Hasina rejimi 2008’deki seçimlerin ardından iktidar olduktan sonra ilk olarak ülkedeki muhalifleri hedefe koydu. Bu doğrultuda 2009 senesinde çıkartılan yasayla 1971’deki Bağımsızlık Savaşı üzerinden linç kampanyası başlatıldı ve binlerce insan yargılandı. Hasina, ülkenin kurucusu kabul edilen Mucibur Rahman’ın 1975’te öldürülmesinin öcünü almak için tabiri caizse Bangladeş’in ikinci kurucusu olmak için yola çıkmıştı. Bu sebeple kendi ideolojisine karşı ayak bağı olabilecek kesimlerin ayrıştırılması gerekiyordu.
Bangladeş'teki halk ayaklanmasında Hasina rejimi tarafından "ulusun babası" olarak tanımlanan Mucibur Rahman'ın heykelleri göstericiler tarafından yıkılıyor.
Bangladeş halkının güçlü İslami eğilimleri Hasina’ya karşı en büyük alternatifin İslami cemaatler olmasını sağlıyordu. 2009’da çıkartılan yasa ise geriye dönük bir yargılama süreci başlatarak hukukun katliamlara alet kılındığı bir atmosfer inşa etti. 1971 Bağımsızlık Savaşı’nda milliyetçi söylemlere mesafeli olan herkes Hasina tarafından düşman ilan edildi.
Hasina muhaliflerine “razakar” lakabını takarak onları toplum içinde küçük düşürmeye çalıştı. 1971’deki savaşta Pakistan’dan ayrılmayı reddeden kimselerin kurduğu Razakar yapılanmasına atıfta bulunan bu ifadeyle milliyetçi hamaset körüklenerek linç atmosferi canlı tutuldu. Hasina düşmanlaştırdıkça kendisinin yükseldiğini düşündü ancak gerilimli uzun yılların ardından sonuç onun istediği gibi olmadı. Hasina'nın insan hakları ihlallerini ve adaletsizliği ekonomik refah için ödenmesi gereken “kaçınılmaz bir bedel” olarak sunma girişimi büyük ölçüde geri tepti. Bangladeş onun iktidarının özellikle ilk yıllarında ekonomik bir atılım gerçekleştirmişti ancak Bangladeş halkı ellerinden alınan özgürlüğü ekonomik bolluğa tercih etmedi!
Bu süreçte hiç şüphesiz en büyük bedeli Bangladeş’teki İslami hareketin ana omurgası olan Cemaati İslami ödedi. Cemaati İslami’nin Hasina diktası tarafından yapılan hukuk dışı yargılamalarında altı lideri idamla yargılandı. Altısı da hayatlarını uğruna savaştıkları İslami idealler için ödeyerek –Allah’ın izniyle- şehit oldular.
Hasina’nın 1971’de yaşananları bahane ederek giriştiği siyasi linç girişimi Bangladeş’te laik despotizmin gücünü göstermektedir. Pakistan’dan ayrılarak kurulan ve modern zamanların en popüler ideolojisi olan ulusçuluk etrafında örgütlenen Bangladeş diğer birçok örnekte olduğu gibi halkı Müslüman ancak yönetici elitleri seküler bir toplum olarak tebarüz etti. Hasina bu ayrımı çok iyi bildiği için İslami temaları topluma kendini kabul ettirme amacı dışında reddetti.
Hasina’nın muhaliflerini yok etmek için kurduğu tezgâh: Uluslararası Suçlar Mahkemesi
Hindistan’da Müslümanların maruz kaldığı ayrımcılık ve şiddet sebebiyle Bangladeş’teki Hinduistler zaman zaman tepkiyle karşılaşıyordu. Hindistan’ın bir numaralı müttefiki olan Şeyh Hasina ise Hindistan’daki Müslümanların haklarını hiçbir zaman savunmazken sürekli olarak Bangladeş’teki “azınlıkların” durumunu gündem etti. İslami muhalefeti bastırmak içinse çok sert yöntemlere başvurdu. Hasina’yı diğer diktatörlerden bir nebze farklılaştıran şeyse işi “hukuki kılıfına uydurmak” için gösterdiği çabaydı. Üç üyeli Uluslararası Suçlar Mahkemesi 2009 tarihinde kurulduğunda Bağımsızlık Savaşı sırasında işlenen suçlara odaklanılacağı ifade edilmişti. Mahkeme kısa sürede bir muhalif kıyım makinesine dönüştü.
