Şekersiz Şerbet, Yorumsuz Haber, Tarihsiz Toplum

KENAN ALPAY

Rivayet odur ki, üçkağıtçının biri Anadolu’dan gelip İstanbul’a ilk defa adım atan garibanlara tam kırk yıl boyunca Eminönü meydanında “şekersiz şerbet” satıp hanesini geçindirmiş. Taşında toprağında bile keramet olacağı ümidiyle uzun yıllar boyunca İstanbul’a akıp gelen büyük kitlelerin içinden kimi çok saf ve meraklı kimi çok zeki ve meraklı yüz binlerce insanın kurnaz ve açgözlü kişilerin kurduğu tezgahlara nasıl düşürüldüğüne dair bazısı komik bazısı acıklı pek çok hikayeler işittik, okuduk.

Hele bir bakalım, hele bir tadalım” merak duygusunun sahtelik üzerine kurulmuş bir sömürü çarkını bile seneler boyunca nasıl döndüreceğini hesap edemeyenler ziyana uğramaya mahkûm oluyorlar. İhtimal ve riskler üzerine gerçeklere dayalı hesaplar yapmak başka bir şeydir bütün bir toplumu sanal tehditlerin ve sihirli reçetelerin içinde boğulmaya sürüklemek bambaşka bir şeydir. Tuhaf ama gerçek tehdit ve riskleri konuşup çözüme kavuşturmanın yolunu kesen fakat uyduruk ve mesnetsiz bir şekilde inşa edilen korku iklimini bütün bir topluma şamil kılmaya pek heveskar birtakım gayretlerle ülke adeta kuşatma altına alınıyor.

RTÜK, Sen Ne Çabuk Harcadın Kendini

Efendim, hepiniz okuyup işitmişsinizdir. RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin birkaç gün önce “yorumsuz haber bülteni” hazırlayıp sunmaları için bütün televizyon kanallarını uyardı. Tam olarak bilemiyorum ancak Başkan Şahin’in dediğine göre “kanunda yeri var”mış bu “yorumsuz haber” mevzusunun. Haberde yorumları bazı iyi yorumcuların yüz suyu hürmetine engellemediklerini beyan eden Başkan Şahin “eğer böyle giderse yeni bir karar alırız” diyerek net bir sınır da çiziyor kötü yorumcular ve kanallar için. Tuhaf zamanlar, tuhaf beyanlar ve acayip hedeflerle karşı karşıyayız sanırım.

RTÜK Başkanı Şahin, haber adı altında yalan ve iftira, sahtecilik ve aldatma, ajitasyon ve provokasyon, nefret ve düşmanlığı teşvik, içki ve zinaya özendirme, cinayet ve gaspı modelleme gibi türlü musibetlerden şikâyet edip bunları engelleme yoluna gitse hiç tereddütsüz yanında saf tutacağız. Fakat ne olduğu da ne olmadığı da belirsiz bir “iyi yorum-kötü yorum” ayrımından öteye gidemeyen muğlak ifadeler çalınıyor kulağımıza. Üstelik dizi veya kadın-eğlence programlarına yönelik şikayetlerin arşa yükseldiği bir dönemde boş gözlerle seyirci kaldığı için yoğun eleştiriler alan RTÜK ne yapsa beğenirsiniz? Evet hem mantıksız hem de hukuksuz ama RTÜK “yorumsuz haber” gibi kara-ütopya senaryolarını hayata geçirmek için uğraşıp didiniyor. Sayın Başkan kurduğu cümlelerin nerelere gideceğinin, ne tür sonuçlar doğuracağının farkında değil herhalde. Oysa hukuk devletinin, temel hak ve özgürlüklerin olmazsa olmazı ifade ve eleştiri hakkını engellemeye, yok etmeye yönelik bu türden cümleler tahminlerin ötesinde çok büyük tehlikeleri ihtiva eder.

Mesela daha geçen hafta ekranda iki hanım oturup yakın komşulardan başlamak üzere önceden hazırlanmış listelerde adı geçenlerin 50’şer 50’şer götürüleceğini ilan ederken muhterem RTÜK yöneticimiz uyuyor muydu acaba? Başkan Şahin yaptığı açıklamada “talihsiz bir açıklama” demekle yetindi diyecektik ki konuşmasını şöyle tasvip edici  bir cümleyle bitiriyordu: “Darbeyi övenlerin karşısında söylenenleri biz cezalandırmak gibi bir pozisyonda değiliz. Çok büyütülecek bir konu değil.” Şimdi bu beyan ve tavırlar sürerken “toplumu kin ve nefretle birbirine düşmanlığa kışkırtma” suçunun önü açılmış, ekranlarda provokasyon tertipleyen münasebetsiz ve edepsiz tiplerin sırtı sıvazlanmış olur tabii.

Yükselen tepkiler üzerine RTÜK Başkanı Şahin nihayet devirdiği çamların farkına varıp “kamu vicdanının derinden yaralandığı”nı kabul etmişti. Üzerinden ancak 10 gün geçtikten sonra da “hukuk dışı çağrılar ve şiddeti teşvik”in RTÜK nezdinde de asla kabul edilemeyeceği beyan edilebildi.  Tipik bürokrat tavrı ve tarzı olarak bariz hataları savunup kamuoyunu suçlama geleneği bir kez daha “büyütmeye gerek yok” diye başlayıp “asla kabul edilemez, karşılığı neyse gereği yapılacaktır” noktasına varmıştı yine. Kamuoyunu samimi ve sağduyulu olmaya davet etmeden önce bütün bürokrat ve siyasetçilerin önce kendilerini yoklamaları gerektiğini bir kez daha hatırlatmış olalım.

