Klavyenin başında, ikinci paket sigarayı farkına varmadan bitirmiş, tuşlara heyecanla vuran parmaklarım sızlar, beynim zonklarken, Erol Ağabey odaya girer, o gür sesiyle yeri göğü inletirdi: “Aydın Ünal! Çok yazacaksın ama hiçbir şey olamayacaksın!”
Bir arkadaşı falcıya gitmiş; falcı, “çok okuyacaksın ama hiçbir şey olamayacaksın” demiş. “O arkadaş hayatı boyunca musahhihlik yaptı” derdi, kahkahalar atarak. “Sen de çok yazacaksın ama hiçbir şey olamayacaksın!”
Nasıl da bilirdi damarıma basmayı, en zayıf yerimden vurmayı… Söylediklerinde o kadar haklı, o kadar isabetliydi ki… Benim derdimi bana anlattığı, bana ayna tuttuğu, beni anladığı için neşelenirdim, “hoş geldin ağabey” deyip boynuna sarılır, “göreceksin bak seni yanıltacağım” derdim.
Seçim gecelerinde AK Parti Genel Merkezi'nde karşılaşır, kucaklaşır, birbirimizi tebrik ederdik. Bizi bizden başka da kimse tebrik etmezdi zaten. Ne iş yaptığımızı, nasıl yaptığımızı, o zafer gecesine nasıl ulaştığımızı, bir biz, bir de “Başkan” bilirdi. Geride durur, o ana kadar ortalarda gözükmeyen, ama balkona çıkmak için, kareye girmek için birbirini çiğneyenleri büyük bir keyifle izlerdik. “Başkan”ın konuşması başlayınca da televizyonun başına geçer, geriden, pür dikkat konuşmayı dinler, bir dünya lideriyle çalışıyor olmanın haklı gururunu kimseye hissettirmeden kendi içimizde yaşardık. Lider'in bizi takdir ettiğini bilirdik, bu da bize yeterdi.
Erol Ağabey reklamcı değildi… Ürün pazarlamaya çalışmıyor, kendisini de mutlu edecek, kendisini de ikna edecek ürünler çıksın diye çırpınıyordu. Ortaya çıkan her güzel işte katkısı vardı.
Erol Ağabey, hem zekaydı, hem yürekti. En dipten gelmiş, hep mücadele etmiş, toprakla, yoksullarla, yolda kalmışlarla irtibatını hiç ama hiç koparmamıştı. Sevgili dostum Murat Zelan'ın, Erol Ağabeyle ilgili Yeni Şafak'ta yazdığı o muhteşem makalede söylediği gibi: Erol Olçok, “sesi dimdik ayakta duran” bir adamdı.
Son karşılaşmalarımızda bana seslenişi artık değişmişti: “Aydın Ünal! Beni yanılttın. Çok yazdın ama başardın” diyordu.
En son, 11 Temmuz Pazartesi akşamı telefonda konuştuk Erol Ağabey'le… “Beni yanılttın Aydın Ünal! Buyur!” diyerek açtı yine telefonu. Bir konu görüştük, 16 Temmuz Cumartesi günü Ankara'da buluşmak için sözleştik…
Son zamanlarda biraz kırgın, biraz bıkkın, biraz solgundu… Tartışmalar, dedikodular, iftiralar, ithamlar yormuştu. AK Parti daha kurulmadan çalışmaya başlamış, her saatini, her anını bu mücadele için sarfetmişti. Hiç yalpalamayan, sadakati asla sorgulanmayacak bu büyük adam, “kavgaya girmemekle”, “kavga etmemekle”, “şucu-bucu” olmakla, hatta, ne acıdır ki, imalar yoluyla “ihanetle” itham ediliyordu.
Mahalleye dadanan haşerat, O'nu, o koca yürekli adamı, Erol Ağabeyi de üzmeye başlamıştı.
Sözü gibi, sesini de sakınmazdı. “Paralel bunlar!” diye gürlerken, tanıyanlar titrer ve kendine gelir, tanımayanlar “deli mi bu?” diye bakakalırlardı.
Paralellerin darbeye yeltendiğini duyan o deli adam, o delikanlı adam, hiç düşünmeden, hiç tereddüt etmeden, hesapsız, yanına yüreğinin parçası Abdullah Tayyip'i de alarak Köprü'ye koştu.
Şehadet şerbetini içtiği ana ilişkin o görüntülere hiç bakmadım, hiç de bakmayacağım. Ama öyle tahmin ediyorum ki, namluların üzerine yürürken, yine o gür sesiyle yeri göğü inletiyor, darbeci-Fetullahçı teröristlerin kalbine korku salıyordu.
Şehadet, en çok da Erol Olçok'a yakışırdı; yakıştı da.
Çok sık hatırlar oldum Erol Ağabey'i… “Şu sıralar ne de çok ihtiyacımız var O'na, keşke aramızda olaydı” diyorum. Bir de duruyorum, “Rabbim ne güzel zamanda yanına almış” diyorum. Daha fazla üzülmeden, fitne ateşinin büyüdüğünü görmeden mertebelerin en yükseğine ulaştı diye hamdediyorum.
“Kimin ne söylediğinin önemi yok. Allah'ın emridir önemli olan” düsturuyla yaşadı Erol Olçok, öyle de şehit oldu.
Çoğu anlayamadı bu duruşu; hiç de anlamayacaklar… Kararmış kalplere, maddiyatla kavrulan nefislere, mahcubiyet bilmeyen haşerata nüfuz etmeyecek bu duruş, biliyoruz. “Kim var?” denildiğinde sağına soluna bakmadan öne çıkanları, para için değil, kutlu bir dava için mücadele verenleri, kavga anlarında aranan, zafer akşamlarında yapayalnız kalanları, ihtiyaç olduğunda çıkarıp yüreğini bile ortaya koyanları, güç, paye, makam hırsıyla kavrulanlar hiç anlamadılar, hiç de anlamayacaklar.
Ama biz çok şey öğrendik Erol Ağabey'den; yaşarken de öğrendik, kahramanca can verirken de… Nasıl yaşanacağını da öğrendik; bir kurşunu göğüsleyip, koca dünyaya ve dünyalığa kafa tutup, nasıl onurla gidileceğini de…
O Cumartesi günü buluşamadık Erol Ağabey… Makamına kabul buyurursan, er ya da geç, bir gün mutlaka buluşacağız. Mekanın Cennet olsun inşallah…
Yeni Şafak