Uluslararası Suçlar Mahkemesi adil yargılama standartlarına uymadığı için küresel hak grupları tarafından defalarca eleştirildi. O zamandan beri 50'den fazla davada binlerce kişi yargılanırken 130'dan fazla kişi hakkında karşı karar verildi. Muhalefete karşı bir siyasi araç olarak kurulan mahkemenin tarafsızlığı defalarca tartışma konusu oldu. Mahkeme açısından en büyük rezalet ise Cemaati İslami Genel Başkan Yardımcısı olan Dilaver Hüseyin Seyit’in yargılanması sırasında yaşandı. Allame Seyit adına tanıklık yapacak olan Şukhoranjan Bali ifadesini vermek üzere mahkemeye doğru yola çıktığında kendisini polis olarak tanıtan kişiler tarafından kaçırıldı. Allame Seyit, Şukhoranjan Bali‘nin kardeşi Bisha Bali’nin öldürülmesinden sorumlu tutuluyordu. Savunma avukatı Abdur Razzaq, El Cezire'ye yaptığı açıklamada, Bali'nin Seyit'in davasında "çok önemli bir tanık" olduğunu söylemişti.
“Mahkemeye gelip ifade vermesine ve 'Kardeşim öldürüldü, ama Allame Seyit tarafından değil' demesine izin verilmedi.” diyen Abdur Razzaq siyasi iktidarın mahkemelerle Cemaati İslami’yi susturmaya çalıştığını ifade ederek o dönem yaşanan hukuk dışı durumu özetlemişti. Allame Seyit tanıkların “kaybolduğu” bir davada yargılandıktan sonra müebbet hapse mahkûm edildi ve hapisteki tıbbi ihmaller sebebiyle 2023 senesinde vefat etti.
Hasina’nın devrilmesinden sonra dünya basını ülkede yaşanan gelişmelere odaklandı. Müslüman kamuoyu ise Afganistan’dan üç sene sonra Bangladeş’teki İslam düşmanı yönetimin de devrilmesiyle heyecana kapılmış durumda. Bangladeş’teki devrim için esas mesele bütün devrimlerde olduğu gibi diktatörün devrilmesinden sonra başlıyor ancak sevinmemek için elde hiçbir sebep yok!
Şehitlerle büyüyen özgürlük arayışı
Siyasi katliamlarla ülkesindeki laik despotizmi güçlendiren Hasina’nın bir helikopterle Hindistan’a kaçması diktatörlük rejimlerinin kırılgan yapısını tüm dünyaya hatırlattı. İslami hareketler için Bangladeş’te yaşananlar ise çok daha büyük bir hatırlatıcı oldu:
Biz (iyi ve kötü) günleri insanlar arasında döndürüp dolaştırırız ki bu, Allah'ın gerçek mü'minleri ortaya çıkarması ve sizlerden şahitler edinmesi içindir. Çünkü Allah zalimleri sevmez! (Âl-i İmrân Suresi, 140)
Bangladeş Cemaati İslami meşru mücadelesini sürdürürken asla zalimlere meyletmedi. Önce yalnızca seçimlere girmesi yasaklanan grup daha sonra tümüyle yasaklı hale geldi. Öncü isimleri şehit edilirken ülke çapında örgütlenmesi engellendi. Üniversitelerdeki varlığı düşmanlaştırılarak toplum tarafından tecrit edilmesi istendi ancak hiçbir baskı ve yasak hareketi bitirmeye yetmedi. Hasina "özgürlük savaşçılarının" torunlarına, devlet işlerinin yüzde 30'unu veren bir kota sistemini devreye soktu. Ardından başlayan üniversite merkezli eylemlerde Cemaati İslami gençlik teşkilatları aktif sorumluluk aldı. Bangladeş’i yozlaşmış bir siyasi iktidardan kurtarmak için geniş bir koalisyon kurdular ve devrim sürecini oldukça başarılı yürüttüler.