19 Mayıs Efsanesine Gark Olma Yarışı

#Tarihi Yolculuk’ta yerinizi almak üzere THY’nin TK1919 sefer sayılı uçağında biletinizi alıp Samsun’a uçmanız gerekiyormuş. Ey Allah’ım, sen aklımıza mukayyed ol! Her sene Resmi İdeoloji ve Ulu Önder efsanesi yeniden üretiliyor, kimi zaman seküler-ulusalcı kimi zaman da mistik-muhafazakâr sembol ve söylemlere modifiye ediliyor. Günün sonunda bütün kapılar Kemalizme açılıyor. Günün sonunda bütün kazanım ve gelişmeler için Ebedi Şef Atatürk’e şükran ve minnet duygularını beyan etmeye bağlanıyor.

Malum olan acı gerçeği bir kez daha ilam edelim: Yetişmek üzere heyecanla koşup yetiştiğiniz “Atatürk’ün şahsı manevisine, ilke ve inkılaplarına sadakat bildirme dolmuşu” sizi asla planladığınız, hayalini kurduğunuz menzile ulaştırmayacak. Eğer bahsi geçen bu dolmuş matah bir şey olsaydı sahip ve yöneticilerine “bürokratik oligarşi” denilmezdi.

Tarih, siyasal menfaatler ve ideolojik saplantılara göre tanzim edildiği oranda içinden çıkılmaz bir bataklığa dönüşüyor. Muhafazakâr-demokrat siyaset toplumu kuşatacak, devleti adalet ve merhamet ilkeleriyle donatacak iddialarından geriye düştüğü oranda Kemalizme ve Kemalist kadrolara yaslanarak muktedir olabileceğini zannediyor. Ancak hiç unutulmaması gerekeni unutuyorlar ve derin bir yanılgıya sürükleniyorlar: Kemalizm çare olsaydı Mustafa Kemal ülkeyi Tek Parti ve Ebedi Şef adındaki demir yumruk sistemiyle yönetmeye mecbur olmazdı. Ulu Önder’in Cumhuriyet adındaki despotik düzeni ancak darağaçlarının gölgesinde, değil muhalif bir parti dernek kurulmasına bile müsaade etmeden ayakta durabildi, siz hiç anmak istemeseniz de. Kemalizm çare olsaydı İsmet İnönü ve CHP, II. Dünya Savaşı sonrası şartlarda dayatılan çok partili hayata geçmemek için Tek Parti ve Milli Şef sisteminde direnirdi.

Kemalizm çare olsaydı Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı Yassıada’da kurdukları çadır tiyatrosunda idama mahkûm eden 27 Mayıs darbecileri halk tarafından hayır ve dualarla anılırdı. Kemalizm çözüm olsaydı 12 Mart cuntası ve Teknokratlar Hükümeti ülkeyi terörle değil güvenlikle, yoklukla değil refahla, yasakla değil özgürlükle yönetmeyi becerip kesintisiz bir biçimde devam ederdi. Kemalizm refah ve güvenlik getirseydi Kenan Evren, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı olarak 12 Eylül darbesinin ardından gittiği her yerde bürokratlar tarafından kendisine tevdi edilen Şehrin Altın Anahtarı ve Fahri Hemşerilik Beratı ile mutlu mesut yaşardı. Atatürkçülük temel hak ve özgürlükleri geliştiren bir siyaset yöntemi olsaydı 28 Şubat’ın asker-sivil bileşenleri başörtüsü ve Kur’an Kursu yasakları, batırılan bankalar, İMF’yle borç-bağımlılık ilişkisi, İsrail ve Amerika hesabına kalkıştıkları çirkin iş birlikleri sebebiyle lanetle değil şükranlarla anılırdı.

Ne oldu da CHP’yle Kemalizm yarıştırmaya, Perinçek şebekesiyle Atatürkçülük dayanışmasına mecbur kalındı? İktidar yıllarında toplumsal alanda geçerliliği olmayan Kemalizm ve muhalefet dönemlerinde büyüyüp serpilen muhafazakâr demokrasi denklemi nasıl oldu da tersine çevrildi?

Şekersiz şerbet içmeye, yorumsuz haber dinlemeye meraklı bir siyaset “dindar nesil” hedefinin hangi yanlışlar sebebiyle “muhafazakâr Kemalist nesil şeklinde sonuçlar ürettiği üzerine bakalım kafa yorup öze dönüş için çareler arayacak mı? Tarih’in şakası yoktur. Tarih, kitapta durduğu veya sloganda işitildiği gibi ‘etkisiz eleman’ değildir; adamı da toplumu da devleti de çarpılmışa döndürür. Üç beş reklam imajıyla, birkaç makyaj fırçasıyla Resmi Tarih ve İdeolojiyi, Tek Adam ve Tek Parti’yi kullanıma uygun hale soktuğunu zanneden nice siyasetçiler gördü tarih. 

(Yazar Yeni Akit’teki köşesinde yayımlanan bu yazısını Haksöz-Haber için genişletmiştir)