlerinin tecellisine mazhar olmak, isimlerinin tecellisinin şahitliğini yapmak için yaşamaya karar verdiğinde, şu kâinatta O’nun aziz bir misafiri olduğunu idrak edecek ve mutluluk usulca kalbinin en mümtaz yerine yerleşecektir.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!