Hasina’nın 2013 yılında, "radikal İslamcı" olarak nitelendirdiği medrese öğrencilerinin oturma eylemine karşı acımasız bir saldırı emri vererek onlarca kişinin ölümüne neden olması hala öğrencilerin hafızasındaydı ancak özgürlük meşalesi o kadar güçlüydü ki Hasina’nın korkup kaçmaktan başka şansı kalmadı.
Özgürlük ve adalet için mücadele veren herkese Bangladeş’te yaşananlar referans kaynağı olurken Cemaati İslami’nin onurlu şehitleri ise birkaç yayın organı hariç genellikle sürecin dışında bırakılıyor. Cemaati İslami şehitlerini hatırlamak Bangladeş’in Hasina’dan kurtulma sürecini anlamak için oldukça elzem.
Cemaati İslami’nin emiri olan Gulam Azzam, 1971’de Müslümanlar arasındaki ayrımı derinleştireceği gerekçesiyle Bangladeş’in Pakistan’dan ayrılmasına şerh düşmüştü. Bangladeş’teki yönetici elitin seküler eğilimlerinin de farkında olan Azzam, Bangladeş’in kurulmasının Müslümanların hayrına olup olmayacağı konusunda endişeliydi. Bangladeş’in Hindistan’ın tahakkümü altına girmesinden de endişe ettiğini o dönem yazdığı yazılarında ifade eden Azzam yıllar içinde haklı çıktı. Bugün 15 yıllık Hasina iktidarı Bangladeş’i Hindistan’ın bölgedeki en büyük müttefiki yaptı. Hasina ise korkuyla kaçacak yer ararken aklına ilk önce Hindistan geldi!
Azzam ise Bangladeş kurulduktan sonra İslami çalışmalarına hız kesmeden devam etti. 2009’da çıkartılan yasa ile gözaltına alınan Azzam, gözaltında şüpheli bir şekilde hayatını kaybetti. Gulam Azzam, Hasina tarafından başlatılan linç kampanyasının ilk şehidi olarak tarihe geçti.
Mutiurrahman Nizami, Gulam Azzam’dan sonra Cemaati İslami’nin lideri seçildi. 2009'da yayınlanan "Dünya'nın En Etkili 50 Müslümanı" listesinde yer alan Nizami, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve yabancı hükümet yetkilileri tarafından yapılan “adil yargılama” çağrılarına rağmen Uluslararası Suçlar Mahkemesi tarafından gerçek dışı iddialarla idama mahkûm edildi. Nizami’den devlet başkanı olarak Hasina’ya özel talepte bulunması istendi ancak yapılan yargılamadaki suçları “tarihin en büyük yalanı” olarak tanımladığı için bu dayatmayı reddetti. Nizami onurlu bir şekilde sürdürdüğü mücadelesini onurlu bir şekilde sonlandırmayı tercih etti. 11 Mayıs 2016’da idam edilen Nizami’nin farklı İslami disiplinlerde yazılmış 20 tane kitabı vardır.
Mir Kasım Ali, Cemaati İslami’nin mali kaynaklarından sorumlu bir işadamıydı. Ekonomik gücünü İslami çalışmalara adayan Ali de Nizami gibi suçunu kabul etmesini gerektirecek olan “cumhurbaşkanlığı affı” talebinde bulunmayı reddetti. 63 yaşındaki Ali, Bangladeş’in başkenti Dakka'nın dışında bulunan yüksek güvenlikli bir hapishanede idam edildi.
