Seküler cenahın Taliban korkusu

İsmail Kılıçaraslan, seküler cenahın Taliban korkusunu ti’ye aldığı yazısında Taliban’la iletişim zemini kurmaktan çekinen ‘İslam ülkeleri’nin tutumunu eleştirerek treni kaçırmanın yol açacağı maliyete ilişkin önemli hatırlatmalarda bulunuyor.

İsmail Kılıçarslan’ın Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan yazısını (23 Ağustos 2021) aşağıda ilginize sunuyoruz:

TALİBAN BİZİ DİSKOYA GÖTÜRSÜN MÜ?

Bizim sekülerlere söyleyecek hiçbir şeyim, ama hiçbir şeyim yok bu hususta. Neticede bizim sekülerler iki başı açık-eteği dizinde kadınla bir ceket giymiş erkek fotoğrafı üzerinden “1979, Taliban gelmeden önce Kabil sokakları” yazılı tweetlere inanıp samimiyetle dehşete kaplıyorlar burka-cübbe kombinleri karşısında. Öyle dehşete kapılıyorlar ki Afganistan’ın tek, yegâne, biricik sorununu “kadın özgürleşmesi” olarak belirleyip “soyunma eylemi” yapıyorlar.

Kendi içlerinde ve kendi koyu cehaletleri ile aşırı mutludur bizim sekülerler. Dolayısıyla o tam dibinde yaşadıkları cehalet kuyusunun başında ses çıkartıp da konforlarını bozmak olmaz. Bırakalım, cidden 1979 yılındaki Kabil’e dönebilmenin, o Kabil’in yeniden gerçek olabilmesinin önündeki tek engeli Taliban zannetsinler. Bizim sekülerlerden aradaki 42 yılda Afganistan’da ne olduğunu, neler yaşandığını bilmelerini beklemek onlara da büyük haksızlık. Neticede bence bunca yönlendirmeye iyi bile dayanıyorlar. Çin’den alınan aşının parasının Atatürk tarafından ödendiğine falan inanmışlardı samimiyetle. Çok da şey yapmayalım yani.

Benim Afganistan meselesinde takıldığım yer başka, bambaşka bir yer. Amerika, itlerini alıp çekildi. İran itlerini alıp çekildi. Birleşik Arap Emirlikleri itlerini alıp çekildi. Görünmez, saklı itlerini bilmiyoruz tabii ki ama bildiğimiz şey dünyanın en stratejik coğrafyalarından biri olan Afganistan’da oyunun yeniden kuruluyor olduğu gerçeği. Ve yine belli ki bu oyunun içerdeki yegâne aktörü -en azından uzun bir süre- Taliban olacak.

Durum böyleyken ne bekliyor insan İslâm ülkelerinden? İki şey. Birincisi Taliban’a peş peşe çağrılar yapıp Afgan halkının büyük oranda rahat, büyük oranda özgür bir ülkede yaşamalarını sağlamak için inisiyatif almalarını. Taliban’a “sertlikle, vahşetle, anlamsız kısıtlamalarla değil; paramparça olmuş Afgan halkının izzet ve şerefini onarıcı, geleceğe dair umut beslemelerini sağlayıcı, farklılıklara müsamaha göstermeyi başaran bir yönetim modeli” önermelerini. Belki de olmaz bu. Taliban belki de dinlemez bu önerileri. Ama İslâm ülkelerinin tarihî sorumluluğu Taliban’ı “makuliyete” davet etmektir.

İkincisi ise İslâm ülkelerinin peş peşe ve zaman kaybetmeden “Afganistan’da muhatabımız Taliban’dır. Görüşmeye hazırız” açıklamaları yapmaları.

Yeri gelmişken söyleyeyim, sonra dönerim bu ikinci teklife. Siz bakmayın bizim cehalet kuyusunda yaşayan sekülerlerin “Taliban’la görüşülemez” diye yırtınmalarına. Onlar “seküler” zannettikleri bebek katili Esed’le görüşmemizi isterler de Taliban’la görüşmemizi istemezler. Çünkü tıynetleri, hayata bakışları böyledir. Taliban’ın dünyaya servis edilme biçimiyle Esed’in dünyaya servis edilme biçimine iman etmiş durumdadırlar. Oysa seküler zannettikleri Esed, bizatihi BAAS bürokrasisi tarafından yıllar içerisinde mezhepçi bir katile dönüştürülmüştür. O köprünün altından çok sular akmıştır yani.

İngiltere, Almanya ve daha bir sürü ülke peş peşe “Taliban’la görüşürüz” açıklamaları yaparken İslâm ülkelerinin sessizliği kabul edilebilir değildir. Niçin böyledir bu? Çünkü önümüzdeki süreçte iki şey gerçekleşecektir Afganistan’da. Birincisi algı savaşları, ikincisi Afganistan’ın yeniden inşası… Algı savaşı elbette “İslâmofobi” üzerinden verilecek. Bizim Selahattin Yusuf’un “şalvar-Kalaşnikof medeniyetini önümüze koyup nihai bir hesaplaşmaya girişebilirler bizimle” dediği yer yani. Buna ancak İslâm ülkeleri aktif bir politika izleyip mani olabilir. Orası kesin.

İkincisi ise Afganistan “savaşsız” bir döneme girerse öncelikle zengin madenlerinin Afgan halkı lehine işletilmesi, ardından da alt ve üst yapıları harap olmuş ülkenin yeniden kalkınması meseleleri devreye girecek. Almanya’nın, İngiltere’nin, Çin’in, Rusya’nın Afganistan pastasını yağmalamasının ve Afgan halkının onca yer altı yer üstü zenginliklerine rağmen bu süreçten çırak çıkmasının önündeki engel de yine İslâm ülkelerinin bu süreçte kullanacağı inisiyatif olacaktır.

Alınabilecek en yanlış tavır, dünyaya servis edilen Taliban imajından korkarak Taliban ile iletişim kurmaktan kaçınmak olacaktır İslâm ülkeleri için. Almanya’nın, İngiltere’nin, bir sürü Batılı devletin “iletişim zemini” aradığı Afganistan’da “aman diyeyim, bizi şahit yazarlar” tavrı alınabilecek en yanlış tavırdır.

Taliban bizi diskoya götürmese de olur. Yeter ki maddi, manevi Afgan halkının lehine olacak şekilde inisiyatif kullanılabilsin. Dert budur. Bu olmalıdır.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!