Cemaati İslami’nin Bangladeş’teki en bilinen yüzlerinden birisi olan Dilaver Hüseyin Seyit, Allame olarak da tanınıyordu. Güçlü hitabet yeteneğiyle kitleler üzerinde ciddi bir etkiye sahip olan Allame Seyit’in yargılanması sırasında yaşanan “tanığın kaybolması” hadisesi üzerine yükselen tepkiler idam cezasının müebbet hapse çevrilmesini sağladı. Bangladeş halkının farklı kesimleri üzerindeki tesiri de onun doğrudan idamını zorlaştırıyordu. Seyit’in yargılanması sürecinde büyük katılımlı eylemler Dakka’nın dört bir yanında gerçekleştirildi. ABD’nin Afganistan’ı işgaline karşı çıkan açıklamaları sebebiyle Seyit’in daha önce İngiltere’yi ziyaret etmesi engellenmişti. Hasina diktası Allame Seyit’i öldürmek için daha uzun soluklu bir yol tercih etti. 2010’da tutuklandı ve 2023 senesinde gerekli sağlık bakımının sağlanmaması, ilaçlarının temin edilmemesi sebebiyle hapiste hayatını kaybetti.
64 yaşındaki Ali İhsan Muhammed Mücahid, Cemaatin genel sekreteriydi. Cemaatin örgütlenmeden sorumlu yetkili ismi olarak Mücahid, 2001-2006 senesinde kabinede bakan olarak da yer almıştı. Bangladeş tarihinin en dürüst bakanı olarak tanımlanan Mücahid’e yönelik suçlamalar “siyasi kan davası” olarak nitelendi. Hasina’nın partisinin en çok yüklendiği isimlerden birisi olan Mücahid kendisine yapılan suçlamalardan hiçbirisini kabul etmedi. Yargılamanın da hukuk dışı olduğunu kaydeden Mücahid, Kasım 2015'te idam edildi. Ali İhsan Mücahid'in idamı Özgür-Der tarafından İstanbul'daki Bangladeş Konsolosluğu önünde protesto edilmişti.
Cemaat-i İslami Genel Sekreter Yardımcısı Muhammed Kamaruzzaman da 1971 Bağımsızlık Savaşı esnasında Pakistan ile işbirliği suçlamasıyla yargılanırken Mayıs 2013'te suçlu bulundu. Diğer davalarda olduğu gibi Kamaruzzaman’ın davasında da avukatlar adil bir yargılamadan bahsetmenin imkânsız olduğunu ifade ettiler. Muhammed Kamaruzzaman, Nisan 2015’te idam edildi.
2010 yılından idamına kadar Cemaati İslami Partisi'nin genel sekreter yardımcısı ve cemaatin yayın organı olan The Daily Sangram'ın eski genel yayın yönetmeni olan Abdulkadir Molla, Şubat 2013'te benzer suçlamalarla tutuklandı. Molla'nın idamından kısa bir süre önce söylediği ''Suçum Allah'tan başkasına kulluk etmemekti. Bize kulluk et dediler, ben de asın dedim!'' cümlesi hafızalara kazındı. Aralık 2013’te Abdulkadir Molla idam edildi.
Bangladeş’te Cemaati İslami’nin ödediği bedeller ve bugün karşı karşıya olduğumuz manzara hak mücadelesinin uzun soluklu dönemeçlerine işaret ediyor. Müslümanlar zalime meyletmemelerinin karşılığını canlarıyla öderken bir halk isyanının ilk tohumlarını toprağa gömdüler. 2009’dan 2016’ya kadar süren siyasi katliamlarda Bangladeş halkı öfkesini büyüterek yıllar içinde Hasina diktasına gereken dersi verdi.
İslami hareketler için bugün benzer süreçler Tunus, Libya, Suriye ve Filistin’de de yaşanmaktadır. Yoğun baskı, şiddet ve Gazze’de olduğu gibi katliamlarla karşı karşıya kalan Müslümanların Bangladeş örneğinden çıkartacakları en büyük ibret umutsuzluğun kaybediyor gibi görünmekten bile daha kötü olduğu hakikatidir! Müslümanların hareket perspektifi, umutsuzluğa düşmemize sebep olacak şeyler yaşasak dahi mücadeleyi sürdürmek ve Rabbimizin yardımına inanmaktan ibaret olmalıdır…
Müslim’de geçen bir rivayette Allah Resulü’nün (sav) şöyle dediği aktarılıyor:
"Mü'minin işi taaccübe şayandır. Zira işinin hepsi onun için hayırlıdır. Bu meziyet yalnız mü'mine mahsustur. Zira o sevinirse şükür eder. Bu ise onun için hayırdır. Başına bela gelirse sabreder. Bu da onun için hayırdır."
Mü’min olmak ile müslim olmak arasında Hucurat suresinde belirtildiği üzere önemli bir fark söz konusu. İnanmış olmakla teslim olmak arasındaki ayrım hadiste belirtilen taaccübe şayan yani hayrete düşüren işlerin sahibi olmayı da mümkün kılıyor. Mü’min olan yaptığı her işle bir hayra vesile olurken kendisine de hayırlar veriliyor. Örnek olarak bugün Bangladeş’te olduğu gibi başına güzel bir iş geldiği için sevinirken şükrediyor. Ancak bugün şükretmesini sağlayan şey hiç şüphesiz ki yakın geçmişte karşılaştığı zorluklara, belalara sabretmesiyle mümkün oluyor.
Cemaati İslami'nin şehit edilen emiri Mutiurrahman Nizami de sebat etmeyi ve ümitsizliğe düşmemeyi idamından önce kaleme aldığı mektubunda şu sözlerle ifade etmişti:
"Her zaman batılın, zulmün ve haksızlığın karşısında ilmi mücadeleye devam edeceksiniz. Bir mümin asla Allah'tan ümidini kesmez. Hayatınızın sonuna kadar Allah yolunda bir gaye ile görevinizi sürdüreceksiniz. Batılın tüm tuzaklarına ilim yoluyla cevap vereceksiniz. Kadınlarımızın yetiştirilmesine ve ahlâk yoluna önem vereceksiniz. Cemaat-i İslami'de asla bir lider problemi yaşanmayacaktır. Durum ne kadar kötü olursa, o kadar iyi ve kaliteli liderler yetişecektir. Ben yaşlandım. Rabbim her an canımı alabilir. Ben şehit olarak Allah'ın huzuruna gitmek istiyorum. Benim şehadetim ile beraber değişim başlayacaktır. Halkım ve dünya Müslümanlarından dua istiyorum. Eğer dünyada bir daha görüşemezsek, cennette görüşeceğimizi ümit ediyorum inşallah."
Kendilerine “özür dileyip iftiraları kabul etmeleri” halinde suçlarının affedileceği söylenen Cemaati İslami liderleri mücadeleleri ve tercihleriyle hangi işe el atsalar hayırlı bir sonuçla karşı karşıya kalarak taaccübe şayan insanlar olduklarını gösterdiler. Hadis-i şerifte karakterli duruşa yapılan vurgu Allah Resulü tarafından inşa edilmeye çalışılan mü’min prototipini de gözler önüne seriyor. Bugün bu ümmet Gazze'den Bangladeş'e kadar ortaya koyduğu mücadele ile tüm eksiklerine rağmen kendisine miras bırakılan duruşa sahip çıktığını göstermektedir. Allah’a şükürler olsun ki ''suçum Allah'tan başkasına kulluk etmemekti. Bize kulluk et dediler, ben de asın dedim!'' diyecek kadar karakter sahibi öncülerimiz var!
Gulam Azzam, Mutiurrahman Nizami, Mir Kasım Ali, Dilaver Hüseyin Seyit, Ali İhsan Muhammed Mücahid, Muhammed Kamaruzzaman, Abdulkadir Molla… Allah hepsinin şehadetini kabul etsin!